Şahin DOĞAN
Allah'ın Mekri -Bedri Gencer’in Nurculuk Eleştirisine Dair
Geçtiğimiz hafta çıkan “Nakşibendilik Üzerinden Nurculuğu Eleştirmek” başlıklı yazımız münasebetiyle Prof. Bedri Gencer’in Star Gazetesi Açık Görüş sayfalarında “Savrulma Çağında İstikamet” (02. 08. 2015) başlıklı bir yazısı yayımlandı. Kıymetli hocamız eleştirilerini yazımızı eksen alarak yaptığı için bizim de cevaptan ziyade “verimli müzakere” zeminini devam ettirmek adına birkaç kibar kelam etme hakkımız olmalı. Hakkını teslim edelim, Bedri Hoca çok derinlikli, kapsamlı, şümullü bir ilim sahibi. Ve bu bilgisini malumat olmaktan çıkarıp bir irfan ve şahsiyet çizgisi haline getirebilmiş ender kişilerden. Ehl-i Sünnet’e ve onun gözde bir yorumu olan Tasavvuf’a içten bağlılığı, tasannudan uzak, mütevazi kişiliği her şeyin ötesinde takdire şayan vasıflar. Bilhassa günümüzde değişik akademik mahfillerde her vesile ile tel’in edilen veya hafife alınan Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaat mezhebine olan derin bağlılığı yine her şeyin fevkinde takdire şayan. Akademik çevrelerin ego patlaması yaşadığı netameli bir zamanda böylesi vasıfları haiz olmak büyük bir ihsan-ı ilahi. Onun için karşıt eleştirilerimizi Tasavvuf ve Nurcular’a hasım olan, ego patlaması yaşayan bazı malum zevata yaptığımız gibi değil muhatabımızın saygın konumunu dikkate alarak “kavl-i leyyin” ile yapmak durumundayız.
Kıymetli hocamızın yazısının girizgahında belirttiği “niyet okumama, üsluptan çok muhtevaya bakmak” gibi sağlıklı bir tartışmada bulunması elzem olan ilkelere yürekten katılıyoruz. Hatta bu hayati hususları ehemmiyetle vurguladığı için zat-ı alilerine müteşekkiriz. “Sünnilik İslam’ın ana doğru yorumu değil, kendisidir” ifadesini biraz aşırı bulmakla birlikte bizim de kuşkusuz katıldığımız ve dahi gönülden benimsediğimiz bir duygu. Ama hocamızın bu meyanda Yusuf Kaplan’dan mülhem İsmet Özel’e atıf yapması yani onun bazı zaman absürt denebilecek akla ziyan tutuculuğunu referans göstermesi hem doğru değil hem sıhhatli değil. Çünkü putkırıcı olarak tavsif edilen İsmet Özel’in bilhassa son dönemlerde nasıl bir “milliyetçilik putu”nun girdabı içinde çırpındığı, yuvarlandığı erbabının malumu.
Nakşibendilik ile Nurculuk Karşılaştırması
Hocamızın Nakşibendilik ile Nurculuk karşılaştırması bağlamında Nakşibendiliğin üstünlükleri lehine sıraladığı hususları hocamız her ne kadar “öznel olmayıp objektif bir hüküm” olarak kabul etse de biz özel muhabbetinden kaynaklandığını kabul ediyor, anlayışla karşılıyor ve saygı duyuyoruz. Zira biliyoruz ve inanıyoruz ki “herkes kendi meslek ve meşrebinin muhabbetiyle hareket eder” bunun aksini düşünmek eşyanın tabiatına aykırı.
Merhum Bediüzzaman’ın “zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır, tarikatsız cennete giden çoktur, imansız cennete giren yoktur” şeklindeki ifadeleri Bedri hocamızın iddia ettiği gibi tarikat ve tasavvufu inkar veya küçümseme değil, kendi mesleğinin geleneksel olan tasavvuftan ayırt edici mümeyyiz vasıflarını belirtmek içindir. Bunun aksini iddia etmek merhumun tasavvuf lehine söylediği onlarca beyanıyla çatışır zaten. Osmanlının son dönem uleması içerisinde tasavvuf’u Bediüzzaman kadar önemseyen, özümseyen ve muarızlarına karşı müdafaa eden bir başka sima yoktur dense yanlış olmaz, sanırım. (Mesela “tarikatta hissesi olmayan ve kalbi harekete gelmiyen bir muhakkik alim zat ta olsa şimdiki zındıkların desiselerine karşı kendini tam muhafaza etmesi müşkilleşmiştir. ” Mektubat, Envar Neşriyat, s. 444)
Kaldı ki her İslam aliminin mutlaka mutasavvıf olması gerekmiyor, bir tarikata mensup olmak güzel şey ama mensup olmama gibi bir özgürlüğü de var her müminin. Nitekim İslam tarihinde mutasavvıf ve herhangi bir tarikat şubesine bağlı olmayan yüzlerce kıymetli alim ismi sıralamak mümkün. Bu bağlamda Necip Fazıl’ın Nurcuların mesleğinin tarikat olmamasını bir nakise olarak görmesi ve göstermesi bizce doğru değil. Kısacası kötü olan tarikatli olmak değil, “tarikatçı“ olmak.
Nurculuk ve Paralel Hareketler
Hocamız Nurculuğun en tehlikeli yönü “paralel hareketleri besleyebilecek seçilmiş inancına dayalı gnostik felsefesidir” diyor ve bu hususla alakalı 1. Şuada geçen şu ifadenin “Risale-i Nur talebeleri imanla kabre girecekler, imansız vefat etmezler” Ehl-i Sünnet akidesine ters olduğunu söylüyor. Peygamberler dışında hiç kimsenin masum olmadığı, herkesin hatalı olabileceği ilkesini kabul etmeyen bir nur talebesi yoktur ama ortada muhabbet duygusunun yerinde istimal edilmemesinden kaynaklanan fiili bir masum görme vartası olabilir. Bu doğru ama önceki yazımızda değindiğimiz veçhile bu ifrat durumu sadece nur camiasına mahsus değil bütün diğer İslami cemaatler ve bilhassa tasavvuf için de geçerlidir.
Bir şeyin su-i istimali (yanlış kullanımı) ile o şeyin zati aslı arasında kapatılması olanaksız bir fark var. Nurculuğun aslı ile su-i istimali de buna dahildir. Tarihte “haşhaşiler“, “karmatiler” olmak üzere bütün “batıni” hareketlerin temelinde Tasavvuf’un su-i istimali yatar. Hatta bazı araştırmacılar bu hareketlerden tasavvufu sorumlu tutmuşlardır. Şimdi biz de hocamızın yürüttüğü mantığı esas alarak şöyle “Tarihteki bütün “haşhaşi” hareketleri besleyen tasavvuf felsefesidir” dersek doğru olur mu? Tabii ki olmaz. Çünkü biliyoruz ki nezih tasavvufun aydınlık aslı ile onun su-i istimalinden kaynaklanan karanlık hareketler arasında doğu-batı genişliğinde büyük bir uçurum var.
Hocamızın itirazı Merhum Bediüzzaman’ın Ebced ve Cifir kullanımı ise başta İmam Gazzali, Muhyiddin-i Arabi, Hallac-ı Mansur, Niyazi-i Mısri olmak üzere bu hesabı kullanmayan mutasavvıf yok. Şayet hocamızın itirazı bu hesabın keyfi kullanımı ise yani “şahsileştirilmesi” ise bu hususta kendisine diyecek sözümüz yok. Çünkü bunların hepsi itikada taalluk etmeyen, ispatlanması imkansız özel kanaatler olup İmam Şatıbi’nin deyişiyle “tahsiniyyat” dairesi içine dahildir. Şahsi kanaatlere katılmama özgürlüğümüz var ama onları tekfir etme özgürlüğümüz yok. Hakikat birdir fakat değişik renkleri, vecheleri, televvünleri vardır. Sadece bize görünen şekliyle mutlak yargılarda bulunmak isabetli olmasa gerek.
Meseleyi “Sathi” Okumak
Mezkur ifadeden “Allah’ın mekrinden (tuzak) emin olmak” gibi bir sonuç çıkarmak meseleyi “sathi” olarak okumaktan kaynaklanıyor. Meseleyi doğru anlamak için sadece metni değil metnin arkasında saklı duran müellif’in muradını da doğru olarak okumak gerekiyor. Bediüzzaman merhumun “Risale-i Nur talebeleri imanla kabre girecekler, imansız vefat etmezler” ifadesiyle nur talebelerinin cennete girecekleri, Allahın rızasını garantiledikleri şeklinde bir mana murat etmediği diğer bütün beyanları şahittir. Merhum, Ehl-i Sünnet’in “Allah’ın mekrinden emin olmak” küfürdür ilkesini bilmeyecek kadar –haşa- cahil biri değil. Allah için, İslam için, Kuran için mücadele eden ve bunu ahir ömrüne kadar sürdüren elbette cennete girecektir. "Men kale la ilahe illallah dahele cenneh". (La ilahe illalah diyen cennete girecektir) hadis-i şerifinde olduğu gibi. Bu bir garanti değil, bir temenni, bir duadır. Üstadın ifadesiyle “rahmet-i ilahiyeden ümit ediyoruz” demektir.
Dolayısıyla bahsi geçen cümleden murat ise “son nefesine kadar imanla, ihlasla, sadakatle, Din-i mübin-i İslam’a ve Resul-ü zişan’ın sünnetine bağlı olarak yaşayan her nur talebesi inşallah imanla kabre girer“ şeklindedir. Kaldı ki imanla kabre girmek ile doğrudan cennetlik olmak aynı şeyler değil. Sahih hadislerin ifadesiyle nice imanla kabre girip de Cehennemde bir müddet ceza çektikten sonra cennete girecek olan müminler var. Kısacası Bediüzzaman Said Nursi’nin konuyla alakalı ifadeleri bütünlüklü bir nazarla okunduğunda meselenin zannedildiği gibi Ehl-i Sünnet akidesine aykırı olmadığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bediüzzaman’ın bu tarz ifadelerini garip karşılayanların Tasavvuf literatürüne kısacık bir göz atmalarını salık veriyoruz. Mesela Ahmed Sirhindi İmam Rabbani’nin Mebde ve Mead’ı bu hususta kafi bir örnektir.
Tek Kanatlı Ulemanın Metodu
Değerli hocamız “Nakşibendîlik dâhil tasavvufun “rical-i gayb, rabıta” gibi kavramları tek kanatlı ulemâ tarafından ağır eleştirilere uğramış, ancak bunlara karşı iki kanatlı (zül-cenahayn) ulemâ tarafından ciddî, ikna edici cevaplar verilmiştir” diyor. El-hak doğrudur. Ama hocamızın belki de farkında olmayarak merhum Bediüzzaman’a yönelttiği mezkur eleştiriler tek kanatlı zahir ulemanın yaptığı eleştirileri hatırlatıyor. Modern zamanlarda yapılan bütün Tasavvuf ve Nurculuk eleştirilerinin tek kanatlı ulema tarafından yapılmış olması çok düşündürücü. Zahir ulemasının mümeyyiz vasfı batın’ı göz ardı ederek sadece zahir’e odaklanması ve onun üzerinden keskin hükümler vermesi. Onun için Mevlana, Şems-i Tebrizi, Muhyiddin-i Arabi gibi bazı büyük mutasavvıflar tek kanatlı zahir uleması tarafından tekfir edilebilmişlerdir. Selefilerin, mutasavvıflarca şeyh-i ekber (en büyük şeyh) olarak kabul edilen Muhyiddin-i Arabi için şeyh-i ekfer (en kafir şeyh) demesi hatırlanmalı.
Ne yazık ki günümüzde de bazı ilahiyat çevreleri aynı haksız ithamı Bediüzzaman için de rahatlıkla yapabiliyor. Yanlış anlaşılmasın hocamızın Bediüzzaman’ı tekfir ettiğini söylemiyoruz asla söylemek istediğimiz bu hususta tekfir eden tek kanatlı ulemanın “yüzeysel” metodunu kullanması.
Anahtar Bediüzzaman’dadır.
Mücahit Bilici’nin de yerinde vurguladığı gibi “Sikke-i Tasdik-i Gaybi’de görüp itiraz edebileceğiniz bu tarz esoterik (ebced ve cifir hesabı gibi) unsurların Nurculuğun temel kaygıları ve özü ile bir ilgisi yok. Sikke-i Tasdik-i Gaybi’ye gelmeden önce Sözler, Mektubat, Lemalar, Şualar gibi merkezi kitapları tetkik etmeden bu konuda verilecek herhangi bir hüküm prematüre bir hükümdür.”
Sevgili hocamızın engin basiretinden beklentimiz bahsi geçen merkezi kitapları bilhassa 10. Söz olan Haşir Risalesi ile 30. Söz olan Ene ve Zerre gibi İslam telif tarihinde eşine az rastlanan eserleri kadirşinas bir gözle tahkik ettikten sonra hüküm vermesi. Hiç olmazsa kendi ifadesiyle “ülkemizin ender otantik aydınlardan Yusuf Kaplan”ın “Anahtar Bediüzzaman’dadır” gibi ufuk açıcı yazılarına insafla kulak vermesi.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.