Senai DEMİRCİ

Senai DEMİRCİ

Altıncı Söz’de Alak Okuması

Okurken şaşırıyorum. (Bu vesileyle acil duam olsun; şaşırtmayan yazılar yazmaktan korusun Allah bizi!) Düz yazı yazıyor çoğunlukla Üstad Bediüzzaman ama bir şairin işini de yapıyor. Şair ki hatırlatmak istediği kelimeyi doğrudan söylemez. Asıl meramını farklı kelimelerin ipine asar. Murad ettiği ifadeyi sıfatların ucuna saklar. İplere asılacak kadar cesur ve dikkatli olan o kelimeyi dokur. Dal uçlarına çıkacak kadar sabırlı ve sırdaş olan maksut olan ifadeye dokunur..

Kur’ân okumalarımın yoğun olduğu dönemde Üstad’ın bu zarif iyiliğini şaşırarak ve sevinerek fark ediyorum. Bugün de öyle oldu. Gördüğüm kadarıyla, Alak Suresi’nin ayetlerinin anlamını çevreleyen, o anlamın gölleştiği yere akan cümleler kurmuş Üstad Altıncı Söz’de:

“İnsan zayıftır; belâları çok. Fakirdir; ihtiyacı pek ziyade. Âcizdir; hayat yükü pek ağır.” İçinde zıtlık barındıran, birbirinin devamı üç cümle. Edebî süsleme niyetiyle yazılmış değil bu cümleler. İnsanı kendi gerçeğiyle yüzleştirmek isteyen sahih belirlemeler…

Bu cümleleri okurken, ‘insan’ kelimesinin sakladığı  ‘kırılgan’ kök anlamına dokunuyorum. Cümlelerin içinde saklı, tasvirlerin rengine sinmiş evrensel bir ‘çıtırtı’ duyuyorum. Varlığın yüzünde, sürekli bir titreyişten ibaret insan. (Kirkegaaard’ın kulakları çınlasın!) Kendini dışarının etkisinden yalıtacak bir kabuğu yok insanın. Kurşun geçirir gömlekle dolaşıyor cephede. Vurdumduymaz olma seçeneği yok. Tüm rüzgârlara açık toz kanatlı bir kelebek gibi duruyor. Her şey iz bırakıyor insanda. Her dokunuş yara açıyor. Belaları, ihtiyaçları, yükleri alabildiğince hissedecek, dokunur dokunmaz, karalanacak bir ‘karbon kâğıdı’na dönüşüyor. Her şeyle ‘alaka’lı/’ilgili’…

Alak Suresi’nin ilk ayetlerinin anlam çağıltısı da bu gerçeği duyumsamaya başlayana yetişiyor; içeriden gelen bu seslere ekleniyor: “Oku, yaratmakta olan Rabbinin adıyla oku. O ki insanı ‘alaka’dan yaratmakta…”

İnsan, her şeyle ilgili olan yapısı nedeniyle okuma görevini üzerine alıyor. Parçaları birleştirmek istiyor. Ayrık duranları bir arada görmeden edemiyor.. Harflerin anlamsızca sıralanmasına razı olmuyor. Kelimelerin birbirine yabancı ve ilgisiz kalmasından hoşnut kalmıyor.

Okumak, biricik varoluş seçeneği. Fıtratının icabı. Varoluşsal titreyişlerinin çaresi. Çünkü okumak, parçaları anlam ifade edecek bir bütün haline getirmek demek.

Belalar karşısındaki zayıflığı, bir ilgiye çağırıyor insanı; bir arayışa yönlendiriyor. Sonsuz ihtiyacına mukabil sonsuz fakirliği etrafıyla alaka kurmasını sağlıyor. Hayat yükünün altında nihayetsiz aciz oluşu, insana hareket veriyor, yollara düşürüyor, çareler aratıyor.

Belli ki kendi başına var olamıyor insan; hep bir bütünün parçası olmak istiyor. Anlamını ancak o zaman buluyor. Parça olarak kendini tamamlamak istiyor. Tamamlamak istediğinde, Rabbiyle tanışıyor.

‘Okuyan’ insan, aynı zaman, ‘yazan’ insan da…. Yazma eyleminin de öznesi insan: “Kalem” oluyor. Vardığı her yere iz bırakıyor, baktığı her yüzde bakışı yazıya dönüşüyor. Böylece,“…kalemle öğretmekte [Rabbin]…” mealli ayetin anlam nehrine hafifçe eğilmeye başlıyoruz.

Sonunda, en sonunda, “kendini kendine yeter görme” rüyasından uyanıyor insan. Alak Suresi’nin ayetlerinin yüzleştirdiği asıl gerçeği görüyor.

Sözün özü; ‘klasik tefsir’ geleneğinde olduğu gibi, vahye dışarıdan bakmaktan fazlasını yapıyor Said Nursi, vahyin sesini insanın iç sesinin devamı olarak duyuyor, duyuruyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum