Himmet UÇ
Ramazanın Dokuzuncu Nüktesi
Bu nüktenin esas cümlesi; “Ramazan-ı Şerif’in orucu, doğrudan doğruya nefsin mevhum rububiyetini kırmak ve aczini göstermekle ubudiyetini bildirmek cihetindeki hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki…“
Ana kelime ‘Mevhum rububiyet.’ Ne demek mevhum rububiyet? Mevhum, aslı olmayan demek. Aslı olmamakla birlikte insan, eşyada ve olaylarda tasarruf etmek hakkına sahip. Allah insana kendi rububiyetinden birazcık insana vermiş. Yaşamak için bu gerekli. Koyunu Allah yaratır ama insan onun hayatına müdahale eder ve onu kurban eder.
Eşyanın bazı dizginlerini Allah insana vermiş. İnsan onlara hükmetme hakkından ötürü kendine asılsız bir rububiyet verir. Firavun kendini rab tahayyül etme çılgınlığı ile iki adamın birini öldürür diğerini sağ bırakır. “İşte Musa, ben de hayat verir ve alırım” der. Firavun ne kadar ahmakmış. Hz. Musa (as) “ama benim Rabbim güneşi doğudan doğurur batıdan da batırır” der. O zaman firavun dona kalır. İşte bu mevhum rububiyet için Bediüzzaman “mevhum rububiyeti kırmak” cümlesini kullanır.
Nefis kendisine verilen nimetlerle şükredeceğine o nimetlerle kendinde bir güç oluşturur. Demek nimetlerde insanı şaşırtan, firavunlaştıran bir yan var. Helali terk etmek derken Bediüzzaman nimetlerin bu şaşırtıcı tesirini azaltmayı düşünür. Dolayısı ile nimetler çok faydalı ama sınırları belirlenmezse insana büyük zararlar verir.
Akıl, şehvet ve gazabın dokuz kullanımı var. Bunların üçü orta yani istikamet, altısı ise ifrat ve tefrit. Şehvet; yemek, içmek ve buna bağlı şeylerin hepsine deniyor. Freud buna ‘libidanal his’ diyor. O bu hissi kullananların mazoşist, hedonist, ayrıca aziz ve iradeli insan olacağını söylüyor. İslam da aynı şeyi söylüyor. Papa din adamlarına “firavunlaşmayın, firavunlar gibi yaşamayın” demiş bu günlerde. Bu his sadece karşı cinse duyulan ilgi değil. Her şeye duyulan ilginin kaynağı bu his, şehvet veya libido.
Hikmet ne imiş? “Nefis Rabbini tanımak istemiyor, firavunane kendi rububiyet istiyor. Ne kadar azaplar çektirilse o damar onda kalır. Fakat açlıkla o damarı kırılır. İşte Ramazan-ı Şerifteki oruç doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine darbe vurur, kırar. Aczini, zaafını, fakrını gösterir. Abd olduğunu bildirir.” Açlık nasıl güçlü bir silah.
Firavun bir şahıs ama firavunlaşmak kötü karakter. Bediüzzaman “firavun, firavunane, teferun etmek” ve daha benzer bundan müştak kelimeler kullanır. Hatta hizmetten ve işten kaçmayı firavunlaşmak olarak tavsif eder:
”Evet dall olan kimse, bir iş ve bir ibadet teklifinde başını havaya kaldırarak firavunlaşır. Lakin mükafatın, menfaatin tevziinde bir zerreyi bile terk etmez. Amma nefsini unutan ehl-i kemal, sa’y, tefekkür, sülük zamanlarında herşeyden evvel nefsini ileri sürüyor. Fakat neticelerde, faydalarda, menfaatlerde nefsini unutmakla en geriye bırakıyor.” Bu da firavunlaşmanın bir çeşidi.
Bütün olumsuzlukları karşılayan bir kelime. Bütün olumsuzlukların ve karşı koymalar firavunane tutumlardır. Şeytanın bütün yaptıkları telkinler bu firavunane tavrından ileri gelir. Tarihte bir tane firavun yok. Bizim tarihimizde çok firavun tavırlı insanlar var. Allah’ın kitabına, ezanına, camisine, zikir meclislerine müdahale eden son dönem firavunlarımız, bir firavunlar heyeti muzırası. Ama hepsi hastalıklarla kabrin arkasına geçmiş. Biri meşhur bir yatta ömrünün son safasını göreceğini zannetmiş ciddi hasta olduğunda “meğer bu oyuncak bana mezar olacakmış” demiş. Allah’ı hesaba katmadan saltanat süremezsin bu topraklarda ey firavuncuk! Firavunların ehramlarına müşabih azametli kof mezarlar inşa etmek firavun modası.
Demek açlık ne kadar önemli bir silah. Bu firavun nefsin “firavunluk cephesine darbe vurur.” Demek her insanda cüzi külli böyle bir cephe olabilir. Savaş dili kullanmış Bediüzzaman: “Firavunluk cephesi.” İnsan nimetlerle onları tenavülü ile olan sınırları korumazsa firavunlaşır. İnsanda ne kadar farklı cepheler var. İçimizdeki firavunun damarını kıran açlık. Aşırı bulanlar alınmasın. Demek nimetler ne kadar insanın mahiyetini değiştiren şeyler. Ona düşman gözüyle bakmak caiz mi? Nereye kadar düşman nereden sonra dost?
Bediüzzaman Kur’an’ın kavram ve deyimlerine, terimlerine güncellik getirmiş. Firavunluk bir tarihi hikaye değil. Onun kullanımında bütün hayatımızı işgal eden bir kelime. Şahıs ve özellikle firavunane kelimesi ile bir tavır. Bediüzzaman Kur’an’ı böylece birçok konuda güncelliyor ve onları mazide kalmış olaylar olarak değil bütün hayatımızı işgal eden olaylar olarak görüyor. Bu Bediüzzaman’ın Kur’an yorumuna getirdiği orjinalliktir. Bizim ve batının karanlık aydınları bunu anlamazlar, anlayamazlar. Bir de bizim Kur’an eğitimizdeki eksikliktir bu. Onu çok yönlü, hayata ışık tutan bir tarzda yorumlayacak zekadan ve tetebbudan mahrum olmak.
Açlığın önemini Bediüzzaman bir hadis rivayeti ile anlatır: ”Hadis’in rivayetlerinde vardır ki, Cenab-ı Hak nefse demiş ki “Ben neyim sen nesin.” Nefis demiş “ben benim sen sensin.” Azap vermiş, cehenneme atmış yine sormuş. Yine demiş “Ene ene, ente ente.” Hangi nevi azabı vermiş, enaniyetten vazgeçmemiş. Sonra açlık ile azab vermiş. Yani aç bırakmış. Yine sormuş “Men ene vema ente.” Nefis demiş “Ente Rabbi Rahim, ene abdikel aciz.” Yani “sen benim Rabb-ı Rahimimsin, ben senin aciz bir abdinim, kulunum.”
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.