Ama herkes yapıyor

Fatih Durgun'un yazısı

İnsan eskilerin tabiriyle “medeniyyun bi't-tab'dır yani yaratılışı gereği toplumsal bir canlıdır. Bu sebeple insanoğlu izole bir yaşamı veya yalnızlığı en baştan kendisi için bir problem olarak kabul eder.

Nitekim psikolojik problemlerin bir çoğunun ortaya çıkışında insanın toplumsal yönünün zayıflığının ve uyumsuzluğunun etkisi olduğu bir gerçektir. Sosyallik, hayatımızda bu kadar büyük bir öneme sahipken o zaman insanlara kayıtsız şartsız uyum göstermeyi veya onları mutlak manada takip etmek hususunda zorunlu olduğumuzu mu anlayacağız?

Ne yazık ki insanlık tarihinin şehadetiyle, insanoğlunun en çok ihtiyaç duyduğu sosyalliğin ve topluma olan ihtiyacının; aslında kendisini daha büyük problemlere ittiği görülmektedir.

Bu açıdan tıpkı hayatta kalabilmemiz için ihtiyaç duyduğumuz şehvetimizi ve arzularımızı dengeli bir surette kullanmamamız neticesinde nasıl ki bu duygular başımızı derde sokuyorsa aynı şekilde topluma olan ihtiyacımız ve kendimizi onlara kabul ettirmek isteğimiz de ifrat ve tefritte olduğunda bizleri karanlığa ve çıkmaza sokmaktadır.

Bu problem en çok korku, mutluluk, başarı ve hedeflerimiz gibi bize özel olarak şekillenen duygularımızı, içerisinde doğduğumuz toplumun bize çizdiği şablona göre oluşturarak özgürlüğümüzü kısıtlamamız veya toplumun doğru ya da yanlış olarak kabul ettiklerini sorgulamadan ezbere bir şekilde kabul etmemiz şeklinde görülmektedir. Ve bu durum bir zaman sonra eylemlerimizi topluma göre oluşturmamıza kapı açıp artık kendimizi mutlu etmek yerine toplumu mutlu etmeye ve onların hedeflerini hedef edinmemize kapı açmaktadır.

Salt çoğunluğa göre düşünmek veya onlardan destek almak konusunda Üstad Bediuzzaman (r.a) şöyle söylemektedir:

"İ’lem! Kavâid-i usuliyedendir ki: Bir mesele hakkında ispat edenin sözü, nefyedenin sözüne müreccahtır. Çünkü, ispat edenin yardımcıları var, sözünde kuvvet olur. Nefyedenin yardımcısı olmadığından tek kalır, sözünde kuvvet yoktur. Hattâ bin adam bir şeyi nefyederse, bir adam gibidir. Bin adam da ispat ederse, ispat edenlerin her birisi bin olur. Çünkü hepsi bir şeye bakıyorlar. Ve bir noktaya parmak bastıklarından birbirini takviye ediyorlar. Nefyedenlerde birbirini takviye etmek yoktur; her birisi tek kalır."

"Meselâ, bin pencereden bir yıldızı görüp ispat eden bin adamın her birisi ötekisine yardımcı olur, sözünü takviye eder. Çünkü, o bin adam, parmakla işaret eder gibi, o şeyi ispat ediyorlar. Nefyedenler öyle değildir. Çünkü, nefiy için sebep lâzımdır. Sebepler de ayrı ayrı olur. Meselâ, birisi 'Gözümde zâfiyet var, göremedim.' ötekisi 'Evimizde pencere yok.' ötekisi 'Soğuktan başımı kaldırıp bakamadım.' der. Ve hâkezâ, her birisi nefyine, müddeâsına ayrı bir sebep gösterdiğinden, kendisince yıldızın bulunmaması, nefsülemirde de yıldızın bulunmamasına delâlet etmez ki, birbirine yardımcı olsun."

"Binaenaleyh, bir mesele-i imaniyenin nefyi hakkında ehl-i dalâletin ittifakları haber-i vahid hükmündedir, tesiri yoktur. Amma ehl-i hidayetin mesâil-i imâniyede olan sözleri, her birisi ötekisine yardımcıdır, takviye eder."[1]

Üstad bu ifadeyle aslında ispat ve inkar hususunda esas olanın nicelik olmadığını nitelik olduğunu güzel bir surette ifade etmiştir. Başka bir örneğinde yeryüzünde, Hindistan cevizi bahçesi bulunması hususunda iki ispat edici kişinin bin inkar ediciye, kabul etmeyenlere üstün geleceğini ifade etmektedir. Çünkü ispat eden yalnız bir Hindistan cevizinin yerini gösterse ya da tohum, yaprak vb. parçalarını dahi gösterse davayı kazanır. Ancak onu inkar edenlerin ise bütün yeryüzünü arayarak ve tarayarak hiçbir yerde bulunmadığını göstermek yoluyla ancak davasını ispat edebileceğini belirtir.

Cenneti, ahireti haber veren ya da ispat eden kişi, bir işaretini, gölgesini göstermekle davasını kazandığı halde (Tabiatta yeniden dirilişin mümkün olduğu hususunda bir çok işaret bulmak mümkündür.) onu inkar eden kişinin ise bütün kainatı ve ezelden ebede kadar zamanları görmek ve göstermekle ancak inkarını ispatlayabilir. Hatta bu dünyayı tam anlamıyla keşfetmekten aciz olan insanın bu ispatı yapabilmesi için bütün evrende bir arayışa çıkması dahi elzemdir.

Bu açıdan bir delile dayanmayan ve bir dayanak noktası bulunmayan her türlü inkar ve ret ispat olarak kabul edilmez, nitekim bu iddiamızı mantık ilmi dahi desteklemektedir.

Nefsin en büyük hastalıklarından birisi olan “Ama Herkes Yapıyor” sözünü nefis, ibadetlerden ve yükümlülüklerden kaçmak için kullanır ve ne yazık ki insanlığın çoğu bu söze kanar. Buna ek olarak nefsin yapısında kötülüğü istemek vardır. Bunun için nefis, başkalarının kötü hallerini de taklit etmek ister. Kötülüğü başkalarıyla birlikte yapmaktan ayrı bir zevk alır. Başkalarını hayırda ve iyilikte taklit etmez de, sadece şerde ve fenalıkta taklit eder.

Örnek vermek gerekirse ülkemizde namaz kılma oranını düşündüğümüzde namaz kılanların azınlığı oluşturduğuna rastlamaktayız. Ya da toplumda yaygınlık kazanmış olan faiz, kredi gibi günahların yine büyük bir kesim tarafından yapılması sebebiyle normalleşmeye başlandığına şahit olmaktayız.

Kendisini “Ama Herkes Yapıyor” sözüyle avutan insanoğlu, çoğunluğun yaptığı her şeyin doğru olduğunu düşünürken başarılı olan insanların başarılarını çoğunluğa uyarak yapmadıklarını ve aslında her açıdan niteliğin nicelikten üstün olduğunu; ne yazık ki toplumu sorgulamadan kabul etmesi ve kalıplaşmış ezber yargıları sebebiyle aklından çıkartmaktadır.

“Ve keza "Musibet taammüm ettiğinde, elem hafif olur. Ben de emsalim gibiyim." diye yine yük altından kaçar. Fakat, musibet âmm(herkesi kapsadığında) olduğundan, elemi muzaaf olur, kat kat ziyade olur. Çünki kendisi gibi akrabası, ahbabı da o musibete dâhildir. Çünki insanın ruhu, ebna-yı cinsiyle alâkadardır. Ne kadar umumî olursa, o kadar da elemi fazla olur.”

Bu açıdan Allah Resulü (a.s.v) toplumsal bir canlı olan insanın çoğunluğu kendisine kıstas olarak değil de Yüce Allah’ın ilahi bir armağan olarak verdiği “Vicdan” duygusunu kendisine danışman ve kıstas olarak kabul etmesini tavsiye edilmiştir. Çünkü toplum yanılabilirken insanın vicdanı asla yanılmaz.

Nefsin körlüğünün bir neticesi olan “Ama Herkes Yapıyor” düşüncesini Üstad Bediuzzaman şu sözüyle ne de güzel çürütmüştür:

“Hem deme: "Ben de herkes gibiyim." Çünki herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder. Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır.”

[1] Mesnevi-i Nuriye, Hubab.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.