Mustafa ORAL
Âşıklar ölmez, fakat dünyalılar bilmez öyle de değil mi Hasan Feyzi
Hasan Feyzi Yüreğil aşk insanıdır. Çiçekten böceğe, sinekten semeğe, bebekten büyüğe, arştan ferşe her şeye aşkla bakar. Tertemiz gönlüyle varlığa maya çalar. Gönül, Uluların dergâhıdır, kirliler orada barınamaz. Onun yüreği o kadar temiz kalmıştır ki bazı Ulular onun günah işleyebileceğine hatta hayaline günah sızabileceğine bile ihtimal vermemişlerdir. Bu tertemiz gönlün iki ebedi sakini vardır: Hz. Muhammed (sav) ve Bediüzzaman.
Üstadla tanışıncaya kadar hayatının merkezinde Hz. Mustafa (sav) vardır. Üstadla hâlleştikten sonra Bediüzzaman da halkaya dâhil olur. Onbeş günde bir Hz. Mustafa (sav) rüyalarına misafir olur. Dost meclislerinde, vaaz kürsülerinde gözyaşları içinde Ravza sakinini (sav) anlatır. Üstadla tanıştıktan sonra sohbetleri, hâlleri daha da renklenir, feyizlenir. Sahabemisal yaşantısıyla etrafındakileri hayalen Kâbe ve Ravza’ya götüren Feyzi, Bediüzzaman ve talebeleriyle bizzat oralara gitmek ister.
Üstadın ruhu iki ateş arasında kıvama erer: Aşk ve çağın Nemrutlarının yaktığı ateş… Defalarca zehirlenir. İçindeki ilahi aşk bu kadar közlü olmasaydı ihtimal ki Nemrudane ateşlere dayanamazdı. Üstad 9. kez verilen zehirle ateşler içinde yanarken alevleri Denizli’ye kadar vurur. Denizli Kahramanlar Ocağıdır. Bu ocakta aşk erleri Feyzi rehberliğinde “hamdım, yandım, piştim” diye diye kendilerinden geçmişlerdir. Fakat bugünkü ateş başkadır. Üstad Refik-i A’lâ’ya ve Hz. Allah’a gitmek üzeredir. Hasan çok üzgündür. Sevgili Üstadı vefat etmiş gibi kalemi ağlar. Feyzi’deki aşk Hz. Ebubekir’de aşkın yansımasıdır. Hz. Ebubekir “anam, babam sana feda olsun” diyerek Habibullah’a (sav) aşkını ve bağlılığını ifade etmiş, sıddıkıyet makamına ermiştir. Feyzi de aynı haller içredir. “Annem, babam, tatlı canım sana feda olsun Üstadım!” diye diye sayıklar…
Üstadın zehirlenmesiyle acılarına zehirler katılmıştır. Ciğerlerine şişler, hançerler saplanmıştır. Gözyaşları kızıl ırmaklara dönmüştür. Gökyüzünü bulut kaplamıştır. Her akşam Emirdağ göklerinden dertlere deva dağıtan Ay ufuklarda kaybolmak üzeredir. Çağın kandili yükünü tutmuş, gökyüzünden göç edecek, dostu Allah’a, Sevdiceği Habibullah’a (sav) gidecektir. Vâhalila… Âşıklar ölmez, ölen tendir ama yine de Feyzi’nin yüreciğinde yeis, matem ve hüzün kol gezmektedir. Değil mi ki ölüm Allah’ın emridir, ayrılık olmasa… Değil mi ki dostlardan, yardan ayrılık olmasa ölüm yol bulup gelemez aramıza. Şimdi ağlayıp inlemenin, gözyaşlarıyla gökyüzünü titretmenin vaktidir. Bu nevruz, bu bahar değildir. Bu bir veda, bu bir hüzün çelengidir. Gözyaşlarının çağlayıp şerha şerha ummana karıştığı demdir.
Bediüzzaman, Risalelerle dil iktidarını kurmuş, bütün idraklere seslenerek gönüllerin sultanı olmuştur. Hanların, Hakanların, Sultanların bile imreneceği insanlığa iki cihan saadetini temin eden Risale gibi bir eseri miras bırakarak yeryüzünden çekilmeye, gökyüzüne yükselmeye yüz tutmuştur. Kâinata teselli olarak sadece Üstadın kalbinden sızan Nurlar kalmıştır. Yerler, gökler ağlamaktadır. Göklerden damla damla keder, yerden buğu buğu yas ağmaktadır. Bu bir methiye değil, bu bir mersiyedir. Kendi yasının ezgisi, meleklerin sessiz ve kırgın şiiridir. Feyzi gibi binlerce Üstad aşığı Sevgiliye canını vermek için eşiktedir. Kemal-i huzurla Nemrut’un ateşine atlamak için tetiktedir. Kediler suskun, çiçekler üzgün, felekler küskündür. Asırlar var ki yeryüzü böyle mersiyeciler ve yascılar görmemiştir.
Bediüzzaman yetmiş yıl önce anne rahmine damla olarak düşmüştür. İhtimal ki bugün koca bir çınar gibi toprağa düşecektir. Sevenleri yıllarca onu bir Gavs, Münci, Kutup, Veli, Hazret ve Sultan gibi gözünde ve gönlünde büyütmüş, o ise kendini Hak ile yeksan etmiş, “Ben EbûTürâbım (toprağın babası), Said’e toprak gibi tevazu gerektir” deyip toprak olmayı seçmiştir. Oysa o Said’dir, saidlerden, saadet ehlindedir; şakilerden değildir. Said tahirdir, temizdir. Su, ateş ve toprak temizleyicidir. O aşk mescidinde gözyaşlarıyla abdest almış; zindanlarda, sürgünlerde Nemrudane ateşlerde yanmış, arınmıştır. O halde toprağa ne hacet kalmıştır.
Bediüzzaman’ın ruhu dünyadan çekilmeye, arşa doğru kanatlanmaya başlamıştır. Çağ, yüzünü toprağa dönmüş, Bedii’nin kıymetini bilememiştir. Varlık onun ruhunu mersiyelerle arşa uğurlarken arz bigane kalmıştır. Ama bir gerçek vardır ki asırlar geçse de hasbilerin, saf ve safi gönüllerin derinlerinkilerinde menkıbeleri çağıldayıp duracaktır. Methiyeleri dilden dile dolaşacak, yeryüzünü arşınlayacaktır.
Feyzi üzgündür, ayrılığa dayanamamaktadır Son anlarında Üstadının yanı başında hizmet etmek istemektedir. Nurlarla bezenmiş ellerini öpmek, ağrıyan kollarını sıvazlamak istemektedir. Dudağına zemzem tadında bir damla su vermek, o katreyle Üstadını Habibullah’a (sav) dualarla, methiyelerle uğurlamak istemektedir. Dua sarmalına dönen dili her daim Sevgiliyi zikretmektedir. “Âh... ne olurdu, şimdi şu sayılı nefeslerini verdiğin şu anda, şu son deminde, huzurunda ve yanında bulunup, sana hizmet edebilse idim. Son kelâmını ve son vasiyetini işitebilse idim. Hararetten kuruyan o mübarek ağzına sıcak bir fincan çay, birkaç damla su verebilse idim.”
Üstad ağır hastadır. Göklerin kapısına dayanmış, ahiret yolunu yarılamıştır. Alem-i ervaha uçtu, uçacak; asıl yurda vardı, varacaktır. ‘Büyük ağabey, şanlı ve muhterem şehid Hafız Ali’, bütün kardeşler, ecdat, ata ve evliyanın büyük ruhlarına kavuşacaktır. Feyzi o ulvi ruhlara Sevgiliyle selam gönderir. Kendinin de onlara yakında ulaşacağını hissetmiş olmalı ki daha şimdiden “Ruz-ı ceza ve mahkeme-i kübramızda bize şefaatçi ol” diyerek Üstaddan medet umar.
Güller bülbüllere baka baka sevgiyle açar. Bülbüller güllere baka baka aşkla ağlar. Bugün hazandır. Üstadın güzel yüzü soldu solacaktır. Belki de gül yüzü Feyzi gibi bülbüllere haram olacaktır. Ahbabın ağlayıp a’danın (düşman) güldüğü; yârin solup ağyarın (düşman) ölüm soluduğu günlere gelinmiştir. Oysa Feyzi günlerdir bu hüzün sağanağından halâsını beklemektedir. Demek ağyâra bayram, yâra matem vardır. Hasret vuslata galip gelmiştir. Artık Sevgili dünyadan göçecek, Feyzi bir daha yüzünü göremeyecektir. Vuslat artık rüyalara ve dualara kalmıştır. Şimdi Feyzi dostlara ne desin, ne desin…
Bediüzzaman bir kuştu, ruhu ten kafesinden uçtu. Kuş kafeste huzur bulur mu? Hüzünlenmeyin, Sevgili huzur bulmak için Huzur-u İlahiye uçtu. Kılıç kından çıkınca keser. Sevgili kılıçtı, kınından çıktı, toprağa sığındı. Kederlenmeyin, artık kılıç daha çok keskinleşecek, daha derin yaraları iyileştirecek, daha çok gönle iyi gelecek. Sevgili mevt tezkeresini aldı, ebedi menziline vardı. Dünya denilen rahimden çıktı, kabir denilen cennet bahçesine daldı. Dertlenmeyin artık, sevgili tohumdu, yeniden doğmak için toprağa karıştı. Binler sümbülle yeniden yeşerecek, dünyaya yine güzel kokular verecek…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.