Prof. Dr. Şadi EREN

Prof. Dr. Şadi EREN

Âyet ve Hadisleri Değerlendirmede İnce Bir Ölçü

Peygamber efendimiz bir defasında işaretle orta parmağını birleştirerek şöyle buyurur:

“Ben ve kıyamet bu ikisi gibiyiz.”[1]

Bediüzzaman bundan muradın “Aramızda ortaya girecek bir peygamber yoktur” manası olabileceğini söyler. Bu münasebetle de bir kelamı değerlendirirken o kelamla ilgili farklı manalara ulaşabileceğini nazara verir. Bunları birbirinden ayırt etmek gerekir.

Bu hadîs üç hükmü tazammun etmektedir:

1-Bu, peygamberin kelâmıdır.

Bu hüküm, mütevatir bir rivayetin neticesidir. Hadis mütevatir derecede sağlam bir rivayetle gelmemişse o sözün peygambere nisbeti daha zayıf olur. Böyle bir durumda “Bu hadis değildir” diyen kimse hadisin manasını değil, peygambere ait olmasını reddetmiş demektir.

2-Bu kelâmdan kastedilen mana ne ise, haktır ve doğrudur.

Bu hüküm ise, mu’cizelerden doğan delilin neticesidir. Yani peygamber sözü olduğuna göre elbette doğrudur. Bu iki hükümde ittifak etmek lazımdır. Çünkü tevatürle nakledilen bir hadisi reddeden bile bile inkâr etmiş ve yalanlamış olur. Hadisten murat olan manayı inkâr eden adam dalâlete gider, zulmete düşer.

3-“Bu kelâmdan murat budur, bu sadefte olan cevher budur, ben gösteriyorum.”

“Bu kelâmdan murat budur” ifadesi, -keyfi olmamak ve bir delile dayanmak şartıyla- içtihadın neticesidir. Müçtehit olan biri başka müçtehidin taklidine mükellef değildir. Bu üçüncü hükümde çok farklı değerlendirmeler ortaya çıkar. Âyet ve hadislerin yorumunda görülen “Falan bu konuda şöyle dedi. Filan da böyle dedi. Ayrıca şu da denildi” gibi ifadeler buna şahittir.[2]

Te’vilin reddi

Bir müçtehit başkasının yorumunu kabul etmese, “İlgili nassı kabul etmiyor” denilmez. Nassı kabul etmemek ayrı, nassın tevilini kabul etmemek ayrıdır. Zira “Âmm, bir hâssın intifâsıyla müntefî değildir.”[3] Mesela, “İnsan zarardadır” dediğimizde cins olarak bir değerlendirme vardır. Bundan, “Genelde insanlar zarardadır” manası anlaşılır. Yoksa her insanın mutlaka zararda olması gerekmez. Dolayısıyla “Falan da insan, ama zararda değil” gerekçesiyle üstteki hükme itiraz edilemez. Veya “Meyve yedim” dedikten sonra, faraza elma yemediğimiz anlaşılsa, yalan söylemiş olmayız. Çünkü bu sözümüzün doğru olması için herhangi bir meyve yemiş olmamız yeterlidir. Benzeri bir şekilde, genel hüküm ihtiva eden bir ibareden pek çok hükümler çıkarılabilir. İçtihadî olan bu hükümlerden birini veya bazılarını inkâr eden biri, o ibareyi yalanlamış sayılmaz.

Âyette “Evlere kapılarından gelin” buyrulur.[4] Her hükmü kendi bağlamı itibariyle değerlendirmek lazım gelirken, mesela içtihadî olan bir hükmü inkâr eden kimseyi, sanki o nassı inkâr etmiş gibi telakki eden biri, kapı varken pencereden girmeye çalışan kimseye benzer.

Öte yandan “Her kilidin de bir anahtarı vardır.”[5] Sözgelimi işari bir manayı zahiri manayı anlar gibi anlamaya çalışırsak, bizim anahtarımız o kilidi açmayacaktır. Mesela İmam Gazzâli, “Allah göklerin ve yerin nurudur…”[6] âyetini açıklamak için “Mişkatu’l- Envar” isimli müstakil bir eser yazmıştır. Bu eser, âyetin derûni ve batınî manalarını anlamak için âdeta bir anahtardır. Bu anahtarı kullanarak âyetin kilidini açmak ve muhteşem mana derinliğine ulaşmak mümkündür. Ama bu tür batınî manalara yönelmeyen birinin tefsiri, bu kilidi açamayacak, o güzelim manalar kapalı kalacaktır.[7]

Her âyetle alakalı üç durum

Herhangi bir âyetle alakalı olarak da,

1- Bu Allah’ın âyetidir.

2- Âyetten murat olan mana haktır.

3- “Âyetten murat şudur” şeklinde üç ayrı hüküm bulunur.

Fakat ilk hükümde ince bir fark vardır. Âyetin sübutunda mutlaka kat’iyet vardır. Ama hadislerin sübutunda aynı kat’ilik söz konusu değildir. Zayıf senetle rivayet edilen bir hadisi reddetmekle bir âyeti reddetmek aynı kefede tartılmaz. Zira âyetlerin metni konusunda Müslümanlar arasında herhangi bir farklı değerlendirme yoktur. Elimizdeki Kur'an metni bütün zamanlarda bütün Müslümanların elinde olan metinle aynıdır.

Misal olarak şu âyete bakabiliriz:

“Saat (kıyametin kopuşu) yaklaştı ve ay yarıldı.”[8]

Âyette anlatılan durum rivayetlerde ve tefsirlerde genelde şöyle anlatılır: Kafirler Hz. Peygamberden bir mu'cize talep ettiler, bunun üzerine peygamberimizin işaretiyle ay inşikak edip yarıldı. Ekseriyetin eserlerinde nazara verdiği mana bu olmakla birlikte âyeti “Ay, kıyamet günü inşikak edecek” şeklinde tevil edenler de olmuştur. Böyle bir tevil, -“Bu Allah’ın kelamıdır ve Allah bununla neyi murat etmişse ona elbette iman ettik” demeleri şartıyla- kendilerini inkarcı duruma düşürmez. Çünkü âyetin açık manasını reddetmemektedirler. Bu görüşü söyleyenlere göre âyette “Ay yarıldı” denilmesi geçmişte bu olayın vukuuna kati bir delaleti yoktur. Çünkü Kur'an'da ilerde olacak olaylar geçmiş zaman sığasıyla da yer yer ifade edilmektedir. Mesela cennettekilerin konuşmaları “Onlardan biri şöyle dedi” şeklinde geçmektedir.[9]

[1] Buhârî, Tefsîru sûre (79) 1, Talâk 25, Rikak 39; Müslim, Fiten 132; Tirmizî, Fiten 39.

[2] Bkz. Said Nursi, Muhakemat, s. 47-48

[3] Nursi, Muhakemat, s. 48

[4] Bakara, 189

[5] Nursi, Muhakemat, s. 48

[6] Nur, 35

[7] Eser tarafımızdan tercüme edilmiş ve Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları arasında basılmıştır.

[8] Kamer, 1

[9] Bkz. Saffat, 51

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum