Ahmet Nebil SOYER

Ahmet Nebil SOYER

Aziz Mahmut Hüdayî

Fazlullah bin Mahmud’un oğlu olan Aziz Mahmut Hüdayî Ankara’nın Şereflikoçhisar ilçesinde doğmuştur. Eskişehir’e bağlı Sivrihisar ilçesinde çocukluğunu geçirmiştir. Hüdayi öğrenim için İstanbul’a giderek Nazırzade Ramazan Efendi’nin öğrencisi olmuştur. Bir yandan da Halveti şeyh Nurattinzade Muslihittin Efendi’nin sohbetlerine devam etmiştir. Nasır Efendi’nin müderris olarak tayin edildiği Edirne’ye onun muid’i müderris yardımcısı müzakerecei, kadılığa gittiği Şam ve Mısır’a ise onun naib’i kadı vekili olarak beraber gitmiştir. Mısır ‘da Halveti şeyhi Kerimeddin’den ders almıştır. (Murat Yüksel)

Bursa’daki Ferhadiye Medresesine müderris tayin edilir (1573). Bursa’da aynı zamanda Mahkeme-i Suğra Nâibliği/Kadılık da yapar.

Bursa’daki görevi esnasında gördüğü bir rüya üzerine Şeyh Üftade’ye intisap eder. Üç sene kadar Celvetî üslûbu üzerine sülûktan sonra, Seferhisâr’da halife olarak irşada başlar. 
Seferhisâr’dan tekrar Bursa’ya, oradan da İstanbul/Üsküdar’a gelir. Önce Küçük Çamlıca’daki çilehanede bir süre inzivaya çekilir.

Hâlen Üsküdar’da bulunan Hüdâyî Dergâhı, 1595’te inşa edilir ve içinde; kütüphane, semahane ve türbe bulunan bu tekke, devrinde âlimlerin, şairlerin ve musikişinasların toplantı yeri olmuş, devrin padişahı I. Ahmed de zaman zaman bu toplantılara katılmıştır.

Aziz Mahmud Hüdâyi, Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı şairleri zümresi içinde yer almış, sade ve hikemi mahiyette şiirler yazmıştır. Şiirlerinde, bazen hece, bazen de aruz veznini kullanan Hüdâyî, İbnü’l-Arabî’nin sistemleştirdiği vahdet-i vücûd anlayışına bağlı bir mutasavvıftır. Şiirleri ve mektuplarında bu açıkça görülür. Onun gerek devrinde, gerekse daha sonra yazılan tarih ve bibliyografya kitaplarında; “kutbü’l-aktab, sâhip-i zamân, mürşid-i kâmil” gibi unvanlarla anılması, ölümünden sonra da şöhretinin devam ettiğini göstermektedir. Dilden dile nakledilen menkıbe ve kerametleri halkın gönlünde taht kurmasını sağlamış, ziyaretçileri her devirde artarak devam etmiştir.

Aziz Mahmud Hüdâyi’nin eserlerini; Türkçe ve Arapça olmak üzere başlıca iki grupta toplayabiliriz. Onun eserleri; dinî ve bilhassa tasavvufî konuları fazlası ile işlemiştir ki, bu sebeple o, bu tür şiirin önde gelen önemli temsilcilerinden biridir. O, zamanında ve bugün de herkes tarafından çok tanınmış, halktan ve padişahlardan dahi büyük saygı görmüş önemli mutasavvıflarımızdan biri olmuştur (Kocatürk 1970: 474). Eserlerinin birçok nüshasının bulunması da, bu eserlerin halk tarafından ne kadar sevilip benimsendiğini göstermektedir. Bu cümleden olarak onun Türkçe ve Arapça eserlerinin adlarını vermeye çalışalım:

Türkçe Eserleri

-Divân-ı İlâhîyat: Tasavvufî hikmet ve nasihatlerden oluşmuş bir Divân’dır.
-Tarikatnâme: Dervişliğin erkân ve adabı anlatılmaktadır.
-Tezâkir-i Hüdâi: I. Ahmed’e gönderilen mektup ve tezkirelerin toplandığı bir eserdir.
-Ecvibe-i Mutasavvıfâne: Kendisine sorulan bazı tasavvufî sorulara verdiği cevaplardır.
-Nasâyih ve Mevâız: Bazı nasihat ve vaazların derlendiği bir eserdir.
-Mi’râciye: Mi’rac’ı, ayet ve hadislere dayanarak anlatan küçük mensur bir risaledir.
-Necatü’l Garik fi’l-Cem’i ve’t-Tefrik: Bazı tasavvufî makamlardan bahseden eserdir.

Arapça Eserleri

-Câmiu’l-Fadâil ve Kâmiu’r-Reâil: Tasavvufî ahlaka dair olan meşhur eseridir.
-Fethu’l-Bâb ve Refu’l-Hisâb: İnsanın yaradılışından ve insanın sıfatlarından bahseden bir eserdir.
-Keşfü’l-Kânâ an Vechi’s-Sema: Tasavvuftaki sema konu edilmiştir.
-Habbetü’l-Mahabbe: Allah, peygamber ve ehl-i beyt sevgisi üzerine bir eserdir.
-Nefâisü’l-Mecâlis: Bazı ayetlerin tasavvufî tefsiri yapılmıştır.
-Tecelliyât: Hayatta iken mazhar olduğu tecellileri anlatan ve tarihleri ile tespit edilen bir risâledir.
-Vâkıât: Tarikat sırları ile ilgili bir risaledir.( Türk Edebiyatı)

NA’T

Kudumün (ayağın) rahmet-i zevk u safadur ya Resulallah
Zuhurun derd-i uşşaka devadur Ya Resullallah
Nebi idün dahi Adem dururken ma ü tin (su ve çamur) içre 
İmam-enbiya olsan revadur Ya Resullallah
Senünle irdiler zata dahi envar-ı lezzata
İşün erbab-ı hacata atadur Ya Resulallah
Hüdai’ye  şefaat kıl  eğer zahir eğer batın
Kapuna intisap itmiş gedadur Ya Resullallah 

İLAHİ 

Kim umar senden vefayı 
Yalan dünya değil misin
Muhammed ü l Mustafa’yı     
Alan dünya değil misin
Yüri hey bi vefa yüri     
Sensin hod (kendini beğenmiş) bir köhne karı
Nice yüzbin erden geri     
Kalan dünya değil misin
Sihr ile donatıp kendin     
Meydana salan semendin
Alemde mihnet kemendin
Salan dünya değil misin
Kasd idip halkın özine 
Toprak doldurup gözine 
Ehl-i gafletin yüzine
Gülen dünya değil misin
Eger şah u eğer bende 
Her kişiyi salan bende
Kimse mekan tutmaz sende 
Viran dünya değil  misin 
Kimisini nalan edip
Kimisini giryan edip
 Ahir-i kar üryan idip
Soyan dünya değil misin 
İşin gücün daim yalan 
Çok kişiden arta kalan 
Nice kere boşaluban 
Tolan dünya değil misin 

İlahi 

Diller acep hayran olur
Esrar-ı zikrullah ile 
Yollar begüm asan olur
Asar-ı zikrullah ile 
Nefsin hevasından kesil 
Zikreyle Hakk’ı muttasıl 
Saykallanur mirat-ı dil (gönül aynası) 
Tekrar-ızikrullah ile 
Ger ister isen kurb-ı  Hak 
Al ehli irfandan sebak
Geldi zuhura her varak 
Eşcar-ı zikrullah ile 
Ref olsa zulmani hicab (perde)
Dilden giderdi ıztırap 
Yap yap gönül kasrını yap
Mimar-ı zikrullah ile 
Zikri bilip habl –i metin 
Muhkem tutar ehl-i yakin 
Daim ider  ila yı din 
İzhar-ı zikrullah ile 
İsterse ger kalbün safa 
Zikreyle Hakk’ı daima 
Bimar (hasta) olan bulur şifa 
Timar-ı (terbiye) zikrullah ile 
Dilden kederler dur olur 
Mahzun olan mesrur olur
Zulmet Hüdayi nur olur 
Envar-ı zikrullah ile 

GAZEL

Tiynet-i ademde (insanın yaratılışına) konmasa ezel sevda-yı aşk 
Cenneti bir daneye satmazdı ol dana-yı aşk 
(Büyük aşıklar cenneti bir daneye satmazdı)
(Yunus Emre “Cennet cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri İsteyene sen ver anı bana seni gerek seni ) diyor işte Yunus (danayı aşktır.)

Kenz i mahfiden zuhura geldi eşya-yı lacerem
(Gizli hazineden, Allah’ın sonsuz hazinesi, meydana geldi bu  bütün eşya)

Bad-ı Hubb ile temevvüc itti çün derya-yı aşk
Sevgi rüzgarı ile dalgalandı taştı aşk deryası
(Bütün varlık gizli bir ilahi hazineden taştılar, Sevgi rüzgarı ile dalgalandı aşk deryası.) 

İşk u meşk olmaz  nihan anı bilir Halk-ı cihan
(Sevgi ve sevginin mertebeleri, halleri gizli kalmaz, onu Cihanı yaratan bilir)

Biçare aşık aşkını gizleyemez (Bir şekilde belli olur) 

Aşık-ı biçareye mümkin midir ihfa yı aşk 
Bülbülün halin bilenler guş iderler nalesin 
(Bülbülün halini bilenler onun ağlamasını duyarlar)

Bir gül-i bihar içündür (dikensiz gül) bunca hay huy ı aşk
(Dikensiz bir gül için bülbülün ona olan aşkından dolayı gayretler hayhuylar olur da insan nasıl bu bütün ilahi güzelliklerin karşısında ağlayıp sızlamaz, (ne kadar harika bir cümle.) Ne insanlar çıkmış bu topraklardan helal olsun) 

Talib-i didar olup (Allah’ın cemalini istemek) 
Ayılmaya ta haşre dek
Kim ki nuş ide ezel bezminde ger sahba-yı aşk
Kim ki o insan ki ezel meclisinde, hilkat akabinde insan içer de aşk kadehini, Allah’a talib olur onun cemalini görmek için haşir sabahına kadar uyanmaz.)

Işk-ı Şirin oldı feryadına Ferhad’ın sebeb
Ferhadın feryadı Şirin’in güzelliğine olan ilgisinden dolayıdır
Ey nice büyük insanları, kemal sahiplerini deli eden aşk Leyla’sı 
Ey nice danaları (ileri kişileri) mecnun iden Leyla-yı Aşk
(Leylanın aşkından mecnun olursa aşık bütün güzellikler Leyla ile isimlendirilmiştir, nasıl  o insan deli olmaz ki.) 

Ey Hüdayi halet-ı aşkı (aşkın hallerini ) ne bilsin her makes (her varlık.)
Aşkın Hallerini ey Hüdayı (Aziz Mahmut) aşkın hallerini herkes bilemez, varlığı yansıtanlar, 
Kulle-yi kaf-ı hakikat murgıdır anka-yı  ışk (Aşkın Anka kuşu hakikatın Kaf dağının tepesindeki kuştur. O tepeye tırmananlar ancak aşkın hakikatını anlarlar, herkese nasib değildir, her babayiğitin hakkı değildir o tepeye tırmanmak ve hakikatı yakalamak.)

GAZEL 

Ezelden ışk ile biz yane geldik-Hakikat şemine pervane geldük
Tenezzül eyleyüp vahdet ilinden-Bu kesret alemin  seyrana geldük
Geçip ferman ile bunca avalim–gezerken alem-i insana geldük
Fena bulduk vücud-ı fani mutlak –Bırakduk katreyi ummana geldük
Nemiz ola Hudaya sana layık–Heman bir lutf ile ihsana geldük
Umaruz irerüz baki cihana–Civar-ı Hazret-i Rahman’a geldük
Geçip ahir bu kesret aleminden–Hüdayi halvet-i Sultan’a geldük

Şirin hikayesi 

Yukarıdaki şiir tasavvufi–dini-kelami ve kısmen felsefi bir  yaratılış panoramasıdır. İnsanın yeryüzüne belli bir dünyevi zaman ile mukayyed olmayan bir zaman ve yerden aşk ile birlikte yanıp tutuşup dünyaya hakikat mumuna pervane olmak için geldiğini söylüyor. Yani insan yeryüzüne geldiğinde alemin ve yaratanın hakikatını ve ona bağlı olan hakikatlerin etrafında dönmek için geldiğini söylüyor. Anlatıcı kahraman anlatıcı modunu kullanmış. Bir şeyin etrafında dönmek onu anlamak içindir. Pervane çok anlamlı kullanılmıştır.

Herşeyin düzenli olduğu ilin ülkenin adı vahdet ilidir, o ilden bu kesret çokluk alemine bu alemde seyran etmek ve harikalığını seyretmek için gelmiştir, bütün insanlar ve hayvanlar. Seyretmek estetik bir tavırdır, Allah insanı seyretmen için yaratmıştır, iki göz ve beden seyredecek mükemmellikle yaratılmıştır. Bir çok şiir seyretmek fiiliyle başlar bazı ayetler de. İnsan uzun süre alemde seyran etmek ve akabinde seyretmek için dünyaya gelmiştir, bir çok alemlerden geçtikten sonra, insan alemine gelmiştir, çünkü insan insan olmadan evvel cüzleri birçok alemde dolaşmış sonra birlik olup insan olmuştur. Tıpkı ressamın malzemelerinin ayrı ayrı ilken bir hale gelmesi gibidir. 

Fani vücudu faniliğinde bırakıp, bir ummanın bir okyanusun katresi olmuştur. Ondan sonra Allah’a hitab eder şair, Sen bize bu kadar liyakatlar vermişken bizim sana verecek bir şeyimiz yok, senin lütuf ve ihsanlarını almaya geldik, burada insan Allah’ın ihsanlarını kabule layık bir beden kazanmıştır artık. Alem de o ihsanları verecek şekle haizdir. Ondan sonra şair incelikle umarız ebedi aleme layık oluruz der. Hazreti Rahman yani bize koca kainatı verene geldik, ondan sonra ki makam ise Cennet’de Allah ile buluşmak onun ile halvet olmaya Sultana mülaki olmaya gelmiştir. Yaratılışın fantastik-realist hikayesi a harfinden başlayıp dünyevi en son durağa  kadar anlatılmıştır. Hüdayi Zat ne kadar mükemmel bir muhayyile ve anlatıma sahip Allah şefaatine mazhar etsin. Doçentlik sınavımda zorlandım Hanım Hüdayi hazretlerinin mahallini görmüş, bizi korumasına aldı öğrendik yerini istanbul’a gittik ve onu ziyaret edip pay-ı şerifinden bus edip, yardımı ile menzilimize vardık.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum