Bayanlardan sadeleştirmeye ilmi eleştiri

Bayanlardan sadeleştirmeye ilmi eleştiri

Bir araya gelen bayan Risale-i Nur okuyucuları sadeleştirmeyi ilmi bir çalışmayla eleştirdi

Risale Haber-Haber Merkezi

Risale-i Nur'un sadeleştirilmesi her yaş ve gruptan insanların tepkisini çekmeye devam ediyor. Bir araya gelen bayan Risale-i Nur okuyucuları sadeleştirmeyi ilmi bir çalışmayla eleştirdi. Raporu Risale Haber'e gönderen Nurefşan İraz, benzer çalışmaların devam edeceğini belirtirken sadeleştirilmiş Lem'alar'da anlamın kaybolduğuna dikkat çekti.

İşte o çalışmadan bir örnek:

Risale-i Nur ne hal ile yazılmış ise , öyle kalması lazım geliyordu.Sonradan tashih ve tanzim etmeye me’zun değiliz!Şairlerin ve ehl-i aşkın,zülf-ü perişaniyi sevdikleri ve istihsan ettikleri nev’inden bu risalelerde –zülf-ü perişan tarzında—soğuk tasannu,karışmadan,hararet ve halavet-i asliyesini muhafaza etmek niyetiyle kendi haline bırakılması lazımdı. (Fihrist Risalesi)

 

                 

                 HATA

 

                       SEVAB

1.) Hz. Yunus ibn-i Meta’nın

 (ala Nebiyyinâ ve aleyhisselatu vesselam)

 

1.)           “Hz.Yunus ibni Metta’ Ala Nebiyyinâ ve Aleyhissalatü Vesselam”

Hz. Yunus ibn-i metta ile birlikte Efendimiz (a.s.m)’ın el-Mucib ismine, ism-i Azam derecesinde mazhariyetini anlayamamış ki, münacatı sadece Hz. Yunus (a.s) hasrederek iki peygamberin aynı ism-i Azamın semasındaki buluşmasını, ubudiyetlerini görememiş. Otuz birinci söze havale ediyoruz.

2.)  “Çok büyük bir yakarış…”

 

2.)           “…en azîm bir münâcattır…”

1.lem’a baştanbaşa münâcatı anlatırken sathî bir nazar ile münâcat kavramını anlamadığından çok büyük yakarış diyerek çok büyük hata yapıp manayı katletmiştir. Hâlbuki münâcat; esbabın bilkülliye sukutu ile nur-u tevhid içinde sırr-ı ehadiyetin inkişafıdır, ism-i Mucib’e mazhariyettir, ayinedarlıktır.

 

3.) “Onun meşhur kıssasının özeti”

3.) “Hz.Yunus Aleyhisselamın kıssa-i meşhuresinin hülasası”

Hz.Yunus (a.s) kıssa-i meşhuresini Kur’ân anlattığı için meşhurdur. “O’nun” diyerek kıssa-i Hz.Yunus (a.s) ‘ın hikâyesinin özeti

gibi anlatılmış. Hâlbuki burada

فَنَادَى فِى   

الظُّلُمَاتِ اَنْ لاَ اِلهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ ٭

Ayetinin de bu asra bakan manasının tefsiride yapılarak “bu kıssa-i meşhurenin hülasası” denilerek, bu ayetin bize bakan vechi tefsir edilmiş. “O’nun” denildiği zaman Hz. Yunus (a.s) hikâyesi gibi anlaşılarak Kur’ânın kıssası nazara alınmamış, kudsiyetine halel vermiş.

 

3.)  “Her şeyden ümit kesilmiş bir haldeyken…” 

(sanki “taraf” kelimesi Türkçe de yokmuş gibi…)

 

 

 

 

4.) “Her tarafdan ümit kesik bir vaziyette…”

Taraf kelimesi, bütün cihetleri kasd ederek ümidin hiçbir cihetten gelemeyeceği ifade edilerek sebeblerden asla yardım gelmeyeceği vurgulanır. “Her şeyden” kelimesi bu manayı sınırlar kayıt koyar. Aynı zamanda  “Ümit kesik bir vaziyette” cümlesi,  “haldeyken” diye değiştirilerek esbabın bilkülliye sukutunu hangi zeminde olacağı bağlantısı kesilmiş mana anlaşılmamış. Hâlbuki bir sonraki cümlede vaziyet kelimesi neden değiştirilmemiş!!! bu manayı rencide etmek için kasıtlı bir tahriftir bozmaktır.

 

5.) “O vaziyette sebepler tamamen aciz kalmış…”

 

5.) “O vaziyette esbab bilkülliye sukut etti”

“Aciz” kelimesi, “sukut”(sukut  kelimesi aciz kaldığı için susmuş gibi anlaşılmış. Kaf ile yazılan Sakıt düşmek demektirdir.)gibi sebeblerin bizim nazarımızda kıymetini düşürüp tesirden azledilmesini ifade etmez.

 

6.) “Ancak bu üçüne birden sözü geçen…”

 

 

6.) “Bu üçünü birden emrine musahhar eden”

Sözü geçmek, asla üçünü birden emrine musahhar etmek (emir kelimesi emretmekle beraber yaratmayı da ifade eder.) manasını karşılayamaz.

 

7.) “Kurtuluş sahiline çıkarabilirdi…”

7.) “Sahil-i selamete çıkarabilir…”

Sahil-i selamet ahiret âlemindeki saadeti ifade eder. Cennetteki selam yurdudur.Ahiretteki selamet yurduna vuslat manası katledilmiş.sahil-i selamet ahirete ait değişmez kavramlardandır.Başka bir kelime yerine konulamaz.

 

8.) “Bütün sebeblerin gerçek sahibi ve yaratıcısı olan Cenab-ı Hak’tan başka bir sığınak bulunmadığını bizzat yaşayarak görmüş…”

 

8.) “Müsebbibü’l-Esbabdan başka bir melce’ olamadığını aynelyakin gördüğünden…”

Bütün sebeblerin gerçek sahibi Cenab-ı Hakkın Malik ismini, yaratıcı ise Halık ismini anlatır. Metnin aslında olan Müsebbibü’l-Esbab ise hem sebebe hem müsebbebe aynı anda taalluk edendir. Mesela göz sebebdir görmek müsebbebdir hem gözü hem görmeyi aynı anda yaratan Müsebbibü’l-Esbabtır. Esma-ül hüsnadan                                            Müsebbibü‘l-Esbab ismi ifade edilmemiş cümlenin esma ile alakası kesilmiş.

 

 

9.)  "Tâ ki îman nuru ve Kur’ânın mehtabı ile istikbalimiz aydınlansın, gecemizin dehşet ve vahşeti bize dost varlıklar arasında bir gezintiye dönüşsün…”

 

 

9.) “Tâ ki, nur-u îman ile ve Kur’ânın mehtabıyla istikbalimiz tenevvür etsin ve gecemizin dehşet ve vahşeti ünsiyet ve tenezzühe inkılab etsin.”

Ünsiyet ve tenezzüh kelimeleri asla bu manada kullanılmamıştır.

 

10.) “Ve o Kur’ân sırrıyla o Furkani terbiye ile nefsimiz bize yük olmak yerine bineğimiz olup bizi sırtına bindirsin, ebedî  hayatımızı kazanma yolunda kuvvetli bir vasıta haline gelsin.”

 

10.) “Hem o sırr-ı Kur’ânla, o terbiye-i Furkaniye ile nefsimiz bize binmeyecek merkubumuz olup bizi ona bindirip, hayat-ı ebediyemizin kazanmasına kuvvetli bir vasıtamız olsun.”

Nefsimiz bize binmeyecek; nefsimizi terbiye-i Furkaniye ile zararlı hevesattan kurtararak nefsin dizginlerini elimize alıp, onun zengin cihazatlarını ibadette istimal ederek hayat-ı ebediyemizin kazanmasına kuvvetli bir vasıta olması manası asla bineklik kelimesinin izahı için YÜK  kelimesinin getirilmesiyle anlaşılamaz ifade edilmez. Birde binek kelimesinin sadeleştirilmesi veya izahı yük kelimesi ile mi olur.! Bu sadeleştirme altında kasıtlı olarak Risale-i Nurun tamamen değiştirilip bozulması için bir çalışmadır.

11.) “Madem insan, mahiyetinin kuşatıcılığı itibarı ile sıtmadan elem duyduğu gibi yeryüzündeki depremlerden, sarsıntılardan ve kâinatın kıyamet anındaki büyük zelzelesinden de endişe eder.”

11.) “Madem insan, mahiyetinin câmiiyeti itibariyle sıtmadan müteellim olduğu gibi arzın zelzele ve ihtizazatından ve kâinatın kıyamet hengâmında zelzele-i kübrasından müteellim oluyor.”

 Câmiiyet insanın mahiyetindeki yirmi üçüncü söz’de, otuz üçüncü sözün otuz birinci penceresinde, on birinci şuadaki yedinci meselede,yirmi sekizinci sözde anlatıldığı, zengin cihazat ve aletler ve havas ve letâiflerdir asla kuşatıcılık değildir.

 

        “İnsanın cihazat cihetiyle zenginliği şu sırdandır ki: Akıl ve fikir sebebiyle insanın hasseleri, duyguları fazla inkişaf ve inbisat peyda etmiştir. Ve ihtiyacatın kesreti sebebiyle çok çeşit çeşit hissiyat peyda olmuştur. Ve hassasiyeti çok tenevvü etmiş. Ve fıtratın câmiiyeti sebebiyle pek çok makasıda müteveccih arzulara medar olmuş. Ve pek çok vazife-i fıtriyesi bulunduğu sebebiyle, âlât ve cihazatı ziyade inbisat peyda etmiştir. Ve ibadatın bütün enva'ına müstaid bir fıtratta yaratıldığı için bütün kemalâtın tohumlarına câmi' bir istidad verilmiştir. İşte şu derece cihazatça zenginlik ve sermayece kesret, elbette ehemmiyetsiz muvakkat şu hayat-ı dünyeviyenin tahsili için verilmemiştir. Belki şöyle bir insanın vazife-i asliyesi, nihayetsiz makasıda müteveccih vezaifini görüp, acz ve fakr ve kusurunu ubudiyet suretinde ilân etmek ve küllî nazarıyla mevcudatın tesbihatını müşahede ederek şehadet etmek ve nimetler içinde imdadat-ı Rahmaniyeyi görüp şükretmek ve masnuatta kudret-i Rabbaniyenin mu'cizatını temaşa ederek nazar-ı ibretle tefekkür etmektir.” Sözler ( 325)