Bediüzzaman çok dilli eğitimi savundu

Bediüzzaman çok dilli eğitimi savundu

Artuklu Üniversitesi ve Akademik Dayanışma Araştırma ve Geliştirme Vakfı (ADAG) işbirliği ile 'Demokratik Açılım ve Müşterek Paydalarımız' konulu panel, Üniversite salonunda düzenlendi

Mehmet Selim Mardin'in haberi
  
Mardin Artuklu Üniversitesi ve Akademik Dayanışma Araştırma ve Geliştirme Vakfı (ADAG) işbirliği ile 'Demokratik Açılım ve Müşterek Paydalarımız' konulu panel Mardin Artuklu Üniversitesi salonunda düzenlendi. Panele konuşmacı olarak Doç. Dr. Adem Ölmez, Doç. Dr. Ahmet Yıldız, Doç. Dr. Mazhar Bağlı, Prof. Dr. Kadri Yıldırım ve Prof. Dr. Mehmet Altan katıldı.

ADAG Vakfı’nın çalışmaları hakkında bilgi veren Prof. Dr. Gürbüz Aksoy, vakfın bugüne kadar değişik yerlerde Anayasa çalışmaları ile ilgili paneller düzenlediğini, yöredeki problemlerden terör başta olmak üzere, namus ve töre cinayetlerinin nedenleri konularında çalışmalar yaptıklarını ve bu yüzden STK’ların üniversite ile işbirliği yapmasının önemine vurgu yaptı. Prof. Dr. Aksoy toplum olarak bir hastalığımız olduğunu bu nedenle takas kültürüne yöneldiğimizi, hem kültürümüzün yerleşmesi gerektiğini, örneğin ekmek mi hürriyet mi sorusunda bir tercih yerine toplum olarak hem ekmek, hem hürriyet istememizin gerekliliği üzerinde durdu.

Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Serdar Bedii Omay ise yaptığı selamlama konuşmasında; Üniversite olarak demokratik açılımın tuğlasını koyduklarını, Dinler arası anlayıştan değişik dillerin yaşatılmasına  kadar bir dizi çalışmaların başlatıldığını ve bu amaçla Sosyal Bilimler bünyesinde Kürdoloji bölümünü açtıklarını ifade etti. Kendisinin tıpçı olmasına rağmen; Sosyal Bilimlerle alakadar olduğunu dile getiren Prof Omay, düzenlenen panelin Demokratikleşme sürecine çok büyük bir katkı sunacağını belirtti.

Panel moderatörü Doç. Dr. Süleyman Yılmaz, bölgemizin çok dinli, çok dilli ve çok kültürlü bir yapıya sahip olduğunu bu yüzden demokratik açılım sürecinin siyaset malzemesi yapılmaması gerektiğini ve medya, STK ile üniversitenin bu konulara daha çok eğilmesi gerektiğini ve çalışmalarda bulunulması zaruretini ortaya koydu. Ayrıca Kainat boşluk kabul etmez kuralınca da bu konulardaki boşluğun müsbet anlamdaki çalışmalarla doldurulması gerekliğini ifade etti.

    Panelistlerin ilk sunumcusu olan Doç. Dr. Adem Ölmez, “Tarihi seyri ile Doğu ve Güneydoğu mücadelesi” konusuna II.Meşrutiyetin ilanının etkilerini anlatmakla başladı. Tarihimizde en önemli açılımın II.Meşrutiyetle başladığını ve halk tarafından bu olayın bayram havasında kutlandığını ifade etti. İkinci açılımın sevincini halkın 14 mayıs 1950 de yaşadığını, ancak her iki açılımda da hayal kırıklığı meydana geldiğini, bu yüzden yeni yapılacak olan demokratik açılımlarda hayal kırıklığının bir daha yaşatılmaması gerektiğini ve artık hükümetin bu rüzgar karşısında fazla direnmemesini ümit ediyoruz dedi.

Tarihten çarpıcı örnekler veren Doç. Dr. Ölmez, konuşmasına şöyle devam etti:”Musul’dan Van’a kadar altı bin Kürt aşiretinden bahseden Evliya Çelebi Moğol istilasından dolayı bölge halkının perişan edildiğini eserinde yazmıştır. Kürt aşiret reislerinin Osmanlı devleti tarafından her istekleri makul karşılanmış ve yaklaşık dört yüz senelik süreçte Kürtlerde hiçbir isyan hareketi olmamıştır. Bu yüzdende 20.yüzyılın başına kadar Kürtlerde milliyetçilik düşüncesi yerleşmemiştir. Sultan II.Abdülhamid tarafından iyi niyetle kurdurulan Hamidiye Alayları ise aç olan insanlara hazım ilacı gibi gelmiştir. Devlete yakın olan aşiretlere silah verilmiş diğerleri ise silahsız bırakılmışlardır. Yani günümüzdeki anlamıyla köy koruculuk sistemi getirilmiştir. II.Meşrutiyetin ilanından sonra o dönemdeki aşiretleri gezen bir bilge kişi vardır. Tarihteki üç Bitlisi’den biri olan Bediüzzaman Doğu ve Güneydoğunun hastalıklarını yerinde teşhis etmiş ve tedavi çarelerini eserleriyle ortaya koymuştur.Medresetüzzehra projesiyle Arapça vacip, Türkçe lazım, Kürtçe caizdir diyerek çok dilli eğitimin gerekliliğini dile getirmiştir. Eğer Bediüzzaman’a kulak verilseydi bugün bu konuları tartışmıyor olacaktık. Dileğimiz herkesin dinini rahatça yaşaması ve anadilini rahatça konuşması”

Panelist Doç. Dr. Ahmet Yıldız “siyasi iradenin demokratik açılım uygulamaları” konusuyla, ifade hürriyetinin en iyi soluklandığı mekanların üniversiteler olduğunu bu yüzden demokratik açılımın buralardan başlamasının uygun olacağını, ayrıca açılımın son dönemin hükümetiyle sınırlandırılmaması gerektiğini bu tartışmaların tarihi süreçte özellikle II.Meşrutiyetin hemen akabinde Hüseyin Cahit ile Prens Sabahattin arasındaki tartışmalarda adem-i merkeziyetçilik kavramı üzerinde yoğunlaştığını ama bu çok sesliliğe Babıali baskınıyla son verildiğini ve aynı tartışmalara Turgut Özal döneminde de rastlandığını bu dönemde de federasyon düşüncesine karşı gelindiğini anlattı. Doç. Dr. Yıldız bugüne gelince 2009 yılının Mayıs ayında Cumhurbaşkanının “iyi şeyler olacak” diye ifade ettiği demokratik açılımın 2009 Kasım ayında genel bir görüşme ile Kürt açılımı ile devam ettirildiğini ve bugünlere değişik adlarla geldiğini izah ederek sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu projeye yöneltilen en önemli tenkit söz konusu projenin içinin boş olmasıdır. Ancak toplum kendi aklını iradesiyle kullanabilse içi doldurulabilir ve bu sayede problemler açığa çıkacaktır. Maalesef Türkiye ortak paydalarını en hoyrat bir şekilde harcayan ve ortak paydalardan yeterince faydalanmayan bir ülke. Demokratikleşme süreci sosyalleşme ile mümkündür. Demokratik sistem için iyi bir anayasa ihtiyaç vardır” dedi.

Doç. Dr. Mazhar Bağlı’nın panel konusu “Demokratik açılımın bölgedeki yansımaları” idi. Bağlı, önce 1908 yılından günümüze yani Ahrar ve Serbest Fırka denemesinden 1946 yılı Demokrasi girişimine kadar gelip geçen sürecin tahlilini yaptı. Sonuç olarak yargı, asker, medya ve anayasa vesayetinin kaldırılması lazım geldiğini II.Cumhuriyet tartışmalarının mevcut Cumhuriyet sisteminin yetersizliğinden kaynaklandığını ve bizim daha I.Cumhuriyeti bile kuramadığımız görüşünü dile getirdi.Bu yüzden bireylerin sisteme dahil edilmelerini soyut bir açılımdan bahsedilecekse bütün kötü yansımaların ve geçmişin hatırlanması lazım geldiğini savundu.

Prof. Dr. Kadri Yıldırım “Yaşayan dillerde demokratik açılım yansıması” konulu konuşmasında, Kur’an’da diller ve kimlikle ilgili açılımları ayetlerde görebileceğimizi “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık.(hucurat-13) ayetinde geçen tanışma konusuna Said Nursi’den izah getirerek tanışınız derken birbirinizi sevin yani sevginin olabilmesi için karşılıklı tanışmanın vurgusu yapılarak ve ayetin devamında da birbirinizi inkar ederek nefrete sebep olmayın görüşünü dile getirdi. Yıldırım, tarihten örnekler vererek birinci  açılım ve özerklik konusunun Yavuz Sultan Selim döneminde yirmi beş Kürt beyliği ile varılan mutabakat metninde görülebileceğini asıl mutabakatın bu mutabakat olduğunu yani özerkliğin o dönemde tanındığını ifade etti. Bu dönemde Kürt dili ve edebiyatı altın çağını yaşamıştır. Ne zamanki Kürtler merkezi hükümete bağlanmaya çalışılmışsa hakları kısıtlanmıştır. İkinci açılımın Sultan II. Abdülhamid döneminde gerçekleştiğini çünkü Arap ve Arnavutlar tehlikede olan Osmanlı devletini terk etmeye hazırlanırken, sultan Kürtleri kaçırmayayım diye açılıma girişmiştir. Kürt alimleri de bu açılımları takdir etmişlerdir. Bediüzzaman da hükümetin dil açılımına el atmasını istemiştir. Bediüzzaman açılımı az gördüğünden reçetetül ekradı telif ile Medresetüzzehra projesine ağırlık verilmesini istemiştir diye sözlerini sürdürerek özellikle Diyanet İşleri Başkanlığının bölgeye irşad ekipleri göndermesi yerine bölgenin ihtiyacı olan Kürt dili üzerine çalışmalar yapması gereği üzerinde durdu.

Son panelist Prof. Dr. Mehmet Altan ise “Artılarıyla eksileriyle demokratik açılım” değerlemesinde, 2010 yılında Türkiye’nin demokratik adımları atamadığını, değişimi yapacak siyaset kurumunun bizzat 12 Eylül ürünü olduğunu bu işlerin simgelerle olamayacağını ve bizim siyaset kurumu değişmedikçe açılımı konuşmaya devam edeceğimizi ifade ederek “Türkiye’de din ve ırk söylemi üzerine siyaset yapılıyor. Hukuk ve haklar üzerine kimse siyaset yapmıyor. Çünkü bu kavramlar siyasette prim yapmıyor. Biz insanı görmezden gelerek siyaset yapıyoruz. Otuz yıldır 12 Eylül kurumları değişmemiş. Rejim mağdur üretmekte ve insanların birbirlerine düşmelerini sağlamaktadır. Onun için birey olarak birbirimizi mağdur etmeyelim. Bizim ortak paydamız evrensel hukuktur; ama siyaset kurumu bundan nemalanmadığından bu konuyu hayatiyete geçirmemektedir. İnsanın kutsallığı üzerinden herkesin mağduriyetini giderecek kurum hukuktur. Her şeyden önce hukuk güvencesinin sağlanması gerekir”dedi.

Kalabalık bir dinleyici tarafından igiyle takip edilen panel dinleyicilerden gelen soruların cevaplandırılmasından ardından sona erdi.

www.RisaleHaber.com