Bediüzzaman ile görüşen Son Şahitlerden Ahmed İlhan Yüce vefat etti

Bediüzzaman ile görüşen Son Şahitlerden Ahmed İlhan Yüce vefat etti

İnna lillah ve inna ileyhi raciun

Risale Haber-Haber Merkezi

Bediüzzaman Said Nursi ile görüşen son şahitlerden, İİKV Başkanı Said Yüce’nin babası Ahmed İlhan Yüce ağabey vefat etti.

Cenazesi 16 Şubat Cumartesi (bugün) ikindi namazına müteakip Ankara Hacı Bayram Camii’nden kaldırılacak.

Üstad ve talebelerini hapishaneden mahkemeye gelip giderken görüyordum

İlhan Yüce ağabey, Bediüzzaman Hazretleri ile görüşmesini Ömer Özcan’ın Ağabeyler Anlatıyor kitabında şöyle anlatmıştı:

1934 senesine Denizli’de doğdum. Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri 1943 Denizli Mahkemesi dolayısıyla şehrimizde bulunduğundan, on yaşımda iken Üstad’ı gördüm. Bizim evimiz mahkemeye yakın caddenin üzerindeydi. Üstad ve talebelerini hapishaneden mahkemeye gelip giderken görüyordum… Elleri kelepçeli üçerli dörderli kafileler halinde götürüyorlardı onları… 
Birkaç metre önümden geçerler, ben kaldırımda durup garip garip bakardım onlara... Hatta çocuk aklımla: “Bunlara da talebe diyorlar; nasıl oluyor bu iş, böyle yaşlı talebe mi olur” diye düşünürdüm kendi kendime.

O yaşımda namazımı kılar, dini şeyler arardım, meraklıydım. Hasan Feyzi Ağabey Dötrçeşme Camiinde vaaz eder, onu dinlemeye giderdim. Hasan Feyzi Ağabey çok tesirli konuşur, cemaatı hüngür hüngür ağlatırdı. Bir de ben Denizli’de iken Hulusi ağabey Denizli Askerlik Şube Reisiydi. Babam beni ona da götürdü, ama o yaşımda pek bir şey anlayamazdım.

Risaleler aşkla okununca açılıyordu insana

1955 senesinde Havacı Astsubay olarak ordu saflarına katıldım. Bandırma, Kayseri, Merzifon, Diyarbakır, Ankara ve İstanbul’da görev yaptım… Risale-i Nur’u 21 yaşında iken 1955 senesinde ilk görev yerim Bandırma’da tanıdım. Astsubay olarak orada bulunuyordum. Bir gün bir rüya gördüm… Bir pınarın başındayım, birisi geldi, “bu pınardan su iç” dedi. İçtim… Bir müddet sonra baktım ki rüyada gördüğüm aynı şahıs… Diyarbakır’dan yanımıza tayin olmuş, geldi. Bunu Alay Camisinde namaz kılarken gördüm. Baktım O… “Mutlaka bunda bir iş var” dedim. Tanışmak istedim, ama ben yanaşıyorum, o benden kaçıyor… Beni istihbaratçı zannediyor, çekiniyordu benden. Çeşitli yollar denedim, çalıştığım yere götürdüm, çay ısmarladım; fakat yok, bir türlü yanaşmıyor bana. Aylar geçtikten sonra kendisine açıkça, “ben öyle bir vazifeli değilim” dedim. Bana güvendi ve “Bende kitaplar var, seninle şehirde buluşalım” dedi.

Bu zatın ismi Yaşar Seçkin’di. O benden on yaş büyüktü… Aslında kendisi Eskişehir’de tarikat halifesiymiş. Beni önce şehirde deniz kenarına götürdü. Kitaplardan da getirmiş, okuyuverdi ve Risalelerin mahiyetinden bahsetti. Sonra beni evine götürdü… Orada tekrar bir şeyler anlattı bana. Bana biraz kitap verdi. Tabi o zamanlar daha matbaada basılmış eser yok, daktilo ile yazılmış teksir edilmiş kitaplardı. Bir tane kitap veriyor, mesela ‘Gençlik Rehberi’ni bir günde bitiriyordum. Evi de bana uzaktı, yarım saat yürüyüp kitabı değiştiriyordum.

O zaman daha bir aşkla okuyorduk biz bu kitapları… Risaleler aşkla okununca açılıyordu insana. Artık Yaşar ağabeyin evinde toplanıp dersler yapmaya başladık. Hizmete benden başladı, ama etrafları da dolaşıyordu devamlı. Cemaat çoğaldıkça çoğaldı... Kısa zamanda elli kişi kadar olmuştuk. O bizim hatalarımız veya yanlış hareketlerimiz olduğunda Risalelerden açıp okur, yüzümüze vurmazdı. Sefahate ve ahlaksızlığa karşı. İhlasla okuduğu için herkes sinemayı, tiyatroyu, içkiyi, kumarı, açık saçıklığı bıraktı tesir etti dersler bize... Ruhlarımız beslendikçe, huylarımız düzelmeye başladı... Risale-i Nur öyle bir eser ki; Allah, peygamber sevgisi bir ise, onu yüze çıkarıyordu. Dolayısıyla Allah’ın rızasını kazanmak için Sünnete uymayı öğretiyordu…

Hiç unutmam, Üstad bilhassa uhuvvete çalışmayı söyledi bize

1959 senesinde Üstad Hazretleri Ankara’ya gelmiş, Beyrut Palas otelinde kalıyordu. Bizi sabah namazından sonra çağırdı. Biz on beş kişiydik. Dört beş kişi üniversite talebesi, iki üç kişi astsubay, Said Özdemir Ağabey dahil, esnaflarla beraber hepimiz on beş kişiydik. O, Tarihçe-i Hayat’ta merdivende çekilmiş resim var ya, işte onlarla beraber gittik biz. Ben o fotoğrafın çekildiği anda oradaydım, fakat arkalarda kaldığımdan çıkmamışım.

Üstad bizi kaldığı odasında karşıladı. Ayaküstü ders verdi bize: “Kardeşlerim artık Kominizim ve masonluğun beli kırılmıştır... Bundan sonra bir şey yapamayacaklardır… Korkmayın…” dedi. Masonluk ve komünistlik o zaman her tarafı sarmıştı. “Bundan sonra Risale-i Nur’un neşri bitmiştir, yeni telif yoktur… Bundan sonra vazifemiz uhuvvete çalışmaktır. Sizi üç Said olarak kabul ediyorum” dedi. O sırada Ankara’da matbaa yoluyla neşriyata çalışılıyordu. Onun için böyle dedi herhalde. Hiç unutmam, Üstad bilhassa uhuvvete çalışmayı söyledi bize… Hususan bunu söyledi.

Ben bir ara Üstad’ın yüzüne bakıyordum. Başını kaldırdı göz göze geldik. Hemen başımı yere eğdim. Nasıl güneşe bakamazsın, aynı onun gibi yüzüne bakamazsın Üstadın... Onun gözüne bakamazsın... Herkesin gözüne rahatça bakabilirsin ama ona bakılamazdı. Üstad o yaşta hala dinamik bir vaziyette idi. Sabah namazından sonra olduğu için, otelin çevresinde kalabalık falan yoktu… Kimse yoktu etrafta...
 

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
7 Yorum