Kenan ÖREN
Bediüzzaman iyi bir sörfçü gibiydi
Bilirsiniz dalgaların şiddeti iyi bir sörfçü için hiç önemli değildir. Aksine ne kadar şiddetli olursa o kadar makbuldür. Bakarsınız o şiddetli dalgaların içinde süzülür gider iyi bir sörfçü. Dalgalar onun boyunu aşar; birden kaybolur sörfçü, ama o dalgaların tünelinde kayak yapar ve sonunda sahil-i selamete vasıl olur.
Bediüzzaman da işte böyle şiddetli dalgaların hâkim olduğu bir zamanda geldi. “Ben acele ettim kışta geldim, siz cennet asa bir baharda geleceksiniz” diye de müjde veriyordu. Ama ne dalgalardı onlar. Önüne geleni savuruyor; bertaraf ediyordu. Nice masum insanları, sırf iman ve İslam uğruna, dar-ı faniden dar-ı bekaya gönderiyordu. Ama Bediüzzaman bu dalgalarla dalga geçti tabiri caizse. Korku onun eteklerine bile ulaşamadı. İslâmî kıyafetin tamamen yasaklandığı bir Türkiye’de onun kıyafetine dokunulamadı. Çünkü Bediüzzaman iyi bir sörfçü gibi dalgaları iyi yönetmesini biliyordu ve dalgaların üzerinde iyi bir sörfçü gibi süzülerek sahil-i selamete vasıl oldu.
Her ne kadar kendisi aklın ve hayalin istiap edemediği işkencelere ve haksızlıklara maruz kaldıysa da, şimdi dünyanın dört bucağında onun eserleri revaç bulmuş ve okunuyor. Bunun böyle olmasındaki en büyük amil ise Bediüzzaman Hazretlerinin şahsiyetini ve enaniyetini hiçbir zaman ön planda tutmayıp, Risale-i Nurları nazara vermesidir. Bu bağlamda Barla Lâhikası’nda şöyle der, “Hem madem örf-ü nâsta, bir eserdeki mezâyâ, o eserin masdarı ve menbaı zannettikleri müellifinin etvârında aranılıyor. Ve bu örfe göre, o hakaik-i âliyeyi ve o cevâhir-i galiyeyi kendim gibi bir müflise ve onların binde birini kendinde gösteremeyen şahsiyetime mal etmek, hakikate karşı büyük bir haksızlık olduğu için, risaleler kendi malım değil, Kur’ân’ın malı olarak, Kur’ân’ın reşehât-ı meziyâtına mazhar olduklarını izhar etmeye mecburum.
Evet, lezzetli üzüm salkımlarının hâsiyetleri, kuru çubuğunda aranılmaz. İşte ben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyim.”
Bediüzzaman’ın yukarıda mezkûr ifadeleri, onun mahviyetini ve tevazuda ne denli ileri düzeyde olduğunu göstermektedir. Bu halet-i ruhiye içinde hiçbir zaman şahsiyetini ve enaniyetini talebeleri üzerinde bir tahakküm aracı haline getirmedi. Kendisini de Nur’un bir talebesi olarak gördü ve “Ben de sizin gibi talebeyim; sizin ders arkadaşınızım,” diyerek onlara karşı bir faziletfüruşluk nev’inden üstünlük taslamadı. Böyle olunca da gönüllerde taht kurdu. Onun cazibesine ışığa giden kelebekler gibi kapılanların sayısı kümülatif bir şekilde arttı.
Bediüzzaman çektiği sıkıntılara hiç ehemmiyet vermiyordu. Onları kendisini hizmet yolunda kamçılayan bir motivasyon aracı olarak kabul ediyordu. Şöyle diyordu: “Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgâm bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, âhiretimi de. Seksen küsur senelik bütün hayatımda dünya zevki namına birşey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-i harplerde bir câni gibi muamele gördüm; bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan men edildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere mâruz kaldım. Zaman oldu ki, hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim. Eğer dinim intihardan beni men etmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti. Işte benim bütün hayatım böyle zahmet ve meşakkatle, felâket ve musibetle geçti. Cemiyetin imanı, saadet ve selâmeti yolunda nefsimi, dünyamı feda ettim. Helâl olsun. Onlara beddua bile etmiyorum.”
Yukarıda Üstadın kendisinin de belirttiği gibi, Bediüzzaman, o kadar sıkıntı ve işkenceye rağmen iman hizmetinden zerre kadar inhiraf etmeyip, bilakis giderek artan hizmet şevkiyle insanların imanını kurtarmaya çalışmıştır. Hatta onları beddua bile etmeyip, eğer sonradan pişman olarak Risale-i Nurlarla imanlarını kurtardıkları takdirde hakkını helâl ederek büyük bir alicenaplık örneği sergilemiştir. İşte böyle büyük zatlar kendilerine eziyet ve işkence edenlere bile beddua etmemişler, çektikleri sıkıntılara karşılık davalarından asla dönmemişlerdir.
Bediüzzaman bu dünya hayatının anlamını çok iyi okumuştu. Dünyanın bir niza değmeyen meta olduğunu idrak etmişti. Bu bağlamda dünyadan gelen her türlü sıkıntıya göğüs germiş ve asla isyan etmemiştir. Hatta talebelerini de bu konuda uyararak çektikleri musibeti kırık kola benzetmiş ve o kırık kolu istimal ederek dövüşmemeleri gerektiğini vurgulamıştır. Yani çekilen bu sıkıntılar nedeniyle asla isyan edilmemesi gerektiğini ders vermiştir.
Böyle bir Üstadın talebesi olmak ve onun açtığı nurlu yolda gitmek hepimiz için bir şeref ve fazilet kaynağıdır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.