Bediüzzaman 'taklidi ve tahkiki iman' kavramlarını nasıl kullandı?

Bediüzzaman 'taklidi ve tahkiki iman' kavramlarını nasıl kullandı?

Bediüzzaman Hazretlerinin ifade ettiği gibi kainat da bir maldır; bu malın kime ait olduğu iki tarzda anlaşılır

"Tevhid iki kısımdır. Meselâ, nasıl ki bir çarşıya ve bir şehre büyük bir zâtın mütenevvi malları gelse, iki çeşitle onun malı olduğu bilinir:"

"Biri, icmâlî, âmiyânedir ki, 'Bu kadar azîm mal, ondan başka kimsenin haddi değil ki sahip olabilsin.' Fakat böyle âmî bir adamın nezaretinde çok hırsızlık olabilir. Parçalarına çok adamlar sahip çıkabilir."

"İkinci çeşit odur ki, her denk üzerinde yazıyı okur, herbir top üstünde turrayı tanır, herbir ilân üstünde mührünü bilir bir surette 'Her şey o zâtındır." der. İşte, şu halde herbir şey o zâtı mânen gösterir."

"Aynen öyle de, tevhid dahi iki çeşittir."

"Biri tevhid-i âmî ve zahirîdir ki, 'Cenâb-ı Hak birdir; şeriki, naziri yoktur. Bu kâinat onundur.' "

"İkincisi tevhid-i hakikîdir ki, herşey üstünde sikke-i kudretini ve hâtem-i rububiyetini ve nakş-ı kalemini görmekle, doğrudan doğruya herşeyden Onun nuruna karşı bir pencere açıp, Onun birliğine ve herşey Onun dest-i kudretinden çıktığına ve ulûhiyetinde ve rububiyetinde ve mülkünde hiçbir vecihle hiçbir şeriki ve muini olmadığına, şuhuda yakın bir yakinle tasdik edip iman getirmektir ve bir nevi huzur-u daimî elde etmektir. Biz dahi, şu Sözde, o halis ve âli tevhid-i hakikîyi gösterecek şuaları zikredeceğiz."(1)

Bediüzzaman Hazretlerinin yukarıda ifade ettiği gibi kainat da bir maldır; bu malın kime ait olduğu iki tarzda anlaşılır. 
Birinci tarz şudur ki; araştırmadan, tahkik ve tetkik etmeden, her bir şey üstünde Allah’ın imza ve mühürleri hükmünde olan sanatlarını okumadan, bu kainat Allah’ındır, demektir. Bu tarz bir iman taklidi ve zahiri bir imandır. Bu iman, felsefe ve inkarcı fikir karşısında tutunamaz, imanını muhafaza edemez. Çabuk şüphe ve inkara düşebilir.

Bu taklidi imanda insanın önemli esasları ve azaları olan kalp, ruh, vicdan, duygular, imandan nasiplenip beslenemez. İman bu aza ve esaslarda perçinlenip kökleşmez. Bu yüzden çıkıp gitmesi kolaydır. Az bir şüphe ve inkar karşısında dayanamaz, çabuk söner.

İkinci tarz ise: “Tevhid-i hakikîdir ki, herşey üstünde sikke-i kudretini ve hâtem-i rububiyetini ve nakş-ı kalemini görmekle, doğrudan doğruya herşeyden Onun nuruna karşı bir pencere açıp,.. huzur-u daimî elde etmektir.”

"Şu Otuz Üç Pencereli olan Otuz Üçüncü Mektup, imanı olmayanı, inşaallah imana getirir. İmanı zayıf olanın imanını kuvvetleştirir. İmanı kavî ve taklidî olanın imanını tahkikî yapar. İmanı tahkikî olanın imanını genişlendirir. İmanı geniş olana, bütün kemâlât-ı hakikiyenin medarı ve esası olan marifetullahta terakkiyat verir, daha nuranî, daha parlak manzaraları açar. İşte bunun için, 'Bir pencere bana kâfi geldi, yeter.' diyemezsin. Çünkü, senin aklına kanaat geldi, hissesini aldı ise, kalbin de hissesini ister, ruhun da hissesini ister. Hattâ hayal de o nurdan hissesini isteyecek. Binaenaleyh, herbir Pencerenin ayrı ayrı faydaları vardır."(2)

Bediüzzaman burada da imanın taklitten başlayıp, nihayetsiz imanın terakki ve mertebelerinin olduğuna işaret ediyor. İmanın çekirdekten ağaca kadar çok mertebe ve dereceleri vardır. İmanın en ilkel ve basit olanı taklidi imandır. Risale-i Nurlar bu ilkel ve çekirdek mesabesinde olan imanı ağaç ve mükemmel hale getirebilir. Risale-i Nur'da iman ve marifetin hadsiz mertebeleri mevcuttur.

İmanın tahkik derecesi; ilim ve marifet ile inkişaf eder. Tahkiki iman, ilim ve marifetin bir neticesidir. Ami ve avam olan bir insanın imanı kavi ve kuvvetli olabilir; lakin tahkiki olmaz. Tahkik iman tamamen marifet ve ilimle alakalı bir durumdur. Üstat bu manaya yukarıdaki paragrafta şu ibareler ile işaret ediyor:

"İmanı kavî ve taklidî olanın imanını tahkikî yapar. İmanı tahkikî olanın imanını genişlendirir..."

Demek insanın imanın kavi olması, tahkiki olmasını gerektirmiyor. Taklit ile kavilik iç içe olabiliyor. Ama tahkiki iman bambaşka bir şeydir. İmanı kavi ama taklidi olanın imanı, tahkiki olmayabilir. Bu yüzden benim imanım kavidir, demek kafi değildir. İmanı tahkikiye çevirmek gerekir. Tahkiki imanın da kendi içinde derece ve mertebesi vardır.

"İ'lem eyyühe'l-aziz! Zâhir ile bâtın arasında müşabehet varsa da, hakikate bakılırsa aralarında büyük uzaklık vardır."

"Meselâ, âmiyâne olan tevhid-i zâhirî, hiçbir şeyi  Allah'ın gayrısına isnad etmemekten ibarettir. Böyle bir nefiy sehil ve basittir. Ehl-i hakikatin hakikî tevhidleri ise, her şeyi Cenab-ı Hakka isnad etmekle beraber, her şeyin üstünde bulunan mührünü, sikkesini görüp okumaktan ibarettir. Bu, huzuru ispat, gafleti nefyeder."(3)

Bu ifadelerden; ami ve taklidi iman, bir eylemsizlik ve bir fikir yürütmemek olarak izah ediliyor. Yani ami ve taklit ehli olan adam, kainatı Allah’ın dışında bir şeye dayandırmıyor. Her bir sanatı fikren Allah’a dayandırmak bir eylem bir hareket-i fikriyedir. Ama kainatı Allah’tan başkasına isnat etmemek, bir hareket bir düşünsel eylem değildir. Bu yüzden tahkiki iman ile taklidi iman arasında çok azim bir fark vardır.

Tahkiki iman her şey üzerinde Allah’ın tasarruf ve Rububiyetini görüp tasdik etmek ve fikir yürütmek olduğu için, burada bir terakki ve tekemmül vardır. Ama taklidi imanda bir sabit fikirlilik ve durağanlık olduğu için, bu iman ile ne huzur kazanılır ne de gaflet izale edilir.   

(1) bk. Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam
(2) bk. a.g.e., Otuz Üçüncü Söz, İhtar.
(3) bk. Mesnevî-i Nuriye, Onuncu Risale

Sorularla Risale

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.