Himmet UÇ
Bediüzzaman üzerine mülahazalar
Bediüzzaman Bitlis’te doğmuş bir doğulu. Genel olarak refah içinde büyüyen cazip coğrafyalarda hayata atılan, ana babanın her türlü ihtimamıyla canım gülüm çiçeğim edalarıyla büyütülen nice eğitim almış sıraüstü insanlar yaşamıştır ülkemizde. Ya Galatasaray’da ya Notredame Dö Sion’da, Avusturya Lisesinde benzeri okullarda okumuş aydınlarımız, devlet adamlarımız olmuştur. Bu okulları açanlar geleceğin konisinin üst kısmını denetlemek için bu okulları inşa etmişler. Adeta gizli sömürü mektepleridir bunlar. Çıkanların çoğu da batı kültürünün dizginlenemez akıl, vicdan ve şehvet arasında denge kuramayan heba olmuş kimselerdir. Zaten onları o okullara koyanların da devleti ebed müddeti sürekli kılmak gibi maksatları da yok. Oğlum okusun parmakla gösterilsin, Avrupa’ya gitsin sonra ülkesine dönsün.
Bitirme tezim Ahmet Kutsi Tecer’di. Eşi Meliha Hanım Notre Dame Dö Sion’un Türk müdürü idi. Ben o okula gittim ondan eşi ile ilgili bilgiler almak, malzeme toplamaktı maksadım. Okulda bana bir oda tahsis etti, oraya merhum Tecer ile ilgili basılmamış eserlerini, şiirlerini getirdi. Uzun bir süre odada o bilgileri gözden geçirip çalıştım. Bayan Tecer ile birlikte yemeğe iniyorduk, hocaların çoğu Fransızdı, aralarında Türkler de vardı. Çok az ekmek yiyorlar, tabak tabak yemek yiyorlardı. Meliha Hanım “Bak Himmet sofrada sanki de ekmek yok, onu da ben ve iki arkadaşım yiyoruz. Bunlar ekmek yemezler, hepsi zayıftır bu yüzden bedenlerinin baskısı da zannedersem azdır, hepsi tığ gibidir” dedi.
Bir gün yemekte iken yanımda öğretmenlerden bir bayan ile konuştuk. Benim hareketlerim dikkatini çekmiş, beni saf bir Anadolu çocuğu görmüş. “Bizim oğlan Avusturya lisesinde okudu, çok emek verdik, fakat ayyaş oldu, değer ölçüleri kalmadı hüsran yaşıyoruz” dedi üzüntüsünü belli etti. Ben de üzüldüm biz eğitim ile muhafazakarlığı sentez yapamadık, değerlerimizi inkar edip soysuz, köksüz yaşamak bize modernlik kazandırıyor, sonunda olan oluyor. Anneler babalar beklediğini alamıyor.
Bediüzzaman ilahi bir zeka ile donanmış. Çocukluğunda okuduğu ve devrettiği kitaplar bir insanın yapması imkansız şeyler. Allah bir insanı hazırladı mı önüne kim çıkabilir ki?
Bedüzzaman, ondokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde dünyaya gelmiş. Yirminci yüzyılın başında aksiyon sahibi bir insan olarak topluma yansımış. Doğu Anadolu bölgesinin ciddi maarif imkanlarının olmadığı bir dönemde. -Ki hala öyledir- Büyük bir sentezci olarak gelecekte ortaya çıkacak olan bu dehanın gelişme takvimini, haritasını, sınırlarını kendi mi belirledi? Hayır iki dünyanın zihnen tedarikinden sonra iki dünyanın görüşlerini yirminci yüzyıldan sonra oluşan kanevaya göre organize etmesi de mümkün değil. Yüzyıllarca aynı kalıp ve öğretim düzeninde devam edegelen medrese eğitiminin ulum-ı şettanın yüzü aşkın kitabını gözden geçirmeyi nerden düşündü? Bunları gözden geçirmenin o anki gayesi sadece okumaktı. Van ve çevresindeki medrese hayatı kopuk kopuk parçalardan oluşuyordu. En ciddi okuma ve tetebbuatı Bayezıt beldesinde oluyor. Bu da üç ay gibi kısa bir süredir. Bu kadar kopuk kopuk 7-8 kasabada geçen az süreler ile bir dehanın bilgi dağarcığı nasıl oluşur, oluşamaz!
Psikanalistler dehaların hayatlarını gözden geçirmişler. Buldukları sonuç dehaların çok kısa sürede zihnen ve ilmen hazırlandıklarıdır. “1600’lü yıllardan beri Batı’da dehanın ne olduğu, deha bir kişiliğin ne tür özellikler taşıdığı tartışılmıştır. Schopenauer dehanın temel karakteristiğinin parça içinde evrenseli görmek olduğunu söyler. Yaratıcı kişinin ortaya çıkmasında etken olan olguların ampirik bir biçimde taranması temeline dayalı olan bu çalışmalar yaratıcılık yeteneğini kişinin fiziki ve duygusal özellikleri temelinde açıklar.” (Oğuz Cebeci, Psikanalitik Edebiyat Kuramı, s 111)
Nathaniel Hircsh, dehaların altı temel özelliğinin olduğu kanısındadır. Bunlar: utangaçlık, aşırı duyarlılık, samimiyet, melankolik olma, yalnızlığa ihtiyaç duyma.
Torrence yaratıcılığı hem duyarlılık, hem de bağımsızlık gerektirdiğini söyler. Guilford yaratıcı kişinin özelliklerini incelerken şu noktaları vurgular.
Problemlere karşı daha duyarlıdır.
Düşünce sistemi diğer insanlara oranla daha fazla akışkanlık gösterir. Bu akışkanlık sözel ve çağrışımsal olarak öncelikle dille ilgilidir.
Bir bölge insanı Bediüzzaman’ın ilimdeki derya hayatını ve anlatımdaki harikalığını, ulema arasındaki olağünüstülüğünü değil onun bir Kürt olmasını değer olarak görüyor. Bu bakış açısı düşmanları da etkiliyor. Bölgenin okumuş yazmış kesimi de bu büyük insanın fikirlerinin ve kitaplarının arkasında değil, çünkü politize olmuşlar. Yirmilerden sonra tek değerin Türk olmak etrafında dokunduğu bir ülkede bu bilge insanı da ona tepki olarak Kürt olmanın değer olduğunu kabullendi, diğer şeylere dikkat etmedi.
Bediüzzaman bir dehadır ama deha nedir konusunda muhfazakarların da diğer grupların da bir metrik sistemi yok. Necip Fazıl’a, Abdülhak Hamid’e deha denir ama dehanın farklılığını biz değil batılılar izah etmiş. Diyarbaır’da Söz Tv’de konuştum uzun zaman. Onun muhterem bir dava adamı sahibi vardı, “Hocam sen bir dehasan” derdi. Ne demekse.
Bediüzzaman’ın fikri akışkanlık gösteriyor, bir yerde karar kılan sabit bir dünyası yok. İlk hayatı ona çocukluk diyoruz ama onunki çocukluk değil zeka ve algı sistemleri çok gelişmiş bir çocuk. Çünkü yaşından beklenmeyen davranışları var, bir rahle önünde her şeye evet diyen bir tabiatı yok. Biraderi Molla Abdullah ile dövüşmüş. Müderris Mehmet Emin Efendi ona “Ne için kardeşinin emrinden çıkıyorsun” demiş. Hocasına şöyle der: “Efendim bu tekyede bulunmak hesabiyle siz de benim gibi talebesiniz. Şu halde burada hocalık hakkınız yoktur.” Gündüz vakti bile herkesin güçlükle geçebileceği büyük bir ormandan geceleyin geçerek Nurşin’e gelir. Oradan Hizan’a döner, akabinde medrese hayatını terk ederek babasının yanına gelir, orada bahara kadar kalır.
Klasik medrese eğitimi ile mizacı, kişiliği ve hassasiyeti uzlaşmaz, mümkün değil. Bir arayış var ama aradığını ona verecek bir muhit yok.
Barron’a göre özgün düşünce değişik durumlar karşısında uyum sağlamak için beklenmedik türden oluşturabilme yeteneğini ifade eder. Bu anlamda özgünlük yaratıcılık fikrine çok yakındır. Barron, bilim adamları üzerinde yaptığı gözlemlerde şu bulgularla karşılaşmıştır.
- Özgün kişiler karmaşayı ve bir dereceye kadar dengesizlik durumlarını tercih ederler.
- Genel olarak ortalama insanınkinden daha karmaşık psikodinamiklere sahiptirler.
- Yargıları itibariyle daha bağımsızdırlar.
- Kendilerini ifade etmede ve baskın rol oynamada diğer insanlara göre daha öne çıkarlar.
- Baskılamayı (suppression) dürtü kontrolüne yönelik bir araç olarak kullanmayı reddederler. Öngün düşünce baskılamanın en az seviyede olmasını ve daha üst dereceden bir entegrasyonun başarılabilmesi için çözülme disentegration olgusuna bir dereceye kadar tahammül gösterebilmeyi de gerektirir. Barron yaratıcı kişilerin geometrik düzen yerine yeni bir algısal şema ile anlaşılabilecek ve uyumlu hale gelecek, aynı zamanda estetik duygular uyandıracak alanlara yöneldiklerini belirlemiştir.
Bediüzzaman, “Değişik durumlar karşısında uyum sağlamak için beklenmedik türden tepkiler oluşturabilme yeteneğini ifade eder” cümlesinin ifade ettiği gibi bütün hayatı beklenmedik durumlar karşısında beklenmedik tavırlar ile büyük bir deha olmuştur. Daha çocukluk ile gençlik arasındaki bir yaşta geleneksel eğitimin, medrese tahsilinin dönemlerinde ondan başka kimsenin yapmadığı bir okuma ve algılama tarzı ortaya koymuştur. Medrese tahsilinin kaburgası durumundaki eserler en az beş yıl okunur, bunlar da çok fazla değildir. Bediüzzaman yüzü aşkın okumuş, onları değerlendirmiş, hülasalarını almış, dehasal hafızasına kaydetmiş. Bu Barron’un dediği gibi sıradan kişilere has bir durum değildir.
Bir deha özelliği de parçada bütünü görmektir. İlerki hayatı doğu-batı ilim, felsefe, din ve metafiziği yorumlayıp en ideal sentezi yapacak insanın çok sonraları yapacağı şeye göre bir okuma ve öğrenme yolu izlemiştir. Eserlerinin her yerinde parçadan bütüne giden bir tümevarım, tümden gelim yolu izlemiştir. Bunu gözü kapalı “yaptırılmış, yazılmıştır” gibi onu bir kenara sıyıran ifadelerle yorumlayamayız. O kendini büyük bir sabırşiken, yorucu, hapisler, zindanlar, zulümler ve aşağılamalarla dolu hayatında güçlü metafizik zihni ve ilmi yetenekleri ile mücadele etmiştir, istemiştir ve ona yol açılmıştır. O zaman sana da açsaydı ya.
Donanımsız mindere çıkanın sırtı minderden kalkmaz, halbuki o korkunun kendisinden korktuğu adamdır. Herkesin tir tir titrediği adamlar karşısında misyonunu ve ne yapması lazım geldiğini terketmemiş. “Korku elimi tutamadı” demiş ve yürümüştür. Onu hezimete itmek için çabalayan perde önünde, arkasında bir sürü diyeceğim çünkü onlar gerçekten sürü insansılar var ama onlar gitmiş onların hayatları hatime ile sona erdikten çok sonra zaferini görmüş ve azizane bayramını idrak etmiş ve gölgelikten ayrılmıştır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.