Bediüzzaman ve gezi hareketi

Bugün müthiş bir gerçekle karşı karşıyayız.

Adeta Yüzyıllık bir uyarının gerçeğe dönmesi gibi…

Bediüzzaman’ın günümüz siyasetini ta en baştan beri yadırgadığı ve ondan dolayı siyaseti terk ettiği, hatta şeytanla eşdeğer bulduğu bir gerçek…

Moda tabirle buna “toplumsal ayrışma” deniyor.

Bu hastalık öyle menem bir şeydir ki ağzınla kuş tutsan ülkeyi zirvelere taşısan yine de ülkede kaos bitmez. Hava her zaman bulanık kalır.

Zira toplumsal mukavemet bozulmuştur.

Evet, bu ayrışmaya Bediüzzaman “siyasi taraftarlık” der.

Siyasi taraftarlıkta melekler ile şeytanlar birbirine karışır, toplum bunları ayırt edemez.

Ve baştan sona zülüm kokar.

Dolayısıyla mukavemet bozulduğu için kimse kimseye güvenmez ve bunun sonucunda toplumsal güvenirlik ortadan kalkar. “Ve hariçteki düşmanların parmak karıştırmalarına tam bir zemin hazırlar.”

Hal böyle olunca karşı tarafın bütün iyi niyetleri ve güzel söylemleri kandırmaca gibi gelir.

Böylece bir iç çekişme başlar.

Eğerki baştakiler bu hali devam ettirirlerse bu çekişme zulümlerle büyür ve ilahi gazaba kadar gidip iç savaşlara dönüştürür.

Bu durumu Bediüzzaman şöyle bir cümle ile açıklar:

“İşte bu kanun-u esasî-i Kur'ânî hükmünce âsâyiş ve emniyet-i dahiliyeye ilişmek, on câni yüzünden doksan mâsumu tehlikeye atmak, gazab-ı İlâhînin celbine vesile olur.” (Emirdağ Lahikası:394)

Gelelim bu kanun-u esasiye; dikkat ederseniz Bediüzzaman hazretleri, lahikalarda özelikle Emirdağ Lahikasında ne zaman siyasetten bahsetmişse şu ayeti hatırlatır: ”Vela teziru vaziratu vizra uğra.” Bu ayet Kur’an-ı Kerimde dört ayrı surede geçer. En’am, Zumer, İsra, Fatır sureleri…

Meali şerifi: "Birisinin cinayetiyle başkaları, akraba ve dostları mesul olamaz."

Hâlbuki bu günkü siyaset tamamen bu ayetin zıddına işlemektedir.

En azında geçen yüzyıl boyunca ve şimdiye kadar...

Evet,  Bediüzzaman bir mektubunda asırlara hükmeden müthiş uyarısını şu şekilde yapar.

“Gayet kısa birkaç esası, İslâmiyetin bir kahramanı olan Adnan Menderes gibi dindarlara beyan ediyorum.
Birincisi: İslâmiyetin pek çok kanun-u esasîsinden birisi, “Vela teziru vaziratu vizra uğra“ ayet-i kerîmesinin hakikatıdır ki, "Birisinin cinayetiyle başkaları, akraba ve dostları mesul olamaz." Halbuki, şimdiki siyaset-i hâzırada particilik taraftarlığıyla, bir câninin yüzünden pek çok mâsumların zararına rıza gösteriliyor. Bir câninin cinayeti yüzünden taraftarları veyahut akrabaları dahi şenî gıybetler ve tezyifler edilip, birtek cinayet yüz cinayete çevrildiğinden, gayet dehşetli bir kin ve adaveti damarlara dokundurup kin ve garaza ve mukabele-i bilmisile mecbur ediliyor. Bu ise, hayat-ı içtimaiyeyi tamamen zîr ü zeber eden bir zehirdir. Ve hariçteki düşmanların parmak karıştırmalarına tam bir zemin hazırlamaktır. İran ve Mısır'daki hissedilen hadise ve buhranlar bu esastan ileri geldiği anlaşılıyor. Fakat onlar burası gibi değil; bize nisbeten pek hafif, yüzde bir nisbetindedir. Allah etmesin, bu hal bizde olsa pek dehşetli olur. “

İsterseniz bu paragrafın şifrelerini çözmeye çalışalım:

Birinci cümlede Sayın Mehmet Ali Bulut’un geçenlerde yazdığı bir yazısında olduğu gibi bu hitap sadece rahmetli Menderes’e yapılmamıştır.

Çünkü bir sonraki bölümde; ’Adnan Menderes gibi, "İslâmiyetin ve dînin icaplarını yerine getireceğiz"’ diyenlere bir hitaptır.

Öyle ise bu hitabın muhatabı bana göre sağın ve bilhassa demokrat misyonun bütün gelmiş ve gelecek liderleredir.

Dolayısıyla şimdiki hükümete de bir hitaptır.

Ve en başta sayın başbakana…

Öyle ise biz de şimdiki hükümete ve şu zamandaki olaylara bakan kısımları deşifre etmeye çalışalım:

Buradaki en önemli vurgu siyasi taraftarlıktır.

Siyasi taraftarlık geçen yüzyılın üçüncü dünya ülkelerinin ve bilhassa Ortadoğu’nun en büyük belasıdır.

Çünkü yukarda belirtmeye çalıştığım gibi toplumsal ayrışmanın sebebidir.

Aynı ülkenin insanları bu sebeple hiç bir zaman ortak paydalarda buluşmamıştır.

Her zaman bir çekişme her zaman bir kavga hakimdir.

Hiç bir zaman maslahat gözetilmez.

Ve ideolojiktir.

Herkes kendi ideolojisini hakim kılmaya çalışır.

Yüzyıldır bütün Ortadoğu’daki olaylar ve bilhassa Türkiye’nin durumu buna şahittir.

Dolayısıyla Bediüzzaman’ın belirttiği gibi her zaman dış müdahalelere de açıktır.

Binaenaleyh bu gün ülkemizde yaşanan gezi hadiselerinin fitilini bu durum yakmıştır.

Yani fitil bu taraftarlık sonucu oluşan ayrışma ve yakanlar ise batıdır.

Çünkü bu hastalığı içimize onlar aşıladılar.

Ve onlar kendi mallarını çok iyi tanırlar.

İstedikleri an istedikleri ülkelere kaoslar meydana getirtip balans ayarı verebiliyorlar.

Türkiye ile birlikte Endonezya ve Brezilya’da benzer olayların seyretmesi asla tesadüf değildir.

Her üç ülke de yıldızı son hızla parlayan ülkelerdi.

***

Bu mektubun her  bir şifresi çok geniş bir hakikatin derin açıklaması  olduğu için fazla uzatmamak adına son bir şifreyi daha çözmeye çalışalım.

Paragrafta iki ülkeden bahsediyor.

Mısır ve İran…

Gidin 50'li yılların İran ve Mısır'ına bakın sonra gelin bugünkü Türkiye’ye bakın, ilginç bir benzerlik bulacaksınız.

Her iki ülke de de başa geçen zamanın liderleri ülkelerini güçlendirmeye çalışmış ve güçlenirken batıyı acıtmışlardır.

1951'de işçileri yanına alarak iktidara gelen Musaddık, petrolü millileştirmeye başladı. Bu hareketi sonucunda bütün Avrupa sarsıldı özelikle Londra’nın sarsıntısı büyük oldu.

Ve ne olduysa ondan sonra oldu.

İki sene içinde Musaddık, CIA kontrolünde alaşağı edildi ve halka nifak tohumları serpildi.

İran ekonomisi bu günkü Türkiye gibi ne kadar zirvelere tırmandıysa da bir türlü İran halkı yatışmadı.

Ülkenin her tarafında ayaklanmalar durmuyordu.  Ta ki 79'da İran devrimi gerçekleşene kadar.

Ondan sonra?

Ondan sonra ise farklı bir mecra…

***

Mısır’da ise 50'lerde Cemal Abdülnasır vardı. Abdulnasır ülkesini güçlendirmek, İsrail ile savaşmak için Süveyş kanalını millileştirmeye çalışır.

Bu hareket yine batıda petrol krizine yol açar Mısır'la savaş başlar.

Birçok zikzaklar yaşanmasına rağmen sonuç itibarıyla Süveyş kanalı Birleşmiş Milletlerin kontrolüne geçer.

Ve Mısır ondan sonra ancak batının istediği kadar gelişme gösterir.

***

Son tahlilde şu denilebilir:

Geçen yüzyılın en çarpıcı toplumsal karakter insanların bir birlerini hazmetmemesi…

Ortada bir iktidar var ve herkesin gözü onda.

Adeta ülke halkları bir çukura itilmiş orda çıkmanın anahtarı iktidarı alanın eline verilmiş.

İktidar olan ise yukarı çıkmaya çalışırken başları ezerek çıkıyor.

Ve başı ezilen ise iktidarın ayaklarından tutuyor yukarı çıkmasına engel oluyor.

Ve bu döngü bir asırdır sürüyor.

İşte bu çıkmazı Bedüzzaman bu mektupla çözüyor.

Gerçekten çukurdan çıkmak isteyen uygulasın.

Çok mesafe kateden bu günkü hükümetin ve bilhassa sayın başbakanın kulakları çınlasın...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum