Bediüzzaman ve Kur’an-3

İşaratü’l-İ’caz tefsiri

Rabbimiz, Kur’an’ı öncelikle ilk muhataplarını nazara alarak ve onların konuştuğu dil üzere indirmiştir. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurur:
“Biz, insanlar günahtan sakınsınlar, veya kendileri için bir ibret ve öğüt vesilesi olsun diye, Kur’an’ı Arapça bir kitap olarak indirdik ve onda azabımız hakkındaki tehditleri çeşitli şekillerde açıkladık.” (1)

“Bu kitap, bilen bir topluluk için Allah’ın rahmetiyle müjdeleyici ve Onun azabından sakındırıcı olmak üzere, ayetleri açıklanıp ayırt edilmiş Arapça bir Kur’an olarak Rahman ve Rahim olan Allah tarafından indirilmiştir.” (2)

Şu ayette ise Kur’an’ın Arapça indirilmesinin sebebinin, onun anlaşılması olduğu nazara verilir:
“Her şeyi apaçık açıklayan Kitaba yemin olsun ki, düşünüp anlayasınız diye Biz onu Arapça bir Kur’ân olarak indirdik. Şüphesiz o, katımızdaki levh-i mahfuzda saklı, pek yüce ve pek hikmetli bir Kitaptır.” (3)

Gerek Kur’an’ın konuştukları dil üzere inmesi; gerek yaşanılan olaylar üzerine parça parça inmesi; gerekse Peygamber Efendimizin aralarında bulunması sebebiyle, ilk muhataplar Kur’an’ı anlamakta büyük ölçüde zorlanmıyorlardı. Zorlandıkları zaman da, Kur’an’ın bizzat kendisine indiği ve onu açıklamakla görevlendirilen Sevgili Peygamberimize müracaat ediyorlar, o da onların anlamadıkları hususlarda gerekli açıklamayı yapıyordu.

Rasûlullahın ahirete teşrif etmesinden sonra İslam dünyası genişledi. Kur’an’ın ruhuna yabancı olan özellikle yeni Müslüman olanlar, onu anlama noktasında zorlandılar. Hz. İbn Mes’ud, Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. İbn Abbas (Allah hepsinden râzı olsun) gibi Sahabilere ulaşabilenler, onlara müracaat ediyorlar; Kur’an’ın inişine şahitlik eden bu ilk nesil de anlaşılmayan yerleri kendilerine açıklıyordu. İbni Abbas’ın (r.a.) yaptığı tefsirler, Fîruzabadî (ö. 817/1414) tarafından derlenerek, Tenvirü’l-Mikbas an Tefsîr-i İbn Abbas ismiyle yayınlanmıştır.

Sahabilerden sonra bu vazifeyi, onların talebeleri olan Tâbiûn âlimleri devraldı.
Onlardan sonra ise, onların yetiştirdiği Tebe-i Tâbiîn âlimleri bu görevi üstlendi.
İşte bundan sonrasında, artık İslâmî ilimler alanında kitaplar yazılmaya başlanıldığı dönemde, kendilerine müfessir, yani Kur’an yorumcusu denilen kimseler, Allah’ın kelamının daha iyi anlaşılması için tefsirler yazdılar. İlk tefsir, Mukâtil bin Sülayman’a (ö. 150/767) isnad edilen ahkam âyetlerine yönelik tefsirdir.

Sonraki döneme damgasını vuran önemli bir tefsir, İmam İbn Cerir et-Taberî’nin (ö. 310/922) kaleme aldığı Câmiü’l-Beyan fî Te’vili’l-Kur’an’dır. Bu tefsir rivâyet ağırlıklıdır.
Sonrasında Tahavî (ö. 321/933) ve Cassas  (ö. 370/981), Ebu Bekir Muhammed İbn Arabî (ö. 543/1148) Ahkamü’l-Kur’an ismiyle hüküm âyetlerinin tefsirini yazdılar.
Sonraki yıllarda ise Zamehşerî’nin (ö. 538/1140) Keşşaf’ı ile; Fahreddin Râzi’nin (ö. 606/1210) Tefsîr-i Kebir’ini görüyoruz. Bu iki tefsir ise dirayet ağırlıklıdır. Diğer bir ifadeyle aklî tefsirdir.

Yedinci asırda hazırlanan önemli bir eser, Kurtubî’nin (ö. 671/1272) el-Câmiu li Ahkami’l-Kur’an’ıdır.
Önemli bir tefsir de İbn Kesir’in Tefsirü’l-Kur’ani’l-Azîm’idir.
Bunlardan başka daha pekçok tefsir hazırlanmıştır.
Yirminci yüzyıla gelindiğinde, Mevdudî (ö. 1979) Tefhimü’l-Kur’an; Seyyid Kutub, Fî Zilâli’l-Kur’an isimli eserlerini kaleme almışlardır.

Aynı dönemde Türkiye’de ise, Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili; Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’ân-ı Kerim Tefsiri; Konyalı Mehmed Vehbi, Hülasatü’l-Beyan isimli tefsirlerini hazırladılar.

İşte 20. yüzyılın ilk çeyreğinde tefsir yazma girişiminde bulunan isimlerden birisi de, Bediüzzaman Said Nursî (ö. 1960) idi. Bu zat, Van’da vâli Tahir Paşa’nın konağında iken (1899) eski gazetelerde, İngiltere Dış İşleri Bakanı Lord Gladiston’un, Lordlar Kamerası’nda Kur’an’ı eline alarak “Bu Kur’an Müslümanların elinde olduğu müddetçe onlara hâkim olamayız. Ne yapıp etmeli ya bu Kur’an’ı onların elinden almalı, ya da onları Kur’an’-dan soğutmalıyız” şeklindeki beyanatını okudu. Bunun üzerine,
“Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez mânevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim” dedi ve bu uğurda çalışmaya başladı. Buna ilk yazımızda yer vermiştik.

Muhakemat isimli eserinde Kur’an’ın anlaşılmasına yönelik açıklamalarda bulundu. Yazılacak tefsirin esaslarını belirleyen ölçüler tespit etti. Muhakemat’ın Kur’an’la ilgili yönlerine de ikinci yazımızda yer vermiştik. Bu yazımızda ise Bediüzzaman’ın İşaratü’l-İ’caz tefsiri üzerinde duracağız:

Van’da talebe okuturken Birinci Dünya Savaşı çıktı. Gönüllü alay komutanı olarak katıldığı bu savaşta, daha önce esaslarını belirlediği İşârâtü’l-İ’caz isimli tefsirini hiç bir kaynağa müracaat etmeden Arapça olarak yazdı. Bediüzzaman’ın kendisi bunu şöyle ifâde eder:

“Birşey tamamıyla elde edilemediği takdirde o şeyi tamamıyla terketmek caiz değildir” kaidesi sebebiyle, acz ve kusurumla beraber, Kur'ân'ın bazı hakikatleriyle, kelimelerinin dizilişi konusundaki bazı mu’cizeleriyle ilgili bâzı işâretleri tek başıma kaydetmeye başladım.

Fakat, Birinci Dünya Savaşının patlamasıyla Erzurum'un, Pasinler'in dağ ve derelerine düştük. O kıyametlerde, o dağ ve tepelerde fırsat buldukça, kalbime gelenleri, birbirine uymayan ibarelerle, o dehşetli ve farklı hallerde yazıyordum. O zamanlarda, o gibi yerlerde müracaat edilecek tefsirlerin, kitapların bulunması mümkün olmadığından, yazdıklarım, yalnız kalbime gelen doğuşlardan ibaret kaldı. Kalbime gelen o doğuşlar eğer tefsirlere uygun ise, nur üstüne nurdur; şâyet zıt yönleri varsa, benim kusurlarıma verilebilir.”

Said Nursî, Emirdağ Lahikası’nda da bu tefsirin yazılışı ile ilgili olarak şöyle der:
Harp içinde, avcı hattında, düşmanın top gülleleri arasında Kur’an’ı hakimin tek bir âyetinin, tek bir harfinin, tek bir nüktesini tercih ederek, o gülleler içinde kâtibi Habib’e “Defteri çıkar!” diyerek at üstünde o nükteyi yazdırmış. Demek Kur’an’ın bir harfinin bir nüktesini; düşmanın güllelerine karşı terk etmemiş, ruhunun kurtulmasına tercih etmiş.
Bediüzzaman, Birinci Dünya Savaşı’nda Ruslara esir düşmüştü. Esâretten firar ettikten sonra cephede avcı hattında yazdığı İşârâtü’l-İ’caz’ı yayınlamak için teşebbüse geçti.
Bu harika tefsirin ilk müsveddelerini, Diyarbakır’a hicret eden kardeşi Abdülmecid yanında götürmüştü. Bediüzzaman’ın dostu ve akradaşı olan Diyarbakır vâlisi Cevdet Bey’in evinde temize çekmişti. Ya Abdülmecid, esâret dönüşünde bir nüshasını amcasını görmeye giden Abdurrahman Nursi ile gönderdi, veya bir nüsha da Bediüzzaman’ın kendisinde vardı.  Onun bu eseri yayınlamak için teşebbüse geçtiğini öğrenen Enver Paşa “Bu kıymetli eserinizi izin verin ben bastırayım” diye teklifte bulundu.
Bediüzzaman, Paşa’ya, “Mâdem hizmet etmek istiyorsun, öyle ise kağıdını sen al” dedi. O da bunu kabul edince, İşârâtü’l-İ’caz tefsiri 1918 yılında yayınlandı.
Said Nursî, Eskişehir Mahkemesi müdafaasının bir yerinde, geçmişteki hizmetlerini sayarken, bu yarım kalan tefsirinin ya-yınlanması konusunda da şöyle der:
Savaş cephesinde yazdığı ve şimdi el konulan İşârâtü’l-İ’caz, o zamanın başkumandanı olan Enver Paşa’ya o derece kıymetli görünmüş ki, kimseye yapmadığı bir hürmetle, karşılamaya koştuğu o savaş hatırasının hayrına, şerefine ortak olmak fikriyle, o eserin yayınlanması için kağıdını vererek yazarının savaştaki cihadı takdirle yâdedilen bir adam... 

İşârâtü’l-İ’cazı gören ilim ehli onu takdir etti. Mesela İstanbul Fetva Emini olan Ali Rıza Efendi, yanına gelen dostlarına çeşitli defalar, “Bu İşârâtü’l-İ’caz bin tefsir kuvvetinde ve kıymetindedir” diye yemin ederek ilan etmiştir.

Yine Şark âlimleri, Şam ve Bağdat’taki büyük âlimler, “İşârâtü’l-İ’caz gayet harika ve emsalsiz bir tefsirdir” diye takdirlerini ifâde etmişlerdir.
Bağdat’ta Tahir Şuşi isimli Kürt asıllı bir âlim, Eski Diyânet İşleri Başkan yardımcısı Yaşar Tunagür Hoca’ya (ö. 2006) İşârâtü’l-İcaz hakkında şöyle demiştir: “Ben hayatımda onca tefsir okudum, okumadığım tefsir kalmadı. Fakat İşârâtü’l-İ’caz’da gördüğüm incelikleri hiçbir yerde görmedim, duymadım. Bu kitabı ben kendi dilime çevirmek istiyorum.”

Bediüzzaman, başladığı bu tefsir maalesef Fâtiha Sûresi ile Bakara Sûresi’nden 32 âyeti kapsamaktadır. Sonraki yıllarda kaderi İlâhi Bediüzzaman’a, avamın imanını kurtarma ve muhafaza etme vazifesi verdiğinden, Risâle-i Nur ismini verdiği eserler kaleme aldı. İşârâtü’l-İ’caz tarzında olmasa da, bu eserler de Kur’an’ın bâzı âyetlerinin tefsiridir.
Bir yerde de İşârâtü’l-İ’caz’ın yetmiş cilt olarak düşünüldüğünü, ancak sonraki yıllarda ortaya çıkan gelişmeler sonucunda Risâle-i Nurlara daha fazla ihtiyaç duyulduğu için diğer ciltleri yerine Risâle-i Nurların yazıldığınışöyle ifâde etmiştir:

Kendi seçimim olmayarak, iradesiz bir tarzda, adeta bütün Sözlerin ve Mektupların sonlarında şu “Seni her türlü kusur ve noksandan uzak görürüz. Senin bize öğrettiğin ilimden başka bizim bir ilmimiz yoktur; herşeyi hakkıyla bilen ve her işi hikmetle yapan ancak Sensin” âyeti bana söylettirilmiş. Şimdi anladım ki, tefsirim de, şu âyetle son buluyor. Demek inşallah bütün Sözler (Risale-i Nur), hakiki bir tefsir ve şu ayetin denizinden birer arktır (su yoludur). Sonunda, yine o denize dökülüyorlar. Şu tefsirin bitiminde sanki her Söz, mânen şu âyetten başlıyor. Demek, o zamandan beri, yirmi senedir daha şu âyeti tefsir ediyorum; bitiremedim ki tefsirin ikinci cildini yazayım.
Bediüzzaman, Şualar isimli eserinde de, İşârâtü’l-İ’caz’ın, Risâle-i Nur’un fatihası olduğunu ifâde etmiştir.

Arapça olan bu eserin Türkçe tercümesi, 1959 tarihinde Doğuş Matbaasında yayınlandı.
İşârâtü’l-İ’caz tefsirinin yazılışından kırk sene sonra da bâzı talebelerine ondan ders yaptı. Talebeleri bunu şöyle ifâde ederler:

Kırk sene önce, Birinci Dünya Savaşı’nda, cephede, avcı hattında, bazan at üstünde yazılan bu İşâratü'l-İ'câz tefsirinin bir kısmını Üstadımızdan ders aldık. Belâgat ilmini ve Arapça kaideleri bilmediğimiz halde, aldığımız ders ile bundaki büyük bir inceliği anladık ki, bu İşârâtü'l-İ'câz tefsiri, hakikaten harikadır.

İşârâtü’l-İ’caz tefsiri, Kur’an’ın çok harika bir tarifiyle başlar. (Bu tarifi açıklamalı bir şekilde müstakil olarak yazacağız.)
İşârâtü’l-İ’caz tefsirinin önemli bir özelliği,
Tefsiri yapılan âyetlerin birbiri arasındaki bağı,
Âyetlerin cümleleri arasındaki irtibatı,
Cümlelerin kelimeleriyle olan irtibatı ortaya koymasıdır. 

İşârâtü’l-İ’caz tefsiri, Sonraki yıllarda Bediüzzaman’ın kardeşi Abdülmecid Nursî tarafından tercüme edildi. Fakat bu tercümede eksiklikler vardır ve lafzi bir tercüme değildir. Bazı yerler mana itibarıyla tercüme edilmiştir.
Abdülmecid Nursî tarafından yapılan eksik tercümeden sonra, İşârâtü’l-İ’caz, Üstad’ın talebelerinden Abdülkadir Badıllı tarafından tam metin olarak tercüme edildi.
Ayrıca Bahaddin Sağlam dostumuz tarafından yine tam metin olarak tercüme edildi.
Fakat sonradan yapılan her iki tercümede de Arapça kelimeler ağırlıktadır.

Bu tefsirin bir başka tercümesi ise bizim tarafımızdan yapıldı. Bizim tercümemizde eserin bir tarafında da Abdülmecid Nursi ağabeyin tercümesi yer almaktadır. Böylece okuyucuya eserin aslıyla Abdülmecid Nursi’nin tercümesini karşılaştırma imkanı sunulmuştur. Diğer taraftan, bizim yaptığımız tercüme aynı zamanda açıklamalıdır. Ayrıca tarafımızdan yapılan tercümede günümüz ifadeleri kullanılmıştır.

Bizden sonra ise değerli kardeşim Doç. Dr. Şadi Eren tarafından tercüme edilmiş; fakat örnek olarak cüz’i miktarda basılmıştır.
Bediüzzaman İşârâtü’l-İ’caz’dan sonra da Kur’an üzerine önemli çalışmalar yaptı. Mesela Sünuhat isimli eserinde “Kur’an’ın Mutlak Hakimiyeti” isimli harika bir yazı yer alır. Mu’cizat-ı Kur’aniye Risâlesi olan Yirmi Beşinci Söz’de, Kur’an’ın Mu’cize oluş yönleri üzerinde durdu.

Câmilerde Türkçe ezan ile birlikte, Kur’an’ın da Türkçe okutulmaya başlandığı 1932 yılında Türkiye genelinde ilk defa tarafımızdan yayınlanan Rumuzât-ı Semâniye Risâlesini yazdı. Onun bu çalışmalarına sonraki yazılarımızda tafsilatlı olarak yer vereceğiz. Gelecek yazımız Sünuhat’ta yer alan “Kur’an’ın mutlak hakimiyeti” konusunda olacaktır. Gayret bizden yardım ve hidayet Allah’tandır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum