Bediüzzaman ve Modernizmin Eleştirisi-II
Ulaş Bingöl'ün yazısı...
2.Modernizm ve Cinsellik
Bir önceki yazıda, modernizmin üç yönünden bahsetmiştik: 1-Milliyetçilik, 2-Cinsellik, 3-Teknoloji (Üretim ve Tüketim). Öncelikle modernizm ile cinsellik arasında paralel bir ilişki söz konusu olduğunu belirtelim. Modernizmin gelişim sürecine baktığımızda, cinselliğin günlük hayatta kendisini giderek daha fazla hissettirdiğini görmekteyiz.
Modernizm süreci incelenirken pratikte veya teoride var olan ekonomik ve siyasi anlayışlar göz ardı edilmemesi gerekir. Çünkü ekonomik ve siyasi eğilimler modernizmin işleyişine biçim verirler. Örneğin kapitalizm ve komünizm hem ekonomik hem siyasi vechesi olan iki görüştür. İki görüş de ekonomik ve siyasi olarak modernizmin hayata nasıl tatbik edileceğini etraflıca anlatır. Protestan ahlakı ile gelişen ve kuramı Adam Smith’in “Milletlerin Zenginliği” adlı kitabına dayanan kapitalizmin nihai hedefi kar elde etmektir. Bu anlayış çerçevesinde, kapitalizm toplumu meydana getiren her şeyi kar elde etme olgusuna göre yorumlar. Yine modern bir ideoloji olan komünizm ise Marx ve Engels’in ekonomi ve siyaset ile ilgi teorilerine dayanır. Komünizmin temel paradigması, kar elde etme itkisi yerine herkesin eşit olarak bir şeylere sahip olması ve kapitalizmin aksine toplumun üretim ve tüketiminin bürokrasi tarafından sıkı bir şekilde kontrol edilmesidir. Kapitalizmin ve komünizmin beşer ile ilgili ortaya koydukları düşüncelerin insanın mahiyetine aykırı olduğunu, bir önceki yüzyılda meydana gelen savaşlar, ekonomik krizler, insan hakları ihlalleri gibi hoş olmayan olaylar açıkça göstermektedir.
Kapitalizm ve komünizm teorilerini üretirken kadının toplumdaki yerini de belirlemişlerdir. Komünizm düşüncesinin dünyada pek itibar görmemesi ve küreselleşme ile beraber kapitalizmin hemen hemen bütün ülkelere girmesi nedeniyle modernizmin kadına biçtiği role kapitalizm penceresinden bakmak icap eder. Kapitalizmin ekonomi ve siyaset anlayışı pragmatist olduğu gibi kadına yönelik görüşü de pragmatisttir. Modernizm ve cinsellikten söz edilirken “kapitalist modernizm” olgusunu göz önüne almak gerekir. Çünkü modernleşen insanlık, kapitalizmin icat ettiği libidonal ekonomi ile kadını cinsel bir objeye dönüştürmüştür. Modern hayat der, Touraine, toplumsal yasalar ve ahlak karşında Eros’u olumlar.( 2012: 187-188)
Modernizmin ayırt edici bir özelliği de cinselliğin hayatın her alanında varlığını hissettirmesidir. Kadının günlük hayatta, bir meta gibi pazarlanması ve kadın-erkek düalizmin ortadan kaldırılmaya çalışılması, doğrudan modernizmin sonucu olmasa da kapitalizmin bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Modern yaşamda, kadının cinsel boyutu hayatın merkezinde yer alır. Modernizmin hem dünya yaşamını öncelemesi hem de insanları tüketime yönlendirmesi, mahremiyetin ve şerefin toplumdan kovulmasına kapı açar. Bu karmaşık durum, ahlaki ve dini değerlerle yaşayan ve diğer canlılardan şeref ve mahremiyet noktasında ayrılan beşerin fıtratında bazı bozulmaları beraberinde getirir.
Metanın pazarlanmasında, kadın bir cinsel obje işlevini görür. Metaya sahip olmanın verdiği cinsel hazzın ön plana çıkarılması, kapitalist ekonominin bir aldatmacasıdır. Örneğin her lüks araba reklamında sıkça rastlanılan kadın bedenin teşhiri, arabaya sahip olan kişinin cinsel hazza benzer bir haz almasını hedefler. Reklam dünyası, yakından takip edildiğinde kadınların erkeklere nazaran daha çok ön planda olduğu fark edilir. Kadına verilen kıymete binaen böyle bir durumun ortaya çıktığını düşünmek saflıktır. Bilakis kadının cinsel yönünden faydalanılarak emtianın pazarlanması yapılmakta ve kadının beşer olarak şahsiyeti cinsel yönüne indirgenmektedir. İffeti ve şerefi kaybolan kadın, pazarlamanın merkezine yerleştiriliyor ve bütün bunlar bireysel özgürlük adı altında yapılıyor. Böyle bir paradoksun içinden çıkmak zor gibi görünüyor. D. Kellner, özellikle modern entelektüeller, diyor, “modernliğin öncülüğünü yapan kimseler olarak, şeref ve iffet, etnik büyükanneler gibi modası geçmekte olan sınıfların bilincinde kalmış ideolojik atıklar olarak değerlendirirler” (2000: 97)
Modernleşme bireysel özgürlükleri temel alır; ama bireysel özgürlükler dağıtılırken kişi yabancılaşmadan da nasibini alıyor. Evvela kural tanımadan yaşama isteği, dini ve ahlaki değerlerin göz ardı edilip toplumun dışına atılmasına yol açar. Sonra dini ve ahlaki değerlerden boşalan yerler “anı yaşama, yaşadığın dakikadan haz alma” gibi modern anlayışlarla doldurulur. Bu “anı yaşama” prensibinde en büyük payda cinsel itkilere düşer. Nitekim modern yaşamda, yüzümüzü çevirdiğimiz her yerde, cinselliğe atıfta bulunan bir şeylere rastlıyoruz. J. Baudrillard, Baştan Çıkarma Üzerine adlı kitabında kapitalizmin mal pazarlarken cinsel hazları bilinçli olarak kullandığından söz eder. Kuralların bertaraf edildiği modern hayatta, gerçek aşkların yerini sanal aşklar, aile kurumu yerine kısa süreli ilişkiler almıştır. Alain Touraine de modern dünyanın bu yönüne işaret eder: “Bugün modernlik fikri, aklın egemenliğinden çok arzuların özgürleşmesi ve taleplerin tatminiyle bir görülüyor. Kolektif zorlamaların, dinsel, siyasal ya da ailevi yasakların reddi, hareket, kanaat ve ifade özgürlüğü, tercih ve davranış özgürlüğünü kısıtlayan tüm toplumsal ve kültürel örgütlenme biçimlerini ‘modası geçmiş’ hatta ‘gerici’ olarak niteleyen reddeden temel taleplerdir.” (Touraine 2012: 327)
Berman Marshall da modernizmin ailenin üzerindeki duygusal peçeyi yırtıp attığından ve aile ilişkilerini salt para ilişkilerine çevirdiğinden bahseder. Eski çağlarda sömürü tahrif edilmiş dini kurumlar tarafından perde arkasında yapılırken bugün sömürü çıplak bir şekilde insanların ruhlarına yönelmiştir. Modern sömürüdeki paradoks, insanların sömürülmeye kendi iradeleriyle razı olmalarıdır. Birer tüketim canavarı olan çağdaş bireyler, âdete sömürülmeye gönüllü gibidirler. Hiçbir zorlama olmadan tükettikleri nesnelerde bir cinsel haz aramaktadırlar. Yukarda bahsettiğimiz gibi modern hayatın sunduğu birçok ürün kişinin cinsel hazlarını doyuruyormuş havasını verir. Acaba modern insan bunun farkında mıdır? Hayır. Çünkü medeniyet fantezileri, hayali mutluluklarla doludur. Hem modern insan, Picasso’nun tablolarında görülen gözü araba farına benzeyen bir yaratık gibidir. Nasıl ki araba farları sadece önünü belli bir açıyla ve belli rotalarda aydınlatıyorsa modern insan da yalnız belli açılara ve belli yönlere bakabilir. Tabi bu yön ve açıların, medya ve moda tarafından belirlendiğini unutmayalım.
Bediüzzaman, medeniyet-i hazıranın kadının hem bireysel değerini hem toplumsal değerini yok ettiğinin farkındadır. Bediüzzaman’ın kadına yönelik fikirleri koruyucu, kollayıcı ve kadının yaratılışına saygı üzerine bina edilmiştir. Medeniyetin toplumsal hayatta, kadının en büyük gücü ve değeri olan aile kurumunu yıktığını belirtir: “Medeniyet ise, kadınları yuvalarından çıkarıp, perdelerini yırtıp, beşeri de baştan çıkarmıştır. Halbuki aile hayatı, kadın-erkek mabeyninde mütekabil hürmet ve muhabbetle devam eder. Halbuki açık-saçıklık, samimî hürmet ve muhabbeti izale edip ailevî hayatı zehirlemiştir. Hususan suretperestlik, ahlâkı fena halde sarstığı ve sukut-u ruha sebebiyet verdiği şununla anlaşılır: Nasılki merhume ve rahmete muhtaç bir güzel kadın cenazesine nazar-ı şehvet ve hevesle bakmak, ne kadar ahlâkı tahrib eder. Öyle de: Ölmüş kadınların suretlerine veyahut sağ kadınların küçük cenazeleri hükmünde olan suretlerine hevesperverane bakmak, derinden derine hissiyat-ı ulviye-i insaniyeyi sarsar, tahrib eder.” Sözler (410 ) Bediüzzaman’ın bu çıkarımları, bir sosyal-psikolog gözlemiyle elde edilmiş gibidir. Modernizm kadını sürekli çalışmaya, aile hayatından iş hayatına çekmeye, erkeğin fizyolojik olarak gerçekleştirdiği her şeyi yapmaya özendirir. Ve bunları yaparken de “kadının temel hakları” gibi efsunkar cümleleri bir zırh gibi kullanır. Bu duruma karşı çıkacak herkese “gerici, örümcek kafalı, yobaz” yaftasını da vurmayı ihmal etmez. Fakat kendisine Kur’an’ı rehber edinen Bediüzzaman, modernizmin bu anlayışının neden olduğu yıkımları, bilimsel veriler gibi önümüze seriyor. İlkin Bediüzzaman, aile hayatının kadın için bir perde olduğunu, söylüyor ve aileden kopan bir kadının beşeriyeti baştan çıkarmaya hizmet ettiğini vurguluyor. Çünkü aile kurumu, bir erkek ile bir kadının karşılıklı muhabbet ve hürmet ilişkileri üzerine kurulur. Medeniyet, kadına çalış diyor; ama ailedeki rolünü nasıl gerçekleştireceğine yönelik bir reçete sunmuyor. Sonuç olarak kadın hayata çağrılırken beri taraftan aileden kovuluyor ve aile kurumunun parçalanması başlatılıyor. Bugünkü Avrupa’da, nüfus artış hızının sıfırın altına inmesi aile kurumunun parçalanmasıyla alakalı olmadığını, kim söyleyebilir?
Kadının cinsel bir obje olarak değerlendirilmesinin insan ruhu üzerinde yaratığı yıkımın tahlili, Bediüzzaman’ın sözlerinin etkileyici olan diğer bir yönüdür. Modernizmin hayatın her yerine kadın bedenini yerleştirmesi, zihinlerin sürekli cinsel bir bombardımana tutulmasına yol açtığı gibi mahrem olması gereken birçok şeyi de sıradanlaştırır. Bir reklamda gördüğümüz mahrem bir suret, ancak helal dairesinde sağlıklı neticeler veren cinsel hayatı günün her anına yayarak gereksiz zihin meşguliyetleri ortaya çıkarır. İnsanlarda korunması gereken kuvve-i şeheviye, her yerde boşa sarf edilmekte ve insanın kendi helaline de sıradan bakmasına neden olmaktadır. İşte bu noktada, Bediüzzaman hem sosyal hayatı hem de sömürülen ve birer emanet olan kadınları korumaya çalışmaktadır.
J. Baudrillard, modern yaşamda her göstergenin bir baştan çıkarma olduğunu ve bu başta çıkarmanın cinselliğin yasalarını ortadan kaldırmaya çalıştığını vurgular. (J. Baudrillard 154) Modern hayat keyfidir, kural tanımaz. Erkeklere kadınlar gibi giyinmeyi, kadınlara erkek gibi giyinmeyi telkin ettiği gibi hayvanlarda bile görünmeyen münasebetlerin yayılmasına bir özgürlük olarak bakar. Bugün kadın ve erkeklerin cinsel rollerine aykırı hareket etmesi, 1960’lı yıllarda Amerika’da yayılan Hipilerin bir hediyesidir. Peki bu nasıl oldu? Modernizm her türlü maddi imkanı insanların ayağına getirdi; ama onun varlığına dercedilmiş olan imanı kovdu. Modern insan, dünyada her şeyi yapar hale geldi. Fakat içinde hep bir eksiklik duygusuyla var ola geldi: “Bitmez tükenmez bir haz alma” İşte o eksiliği de kuralsız yaşamakla elde edeceğini zannetti. Sonuç: Hipiler, eşcinseller. Her türlü kuralı reddeden bu iki grup en sonunda erkek ve kadın arasında var olan cinsel rol kalkanını da kaldırdılar. Özellikle hippi hareketi, modernizmin tazyiki altında ezilen insanın çıkmazı sonucu ortaya çıkmıştır. Hippiler, modernist ideolojilerin (komünizm, faşizm) ve kapitalist yaşamın mutluluk vermediğini keşfettikten sonra bir alt-kültür oluşturma gayretine giriştiler. Ama kural tanımayan, uyuşturucuyu kullanmayı doğal bir hak gören, eşcinselliğe uyum sağlayan bir kültür. Erich Fromm, modern dünyada vahşileşen insanlık içinde yine en mantıklı hareketin hippilerinkinin olduğunu belirtir. Din ve imandan izole edilmiş bir gençlik için başka bir çıkış yolu da görülmüyor.
Modernist bir eleştirmen olan Marx, sosyal hayata birçok değerli kavramın, olgunun burjuva sınıfı tarafından birer metaya dönüştürüldüğünden yakınır. Marsahll, Marx’ın bu düşüncesini hatırlatır: “Burjuvazi şimdiye kadar onurlandırılmış ve hürmetle karşılanmış tüm etkinlikleri çevreleyen haleyi çekip aldı.” (Berman 2011: 161) Kapitalist modernizm, kadının üstündeki haleyi de atıp onu onurundan etti. Bediüzzaman da mimsiz medeniyetin kadını bir değersiz bir mala dönüştürdüğünden söz eder: “Mimsiz medeniyet, taife-i nisayı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metaı yapmış.” Sözler ( 727 )
Bediüzzaman, insanın fıtratında olan şehvet hissinin helal dairesinde kullanılması gerektiğini söyler. Aksi takdirde masumların zarar göreceğini vurgular: “Evet şehvet veya gazab haddini aşarsa, ırz ve namuslar pay-mal olur, masumlar mahvolur.” İşarat-ül İ'caz (165) Mimsiz medeniyet, her seferinde dinlerin kadın hakkındaki düşüncelerine saldırırken kendisinin kadınla ilgili görüşlerini ise en makbul olanmış gibi sunar. Halbuki, kadınların en fazla cinsel tacize uğradığı ve kadının resmi olarak sömürüldüğünün kanıtı olan genelevlerin en fazla olduğu ülkeler en modern ülkelerdir. Bu durum, kapitalist modernizmin kaçınılmaz bir sonucudur.
Modernist birçok kişi, tesettür noktasında kadının mahremiyetine saldırmaktadır. Bu gibi insanlara göre, tesettür kadının özgürlüğünün elinden alınması ve kadının ikinci bir varlık olarak görülmesi anlamına gelir. Öncelikle şunu söyleyelim; kadın ve erkeklerin beşer olarak eşit olduklarından hiç kimsenin bir şüphesi olmasın. Fakat İslamiyet, kadının ve erkeğin ontolojisine göre bazı durumlarda eşitlik yerine adaletli davranmayı önceler. Yani kadına fıtratı gereği kamusal alanda belli sınırlar çizer. Böyle bir sınır çizilmesi hak ihlali değil, bilakis hakkının adil olarak verilmesidir. Biraz daha açarsak, kadının örtülmesinin emredilmesi, kadının korunmasına yönelik bir tedbirdir. Hem sadece İslamiyet değil Hıristiyanlık da kadını korumak için örtünmeye teşvik eder. Bediüzzaman da mimsiz medeniyetin kadın özgürlüğü ile ilgili aldatmacasına karşı şu cevabı veriyor: “Medeniyet ise, kadınları yuvalarından çıkarıp, perdelerini yırtıp, beşeri de baştan çıkarmıştır. Halbuki aile hayatı, kadın-erkek mabeyninde mütekabil hürmet ve muhabbetle devam eder. Halbuki açık-saçıklık, samimî hürmet ve muhabbeti izale edip ailevî hayatı zehirlemiştir.” Sözler ( 410 )
Yine başka bir yerde, tesettür hakkında şu muhteşem fikirleri ortaya atıyor: “Demek medeniyetin ref'-i tesettürü, hilaf-ı fıtrattır. Kur'an'ın tesettür emri fıtrî olmakla beraber, o maden-i şefkat ve kıymetdar birer refika-i ebediye olabilen kadınları, tesettür ile sukuttan, zilletten ve manevî esaretten ve sefaletten kurtarıyor.” Hanımlar Rehberi ( 52 )
Görüldüğü üzere Bediüzzaman, aile hayatının korunması için kadının bir cinsel objeye mimsiz medeniyet tarafından dönüştürülmesine karşı çıkıyor. Kapitalist modernizm, bir araç olarak kullandığı kadını sadece sefil iştahlara bir tüketim malzemesi olarak sunmaktadır. Cinselliğin bu kadar yoğun bir şekilde hissedilmesi, kadınların varlığına yapılan en büyük hakarettir.