Bediüzzaman ye’se karşı el emel demiştir
Diyarbakır Kültür Merkezinde (DKM) yapılan ; üniversiteye hazırlık ve üniversite öğrencilerin katıldığı semineri bu hafta Sınıf Öğretmeni Abdullah ÇİÇEK sundu.
Risale Haber - Haber Merkezi
Yeis Nedir? Ye’se Düşmemizin Sebepleri, Ye’sin Maddi Ve Manevi Boyutu ve Bediüzzaman Hazretlerinin Yeis Hakkındaki Çözüm Reçetesi gibi başlıkların yer aldığı seminer büyük bir ilgiyle takip edildi.
Seminerine ye’i tanımıyla başlayan Çiçek, “Yeis; ümitsizlik, istek ve arzunun tükenmesi manasındadır. Yani ümitsizlik halinden kaynaklanan sıkıntı ve bedbinlik gibi manalara gelir. Ye’si karşılayan kelime karamsarlık, kötümserlik tam karşısında yer alan kelime ise ‘ümit’tir. Ümit de yakın ya da uzak gelecekte bazı şeylerin gerçekleşmesi hususunda beslenen his ve bu histen neş’et eden rahat ve mutlu olma halini ifade eder. Ümit; İyi ve faydalı bir şeyin gerçekleşeceği beklentisi ve inancı taşımaktır. Güven duygusunun kaynağıdır. Bu noktadan hareketle ümidini kaybedenin daha da kaybedeceği bir şeyi yoktur sözü meşhur olmuştur.” dedi.
Yeis kişiyi tembelliğe, rehavete ve gaflete çekerek felakete sürükleyen ve bedende mücadele ve hareket kabiliyetini engelleyen bir tür hastalık olduğunu belirten Çiçek, “Çünkü vücut içten gelen his ve duygulara göre kendini ayarlamaktadır. Yeis hayatımızın her anında karşılaşabildiğimiz bir hastalıktır. Örneğin bazı kişiler bazı derslerde çalışsa da başarılı olamayacaklarını düşünürler. Bu düşünceyle derse gider ve bu dersi yapamayacağını görür ve daha da o derse hiç çalışmaz. Bu durum eğitim psikolojisi diliyle önce öğrenilmiş çaresizlik daha sonra da kendini gerçekleştiren kehanet olarak ifade edilmektedir.” dedi.
Ye’se düşmemizin sebepleri
Atalet; (Aslında tembellik ve meylü’rrahat ,yeis ile birbirinden beslenen iki kavramdır denilebilir. Çünkü tembellik edip rahat döşeğinde uzananlar en çok sıkıntı çeken ve şikayet edenlerdir ve dolayısıyla gitgide ümitsizliğe düşerler.tersi de kişi ümitsizliğe düşünce yapamayacağını düşündüğü için çabayı bırakır tembelliğe düşer.risale-i nurda bütün rezalet ve sefaletin yuvası ve bizi en çok tahrip eden meylürrahttır diye geçmektedir.)
İstibdat;(istibdat altında kalan kişi başını kaldırıp fikrini ve arzusunu dile getirdiği zaman istibdat onun başına vurur,susturur ve ilmin hocası olan merakı körelterek onu ümitsizliğe atar.Buna da örnek öğrencilerimiz ve kardeşlerimiz.. )
Bilgisizlik ile şevk ve gayretin kırılması; bulunduğu kötü duruma bakarak geleceği ona göre yorumlamak ve geçmiş hatalardan ders almamak .
Kazaya rıza ve kadere tam teslimiyeti bilmemek(bununla ilgili olarak bütün olay ve hadiselerin Allahın kontrolünde olduğuna ve sonuçlarının güzel olduğuna iman etmemiz inşallah bizi ye’s afetinden uzak tutacaktır. ) İman hakikatlerinin tam olarak anlaşılmaması, amel ve taatte muvaffak olamamanın getirdiği korku. Üstad kalbin dört hastalığından bahsederken ye’si birinci sırada zikreder devamında da ucb hastalığına değinir .Şöyle ki amele ve taatte muvafak olamayan azaptan korkar ye’se düşer. Sonra bu meyusun gözüne dini meselelere ait küçük bir emare büyük bir delil ve burhan görünür. Birkaç emare elde eder etmez isyan eder ve daire-i islamiyetten çıkarak dalalete gider. Bunun çaresi ise
قُلْ يَا عِبَادِىَ الَّذِينَ اَسْرَفُوا عَلَى اَنْفُسِهِمْ لاَ تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ اِنَّ اللّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
ayetini kendimize rehber etmeliyiz)
Bir diğer nokta da ucbdur. Ucb ise kişi, ye’isten kurtulmak için yaptığı hayır ve hasenatı nefsinden bilip hayır ve hasenatına bel bağlamasıdır. Halbuki insanın iyiliklerde ve hayırda hakkı yoktur ve mülkü değildir. Belki Allahın rahmetiyle kabul olur gözüyle bakmalıdır. Mümin havf ve reca müvazesinde yaşamalıdır.(korku ile ümit)
Ye’sin maddi ve manevi boyutu
Ye’sin maddi ve manevi boyutuna da değinen Çiçek seminerine şöyle devam etti:
“Üstad yeis mani’i her kemaldir(bütün güzel ve iyi şeylerin önünde bir engeldir) diyerek ye’sin hem maddi hem de manevi olarak yükselmeye ve gelişmeye bir engel olduğuna dikkat çekmiştir. Üstad hazretleri: hayatım boyunca tecrübe ile bildim ki yeis dehşetli bir hastalıktır ki alemi İslam’ın kalbine girmiş ve o yeistir ki bizi öldürmüş gibi batının iki üç milyonluk küçük devletleri Asya’da ve Ortadoğu’da büyük devletleri kendine hizmetkar ve köle etmiştir ve yüksek ahlakımızı öldürmüş, toplum menfaati yerine kişisel hesap ve çıkarları bizim nazarımıza vermiştir diye devam eden cümlede dikkatimi çeken iki kelime;
1-dehşetli bir hastalık başka yerde kanser diye geçmektedir.
2-kalp kelimesi. Evet kalp insana hayat pompalayan bir organ olması ve kanserin de girdiği organın işlevini iptal etmesi ehemmiyetli bir noktayı nazarımıza veriyor. Bu yüzden ye’se yenik düşen kişi bedeni ölmeden ruhu ölmüş bir meyyit olur.) Madem bu hastalık bize bu zulmü etmiş bizi öldürüyor. Biz de o katilimizden kısasımızı alıp öldüreceğiz. (La taknetu min rahmetillah) (Allahın rahmetinden ümit kesmeyin) kılıcıyla o ye’sin başını parçalayacağız.
(Ma la yüdreku küllehu la yütreku külleh) (tamamı elde edilmeyen bir şey bütün bütün bırakılmaz) hadisinin hakikatiyle belini kıracağız inşaallah." Evet yeis korkak, aşağı ve acizlerin şe’nidir, bahaneleridir. Ehli imanın özelliği olamaz. Maddi yönü daha çok İslamiyet’in içine düştüğü fakirlik ve ecnebilerin terakki etmesiyle ilgili iken manevi yönü ise daha çok kişinin manevi hayatıyla ilgili yesin verdiği olumsuzluklarla ilgilidir. Ümitsizlik hem dinin hem de dünyanın elden gitmesine sebep olur. Zira bazı ehli iman ecnebilerin maddi terakkilerine bakıp sanki ümitsizliğinde bir derece haklı olduğunu düşünüyorlar. Halbuki Risale-i Nur dinin yasak olduğu ve en dehşetli tahribat zamanında karanlıkları yaran “"Evet ümitvar olunuz, şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sadâ, İslâm'ın sadâsı olacaktır!" diyerek bize ümit verirken bize ne oluyor ki ümitsizliğe düşüyoruz. Çaresi bulunan şeyde acze iltica etmemek gerekir. Risale-i Nur kuvvetli bir ümit ve inançla istikbalde bir ışık ve nur olduğunu da bize müjde veriyor. Üstadın bu müjdeleri haşa! Kuruntu ve hayal değil belki İslamiyet’in ve imanın verdiği hakikatlere binaen bunları söylemiştir. Şöyle ki tekemül ve terakki meyli insanın fıtratına derç edilmiştir. Fıtratımız hak ve hakikat olan İslam fıtratı üzerine olduğu için ve zaman düz bir çizgi üzerinde hareket etmediği belki küre-i arz hareketi gibi bir daire üzeride hareket ettiğinden bazen kış ve bahar mevsimi görünebilir. Her kıştan sonra bir bahar ve her geceden sonra bir sabah olduğu gibi inşallah âlemi İslam’ın sabahı dahi yakındır ve rahmeti ilahiyeden bekleyebilirsiniz diye bize müjde vermektedir.
Mümin böyle bir tehlike ile karşılaştığı zaman derhal tövbe ederek azim, sabır, irade ve tevekkül ile inancını tazelemelidir.
Bediüzzaman’ın “el emel” reçetesi:
Üstad Hazretleri Hutbe-i Şamiyede Avrupa’nın ilerlemesini ve Müslümanların geri kalmalarının sebebini altı tane hastalığa bağlamaktadır. Bunlardan birincisi Ye'sin, ümitsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesidir. Üstad bu hastalığın çaresini "El-emel". Yani rahmet-i İlahiyeden kuvvetli ümit beslemek olduğunu söylemektedir ve devamında Ey İslâm cemaati! Müjde veriyorum ki: Şimdiki âlem-i İslâm'ın saadetini dünyaya işittirecek derecede kanaat-ı kat'iyyemle derim: İstikbal yalnız ve yalnız İslâmiyet'in olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur'aniye ve imaniye olacak diye bize ümit vermiştir. İslamiyetin hem manen hem maddeten terakkiye istidadı var ve biz buna inanıyoruz.
İslamiyetin maddeten terakiye uygun olduğunun bir kanıtı şudur; Kuranın zikrettiği mücizatı enbiya(as),ayrıca şiddetli bir ihtiyaç ve fakirlik olması ki zaten İslam aleminde had safhada bulunmaktadır.(Çünkü ihtiyaç terrakinin üstadıdır. Yani bir şey ihtiyacı nisbetinde önemlidir.)
Şehamet-i imaniye (kimsenin zilleti altına girmemek) ve izzet-i islamiye (İslamiyetteki şeref ve haysiyetin yüksek olduğunu bilmek)
Yine Üstada göre İnsanları canlandıran emeldir, öldüren yeistir. Meşhurdur ki, biri demiş: "Eğer bir nokta-i istinad (dayanak noktası) bulsam, küre-i zemini yerinden oynatırım." Bu faraziyede acayip bir nokta vardır. Demek bu küçücük insan, nokta-i istinad bulsa, küre gibi büyük işleri çevirebilir. Nokta-i istimdat ve nokta-i istinad açısından bakıldığı zaman ehli iman Allaha dayanarak ve Allahtan yardım dileyerek bu sözü kendisi için söylenmiş kabul etmelidir. Hem Kur’an ve Sünnet gibi hakikatlere dayanması ona sonsuz bir kuvvet gayret ve şevk verecektir.(örnek olarak Hz. Muhammed (sav) in dini mübini ilan ettiği zaman Allah’a dayanarak bunun en güzel örneğini göstermiştir.” İnanıyorsanız mutlaka üstünsünüz.” ayeti celilesinin hakikatini bize göstermiştir.)
Üstad hazretleri hayatı hareket ve faaliyet olarak niteler. Arzu ve ihtiyaçlar da onun bineği olup hayat mücadelesine çıktığı zaman en evvel şedit bir düşman olan yeisle karşılaştığını söyler ve yeisle kuvve-i maneviyesinin kırıldığını söyler. Buna bizim o düşmana kaşı لاَ تَقْنَطُوا kılıncını istimal ediniz diye bize yol göstermektedir.
Manevi olarak yeise düşen kişi ibadetleri ve ümidini kesmek yerine Cenab-ı hakkın keremini ihsanın ve rahmetinin sonsuz genişliğini düşünmeli ve İslamiyet dairesi içerisinde yaşamaya çalışmalıdır.( Bediüzzaman Hazretleri On ikinci notada hadsiz günah ve hatalarını itiraf ediyor. Evham ve türlü türlü illetlerle mübtela olmuş. Sana tazarru' ve niyaz eder, senin rahmetine iltica ediyorum. Eğer kemal-i rahmetinle onu kabul etsen, mağfiret edip rahmet etsen; zâten o senin şânındır. Çünki Erhamürrâhimîn'sin. Eğer kabul etmezsen, senin kapından başka hangi kapıya gideyim? Hangi kapı var? Senden başka Rab yok ki, dergâhına gidilsin. Senden başka hak Mabud yoktur ki, ona iltica edilsin! sırrını her mümin kendine büyük bir düstur kabul etmelidir.
İstimdat ve istinad noktalarını iyi anlamamız gerektiğine değinen Üstad Hazretleri . Şu ihbar bir kavî ümid verir ki; nokta-i istinad, nokta-i istimdad gayet kavî ve metindir. Şu ümid, yeisle öldürülen kuvve-i maneviyemizi ihya etti.
(Onlar Allahın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler fakat Allah nurunu tamamlayacaktır kafirler istemezlerse de.(madem Allah vaad etmiş o zaman muhakkak olacaktır.)
Peygamber efendimiz (asv):Gelmesi muhakkak olan bir şey uzakta olsa da yakındır.)
Ehl-i küffarın Müslümanlara bu denli hücum etmeleri,kan kusturmaları belki de bu hakikatleri anlamaları cihetiyledir.)
Son olarak dersimi şu dua ile bitirmek istiyorum: Yaşasın sıdk! Ölsün yeis! Muhabbet devam etsin!. Şûra kuvvet bulsun!. Bütün levm ve itab ve nefret, heva hevese tâbi olanlara olsun. Selâm ve selâmet Hüda'ya tâbi olanların üstüne olsun. Âmîn..