Bediüzzaman'a hangi gözle bakacağım?

Uzun zamandır aklımı bir sual kurcalayıp duruyordu.
Bediüzzaman ki bu asrın müceddidi ve sahibidir.
Müceddit ve sahip ise her alanda söyleyecek sözleri olmalıydı.
Çünkü bundan sonra toplum ve insanlık ve de İslamiyet onun söylemleriyle dizayn edilecektir.

Dolayısıyla yıllardır bu hizmetin içinde olduğum halde ve defalarca Risaleleri bitirdiğim halde net bir şekilde talebesine devlet idaresinden ve siyasetten bahsettiğini görmedim.
Yani asla iktidar olmak ve devleti yönetmek diye amacı yoktur.
Ne kendisinde böyle bir gaye vardır ne de talebelerine böyle bir telkin vermemiştir.
Hatta tam tersi bir yetişme şekli vardır.

Oysa modern dünyada artık devlet siyasetle yönetiliyor.
Eğer siyaset yapılmayacak ve devlet idaresinde söz sahibi olmayacaksan, sınırsız bir çoğalmanın sonucunda varılacak nokta neresidir?
Yahut da şöyle diyelim;
Bediüzzaman’ın eserlerine bir bütün olarak baktığınızda devlet idaresinin her kademesinde koymuş olduğu prensipler vardır. Ki bu konuyla ilgili Safa Mürsel’in yazdığı “Devlet Felsefesi” adlı eser orta yerdedir.

Devlete yön verdiği gibi siyasetçiye de yön vermiştir.
Bir müceddit olarak hayatın her kademesinde Kur’an’a dayalı prensipleri koymuştur.
Bu düsturları ve bu prensipleri bir başkasından beklemek yerine kendi mekanizmasında ve okulunda yetişen siyasetçi ve devlet adamından beklemek daha doğru olmayacak mıydı?

Öyle ise neden talebelerine siyaseti yasaklamış ve şeytandan Allah’a sığındığı gibi siyasetten de Allah’a sığınmıştır?

İsterseniz biraz daha amiyane düşünelim;
Nur talebeleri olarak siyasete bakmıyoruz.
Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki başta Üstadımız sonra bütün cemaatimiz yıllar yılı işkence gördü hor görüldü, sürgünler yaşandı, buna karşı ne zamanki demokrat bir iktidar başa geçti o zaman genel bir rahatlama oldu, hizmet daha çok yaygınlaştı.
Serbest zeminlerde cemaatimiz daha çok neşv-u nema buldu.
Öyle ise siyasete boş gözle bakmamak gerekir.

Hem mesela bu gün devletin başında bir nur talebesi olsa, bürokrasinin bütün önemli kademelerinde nur talebeleri olsa gerçek bir adalet zemini oluşmayacak mı?

Hem mesela bu günkü hükümet baştakileri ve kurmaylarıyla dindar oldukları için son on yıldır gerçekten büyük rahatlamalar yaşadığımızı görüyoruz.
Öyle ise neden biz de siyasete karışmayalım?

Evet, sevgili dostlar!
Bu ve buna benzer birçok soru şahsen kafamda cirit atıp duruyordu.
Belki sizlere garip gelecek ama bu soruların cevabını Sayın Ali Bulaç’ın yazısını okuduktan sonra bulduğumu söyleyebilirim.
En azında kendimi tatmin eden cevaplar buldum.

O yazıyı okuyunca o anda Sayın Ali Bulaç gibi meseleye baktım.
O gözle bakınca birden her şey sıradanlaştı.
Bir an ben de o söze kapılır gibi oldum.
“Bediüzzaman o sözü o dönem gereği söylemiştir” diye düşününce o anda Üstadımın gözümdeki mahiyeti kayboldu.

Hemen kendimi toparlayıp;”hayır” dedim “ben başkasının gözüyle Üstadıma bakamam.”
Öyle ise Üstadımın kendisini tarif ettiği makamda ona bakmalıyım.

Peki, o nerden bakıyor nereden sesleniyor ben nerdeyim?
Ekstra bir soru olarak; Ali Bulaç nereden bakıyor?

Ali Bulaç kendince son derece haklıdır.
Bulaç, günümüz Türkiye’sinde hep gurur duyduğum entelektüel bir kişiliktir.
60'lı 70'li yıllardan bu yana hep özlemini çektiğimiz klasik tabirle sağın yetiştirdiği önemli bir şahsiyettir.

O felsefe ve hikmetle karışık usul-u din ve ilm-i kelamı da iyi bilen modern bir müslümandır.
Onun durduğu yer, bir manada asrı saadetten bu yana sıralanmış bütün müçtehitlere aynı nazarla gördüğü yerdir.
Dolayısıyla nur talebesinin bakış açısıyla onun bakış açısı bir olamaz.

Kaldı ki ne onun durduğu yer ne de nur talebesinin durduğu yer Bediüzzaman’ın durduğu yerle aynı değildir.
Bizler uykudayız Bediüzzaman uyanıktır.
Onun sözleri alemimize çok farklı gelecektir.
 
“Evet, nasıl ki hüşyar olan adam, yatmış olan adamın rüyâsını tâbir eder; öyle de, bâzan uykuda olan bir adam, yanında uyanık olan konuşanların sözlerini işitiyor. Fakat, kendi âlem-i menâmına tatbik eder bir tarzda mânâ veriyor, tâbir ediyor.” (Şualar)
 
Evet, Bediüzzaman ve Bediüzzaman gibi müçtehitlerin durduğu yer; Nazar-ı nübüvvet ve tevhid ve imân dairesidir.
 
“Vahdete, âhirete, Ulûhiyete baktığı için, hakâikı ona göre görür.”
 
Ehl-i felsefe ve hikmetin nazarı asla yetişmediği gibi, günümüzde felsefe ve hikmetle bulaşık ehli imanın nazarı dahi bunların nazarına yetişmez.
Öyle ise bunların tarihe mal olmuş sözleri hiçbir zaman dönemsel olamaz.
 
O zaman bu çıkmazı nasıl aşabiliriz?

Bir sonraki yazıda devam edelim...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.