Himmet UÇ
Bediüzzaman'ın dini anlatım üslubu
Tanzimat’tan beri dinin insanlara, müslümanlara anlatımı sorun olmuştur. Din hutbedeki bir ayete, hadise, vaaza sınırlı olmaz. Ara sıra bazı hakikatleri anlatmaya inhisar etmiştir. Ahmet Mithat Kur’an’ın tefsirinin 1870 yıllardan itibaren yapılması gerektiğini savunur ama birileri karşı çıkar.
Bediüzzaman “Kur’anımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem” derken Kur’an’ı anlayan insanlar ve nesiller yetiştirmek için büyük gayret sarfetmiştir. Sürgünlerde ızdıraplarını sayıklamak yerine yeni bir form ve muhtevada tefsirler yapmıştır. Onun anladığı tefsir geleneksel tefsir metoduna göre değildir. Kur’an’ın hakaik cihetini iman ve onun silsilesindeki rükünleri çok yönlü olarak izah etmiştir.
Barla sürgününde “nasıl yazmalıyım, neler yazmalıyım, hangi teknikleri kullanmalıyım” diye uzun uzun düşünmüştür. Çünkü seçtiği anlatım tarzları bir reformdur adeta. Bediüzzaman ünlü mutasavvıfların ve Hazreti Mevlana’nın tarzını takip etmemiş, daha biçimlenmiş vaka örgüleri şahısları olan, tema, tez imajları olan eserler meydana getirmiştir. Türkçüler millete şovenist duyguları, vatan, millet duygularını aşılamışlar ama kimse bu büyük milletin itikadını inşa etmeyi düşünmemiştir.
Ömer Seyfettin harika hikayeler yazmıştır. Tarihi kahramanlık ve hayat hikayeleri ile milli heyecanları harekete geçirmiş ama gençlerin itikadını kurtarmak için izahlar yapmamıştır. Bu bir eksik değil onun için çünkü Ömer Seyfettin güzel duygular telkin etmiş bir insandır.
Mithat Efendi evlere okuma saatleri koyacak kadar gayretli hareket etmiş. Sürgün edildiği adada balıkçıların, tayfaların himmeti ile okul açtırmış, insanlar yetiştirmiştir. Bediüzzaman’dan önce en çok gayret etmiş insanlardandır.
Bediüzzaman ne yapılması gerektiğini uzun uzun düşünmüş, kurmaca hikayeler ile dinin büyük hakikatlerini, itikadi konularını anlatmıştır. Onun Küçük Sözler’i aslında koca dini birkaç sayfaya sığdıracak tematik hikayelerdir. O kitabı Türk çocukları okumadığı sürece Allah’ı bilmek, itikad, ahiret, namaz ve diğer bahisleri samimi ve içten izahlarla okuyamazlar.
Eski yazarlarda hakikati üslüb içinde boğmak gibi bir kötü adet var ama onlar üslubperest olmayı hakikati anlatmaya tercih etmişlerdir. Bediüzzaman böyle üslub oyunlarından uzak durmuş. “Ey kardeş benden birkaç nasihat istedin, sen bir asker olduğun için askerlik temsilatı ile bir kaç küçük hikayeyi nefsimle beraber dinle” demiş. Deyiş o deyiş. Bu bir fal-i hayır. 130 kitap bundan sonra devam edip gitmiş. Zulüm ve sürgünler ona matbaa olmuş. Hapishane köşelerinde bulduğu kağıtlara, kibrit kutularına eserler yazmıştır. Onun eserlerinin telifi çok fantastik ve hakkında çok yorumlar yapılması gereken bir olaydır.
Küçük Sözler isimli eserlerinde hikaye tekniğini kullanmış, olayları şahıslandırmış, yerine göre dünyayı büyük bir mekan olarak almış. İyi ve kötü adam, mümin ve anlamakta zorlanan adamlar, zaman zaman da kötü adam olarak şeytanı araya sokmuş büyük anlamlı eserler meydana getirmiştir.
Bu dokuz sözde en çok üzerinde durulan namazdır. İki bahistir, Dördüncü Söz ve Dokuzuncu Söz. Peygamberimizin (asm) çok görsel bir hadisi olan “namaz dinin direğidir” ifadesi bu bahsin can damarıdır. Din kelimesinin anlamı hayattır, yoksa ibadet onun bir kısmıdır. Öyle ya direği olmayan bir ev nasıl ayakta durur, namaz da insanın, dininin direğidir. Eğer namaz yoksa direksiz ev nasıl durabilir, namazsız adam direksiz evde Azraili bekler, üstüne yıkılır. Birileri götürür mezara koyarlar direksiz adamı.
Edebiyatı dini ve milli edebiyat gibi bölümlere ayırmak yanlış. Bir edebi metinde din de olmalı hayat da. Bu ayırım laik hikayeler ve eserler denilen kimliksiz ve ruhsuz eserler ortaya çıkarmıştır. Batılı böyle anlamamış. Hugo Sefilller’de dini de anlatır hayatı da. Bir rahibi gerçek dinin temsilcisi olarak anlatır. Dickens, Oliver Tvist isimli eserinde Oliver’e din de anlatır. Hacda konuşmuştum, Araplar çocuklarına Dickens’i okutuyor. Muhafazakar ve makul duyguları anlattığı için. Oliver gibi bir roman kahramanınız yok.
Bediüzzaman’ın hikaye veya roman vadisindeki en önemli eseri Onuncu Söz diğer adı ile Haşir Risalesidir. Hikayelerde merak unsuru ve gittikçe açılan bir yol takib edilir. Bediüzzaman üç bölümlük eserinde birinci kısımda kısmen anlattığı hakikatleri, hakikatler kısmında daha canlı anlatır. Bu tekniği neden seçtiğini bu kafamla yanında olsaydım kendinden dinleseydim. “Neden böyle bir yolu ihtiyar ettiniz Efendim” diye sorardım.
Bediüzzaman eserin baş kısmında bir münakaşa, tartışma ortamı hazırlıyor. Çünkü artık itikadi hükümler Kur’an emrettiği için, peygamber söylediği için kabul edilmiyor. Bir mesele hocaya sorulur o ne derse ona göre hareket edilir. Geleneksel, yüzyıllarca devam eden adet budur ama vahyin yerine aklı koyunca aklı tatmin etmek gerekmiştir. Bu yüzden yazar bütün eseri boyunca aklı tatmin etmeye çalışır ama soyut akıla değil. İki kahraman arasında akli bir hüküm ortaya çıkarmaya çabalar, zaman zaman anlatıcı araya girer.
Romanda şahıslar, mekan, fon şahıslar, kalabalıklar var. Bediüzzaman bunların hepsini gerekli görmüş. “Bir zaman iki adam cennet gibi güzel bir memlekete (şu dünyaya işarettir) gidiyorlar. Bakarlar ki herkes ev, hane, dükkan kapılarını açık bırakıp muhafazasına dikkat etmiyorlar. Mal, para meydanda sahipsiz kalır…” Bir şehir profili çizmiş iki de şahıs üretmiş.
“O adamlardan birisi her istediği şeye elini uzatıp ya çalıyor, ya gasbediyor. Hevesine tebaiyet edip her nevi zulmü, sefaheti irtikab ediyor. Ahali de ona çok ilişmiyorlar. Diğer arkadaşı ona dedi, “ne yapıyorsun, ceza çekeceksin, beni de belaya sokacaksın. Bu mallar miri malıdır (devlet) bu ahali çoluk çocuğu ile asker olmuşlar veya memur olmuşlar. Şu işlerde sivil olarak istihdam ediliyorlar. Onun için sana çok ilişmiyorlar. Fakat intizam şediddir. Padişah’ın her yerde telefonu var ve memurları bulunur. Çabuk git dehalet et.”
Yazar, ne kadar mahir bir romancı gibi anlatıyor, konuşmaları idare ediyor. (O adamlardan birisi, diğer arkadaşı ona dedi.) Dini yeni teknikle anlatmak istemiş. Yüz yıl geçti aradan, belli mekanlara hapsedilmiş insanlar ve kitaplar. Allah’ım bu milletin ihtiyacı ve çocukların ihtiyacı bunlar. O garip sürgündeki adam zulüm ve baskı altında milletini düşünmüş bunları yazmış, elimizde bir cennet olacak memleket bak ne halde, herkes birbirini yiyor!
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.