Bediüzzaman'ın hayal dünyası...

Bediüzzaman'ın hayal dünyası...

III. Risale-i Nur ve Sanat Çalıştayı'nda Prof. Dr. Himmet Uç'un hazırladığı tebliğ...

Prof. Dr. Himmet Uç'un tebliği

Büyük devlet adamları, büyük sanatçılar ve peygamberler, büyük ıslahatçıların büyük hayalleri ve o hayallerden muhayyilelerinin şekillendirdiği idealleri vardır. Bütün bunların muhayyilelerinin hayata ideal ve başarı şeklinde yansımaları çok uzun bir yorum dünyası gerektirir. Muhayyilelerin makul olanları büyük hükümdarları ve ıslahatçıları ortaya çıkardığı gibi, bu muhayyilelerini mantıkla denetleyemeyen sanatçı ve siyasilerden de büyük tahrib edici olaylar ve felsefeler ortaya çıkmıştır. Tarih muhayyileninin hazırladığı zafer ve hezimetlerle doludur. Hitler ve Musolinni, Lenin, Marks, Timur, Attila, Enver Paşa ve daha benzeri hükümdarlar denetlenemeyen ve mantık ve din ile çatışan muhayyileleri yüzünden milyonlarca insanları heba etmişlerdir.

Hz. Peygamber büyük bir dünya coğrafayasını daha Hendek savaşında bir ışığın tayfından görmüş, ümmetinin Kisra’nın altınlarını nasıl paylaşacağını o garip günlerde öne sürmüştür. Ama o büyük Nebi hep muhayyilesini Allah’ın çizdiği pergel ile doldurmuş, hiçbir zaman hezimet görmemiştir. Osman Gazi gördüğü bir rüyada daha çekirdek halindeki o gününde geleceğin büyük coğrafyasını görmüştür, o da hiçbir zaman megaloman gibi hareket etmemiş, yedi yüz yıl süren hikayemizi büyük bir coğrafyada devam ettirmiştir. Şimdi Bediüzzaman hem eserlerindeki kurgu planındaki anlatımlarındaki hayalleri, hem talebelerinin üç kıtada at oynatan hamiyetkar çalışmaları hiçbir zaman onu tevhid dininin pusulasından ayırmamış ve başarılı olmuştur. Ama talebeleri tevhid dininin değil de başka isteklerin doğrultusuna kayarsa suçlusu kendileridir, onun değer ölçülerinin yerini menfaat ve başka hırslar alırsa Bediüzzaman’ın talebesi, Bediüzzaman’ın talebelerinden daha ileri bir boyuta gelebilir, kim metni iyi anlarsa ona açılır perdeler.

Bediüzzaman’ın muhayyilesini yorumlamak bize düşmez ama biz hissettiklerimizi yazmak suretiyle, ortaya bir bakış noktası çıkarmak istedik. Bu güne kadar üzerinde az durulmuş bir bahistir. Bediüzzaman kendine has bir yorumlama geleneği kurmuştur. Onun muhayyilesinin büyüklüğünü ve şaşırtıcılığını başta seçtiği ayetleri anlatmada kullanmış olduğu temsillerin, temsili hikayelerin büyük bir muhayyile genişliğinden doğduğudur. Mesela Altıncı Söz’de ayetin manasına hakim olan “satmak” fiilini anlatmak için insan bedenini bir çiftliğe benzetmekle bahsi anlatması büyük bir muhayyile genişliğini gösterir. İnsanın nefis ve malının satmak ile bir çiftliği kazanmak için kullanmak arasında kurduğu bağlantılar onun düşünceyi yansıtmada muhayyilesinin zenginliğini ifade eder. “Bir zaman bir padişah raiyyetinden iki adama her birisine emaneten birer çiftlik verir ki içinde fabrika, makine, at, silah gibi her şey var.” (Sözler, 23) Dünyada satmakla yapılan ticari işlemler içinde en önemlisi insanın kendini ve malını Allah’a satmasıdır. Bu bağlantıyı bir ç i f t l i k örneği ile ifade etmek onun çok yönlü sanat ve yansıtma kuramanı ve bunları idare eden akıl ve muhayyilesini ifade eder. Bütün Altıncı Söz bu çiftliğin ayrıntısı ile doludur.

Bahsin temsilden temessüle geçtiği yerde çiftlik örneğini açıklar: “İşte ey nefs-i pürheves şu misalin dürbünü ile hakikatin yüzüne bak. Amma o padişah ise ezel ebed sultanı olan Rabbin Halıkındır. Ve o ç i f t l i k l e r, makineler, aletler, mizanlar ise senin daire-i hayatın içindeki mamelekin ve o mamelekin içindeki cisim, ruh ve kalbin ve onlar içindeki göz ve dil, akıl ve hayal gibi zahiri batıni hasselerindir” (Sözler, 24) Bir dükanın büyüklüğü onun alışverinişin büyüklüğünü gösterir, bir umumi mağaza ile bir mahalle bakkalı nasıl yorumlanabilir. İste Cennet’in genişliği ve büyüklüğü nisbetinde onu kazanacak olan insan bedeninin genişliği ve çok farklı cihazlardan meydana gelmiş bir ticaret dükkanı olduğunu gösterir. Bu muhayyile zenginliği bize ayetin manasını ifade etmede ne kadar harika bir kolaylık getirir, bunu sağlayan onun temsili hikayeyi seçmekteki muhayyile ustalığıdır. Kendinden önceki tefsir geleneğinin böyle bir çiftlik örneği yoktur. Tefsirin bire bir yansıtma ve yorum geleneğinin metne bağımlı olan yapısından tamaman bağımsız bir seçim ve temsildir.

Temsili hikayelerden biri de Birinci Söz’dür. Bu sözde s i m a kelimesi muhayyilenin hakikatı aklileştirmede gösterdiği başarıdır. Gerek çiftlik kelimesi gerek sima kelimesi bir mekandır. Bediüzzaman hakikati anlatmada akla yardım etmek için onu insanın daha net düşünebileceği mekansal ilişkilere göre yorumlar. Bismillahirrahmanirrahim kutsi kelime zincirini anlatmak için s i m a kelimesini seçmesi üzerinde düşünelim. Üç sima var; kainat siması, küre-i arz siması, insan siması. Günlük dilde sima kelimesi insan siması, kedi siması, koyun siması gibi kelimelerde kullanılır. Sima muhtelif azanın uyumlu bir şekilde yerleştirildiği estetik biçimdir, bütün güzelliklerin yansıdığı yerdir. Fakat burada Bediüzzaman, Allah’ın insan simasına, kainat simasına ve yeryüzü simasına yansıma hakikatini anlatır. Yani koca kainatı bir sima gibi görür, yeryüzünü öyle, insanı öyle. Şimdi sima gibi görmek bir yana, o simada Allah’ın nihayetsiz faaliyetini ve bunların birbiri arasındaki uyumunu okumak insan aklının ve hayalinin biçimlendirmekte güçlük göstereceği bir durumdur. İşte bu kainat denilen büyük büyük büyük simada Allah’ın büyüklüğünü okurken seçilen fiilleri bir yüzün güzelliğini belirlemede seçilen azaların uyumu gibi düşününce gerçekten Üstadın ne kadar ihata edilmez bir tefekkür ve hayal dünyası ve oradan seçip çıkardığı muhayyile örnekleri görülür. İhatası mümkün olmayan azamet-i Rabbaniyeyi , koca kainat simasına yansımasını denetleyebilen bir muhayyile hayret değil mi ?

Bir yüzde güzellik oradaki birkaç aza arasında uyum ile okunur. Şimdi Bediüzzaman birinci ifadesinde sima dediğini ikincisinde “Kainatın heyet-i mecmuası” der. Allah’ın uluhiyetinin büyük sikkesini kainatın topyekin görüntüsünde okur, okumak ise;
Teavün
Tesanüd
Teanuk
Tecavüb
İnsan simasındaki azalar arasındaki filler ortaklaşa fiillerdir, gözün gördüğünü, burnun hissettiğini ağız kabul eder. Her fiil bağımız değil, birbiriyle uyum içinde gelişir. Yukarıda kainat simasındaki yardımlaşma ancak dayanışma, birbirini kucaklama ve ihtiyaçlarına cevap ile gelişir. Veya aşağıdan yukarı birbirinin ihtiyacına cevap verme, ancak biribirini kucaklamakla mümkündür, o da dayanışma ve yardımlaşma ile. Bir simadan nasıl bir uzvu çıkarınca güzellik hüsrana dönüşürse aynen öyle de t e a v ü n fiilini çıkarmakla güzellik bir kargaşaya döner, yüzdeki azaların güzellik için estetik zarureti gibi. Yukarıdaki fiillerin birbiriyle irtibatı da Allah’ın kainat simasına yansıması, yani Allah isminin kuşatıcı keyfiyeti bu şekilde, bu dört fiilin dört fiile yansımayla olur. Bilmem anlata bildim mi? Gücümüz yettiği kadar.

Yeryüzü ve insan simasındaki ledünni yansımaları bunlara ilave edebiliriz. Onların ayrıntısı yine büyük muhayyile örnekleridir.

Aynı sözde yine büyük bir muhayyile mahsülü olan cümleler vardır: “Evet kainatın envaını hikmet dairesinde insanın etrafında toplayıp bütün hacatına kemal-i intizam ile ve inayet ile koşturmak.” (Sözler 10) Kainatın ne kadar nevi var? Sayısız. Bütün bunlarla insan arasında faydalı geometrik ve matematik nisbetleri ayarlamak yani insana fayda verecek noktalarda tutmak nasıl bir muhayyile bunu yakalamış ve ifade etmiş. İnsanı merkeze koyalım, ağacın yeri ile koyunun yeri, bulutun yeri, güneşin yeri, ayın yeri, leyleğin yeri, dağın yeri her biri insana göre bir geometrik nisbet ile konmuş, birisi bizi merkeze diğerlerini ona faydalı olacak noktalarda durun demiş, ne kadar harika bir tasarım ve muhayyile değil mi? Bunu hisseden hayal ve muhayyile, işte o fersude beden pejmürde elbiselerin içindeki adam.

Divan edebiyatının bütün büyük şairlerinin muhayyileleri zengin şairlerdi. Şeyh Galip, Fuzuli, Naili Kadim ne kadar büyük hayalleri biçimlendiren muhayyile ve akıl dehalarıdır. Divan şiirinin muhayyilesi anlatılmamış, belki birgün anlatılır. Batı sanatı eser ile muhayyileyi bizden farklı anlamış. Joyce’in Ulyssess’i büyük ihata edilmez bir muhayyile sonucudur. Tolstoy’un Savaş ve Barışı beş yüz şahsın yerleştirildiği bir büyük dünya çapında eserdir. Tolstoy Bediüzzaman gibi hayalini temiz tutmuş bir adam, halktan kopmamış, canı sıkılınca ayakkabı yapmış, hatta arkadaşları eserlerinin yanına bir de onun yaptığı çizmeleri koymuşlar, eşi Moskova aristokrasisinde dolaşırken o sabahları Moskova dışında çiftçilerin yanına gider odun keserdi, aristokrasiden ve salon aydınlığından nefret etmiş, tıpkı Bediüzzaman gibi. Napolyon ile Çar arasındaki savaşı Borodino savaşını gerçekleştirmek için yüz yıl sonra savaşın meydana geldiği alanda hayalindeki savaşı biçimlendirmiş, ne muhayyile.

Fuzuli, Su Kasidesi’nde büyük ve insanı hayrette bırakan bir hayal genişliği ile imajlar, beyitler ortaya koyar:

Abgundur künbed-i devvar rengi bilmezem

Ya muhit olubdur gözümden günbed-i devvare su

(Bu dönen kubbenin, künbedin, alemin renginin ne olduğunu bilemiyorum. Benim gözümden akan yaşlar onu istila etmiş, galiba onun rengidir.)

Bu peygamberimiz için söylenmiş, yani bu dönen kubbenin mavi rengi, benim kainatın hürmetine yaratıldığı Habibullah için ağlamalarımın sonucu gökyüzünü istila eden gözyaşının rengidir. Bunu düşünmek hayal etmek ve biçimlendirmek ancak büyük bir deha hayalinin ortaya koyabileceği bir hayaldir.

Büyük sanatçılar, büyük hayalleri ile büyük sanatçıdırlar, hayal ile tasarımların büyüklüğü, büyük sanatçıyı büyük yapar. Bediüzzaman’ın eserlerindeki hayal genişliklerini ifade etmek, onun hayalinin büyüklüğünü ortaya koymak birkaç kitap olacak kadar büyük bir konudur. İhtiyarlar Risalesi’nin adı ihtiyarlarla ilgili olduğu için mi nedir? Bu yönleri pek dikkate alınmayan bir eserdir. Aslında Bediüzzaman’ın en lirik ve etkileyici, sanat harikaları ile dolu bir eseridir. Onun Yedinci Rica’sını alalım.

Bahsin girişi bir sanat, aynı zamanda bir değişim, bir bakış açısı oluşumu. Bu tarih zannedersem 1922 yılları, İstanbul’un işgalindeki yabancı güçlerin aleyhine çalışmaları Ankara hükümetinin gözünü doldurmuş ki, onu, o misüllü siyasi hadiseleri yönlendirmek için Ankara’ya çağırmışlar. İstanbul’daki çalışması bir vatanseverlik idi, siyaset değil. “Bir zaman ihtiyarlığımın başlangıcında Eski Said’in gülmeleri yeni Said’in ağlamalarına inkılab ettiği hengamda. Ankara’daki ehl-i dünya beni Eski Said zannedip oraya istediler, gittim. ( Lem’alar, 228) Bediüzzaman’ın hakkındaki vesikalarda gösterilen bir oturumluk çağrı değil bu, fikirlerinden istifade edilmek istenen insan ile bir iki saatlik görüşme olmaz, ama bugün için o kadar görünüyor. Belki de Eski Said olarak gitseydi, çok farklı şeyler olabilirdi. Eski Said eski faaliyetlerini artık ağlamaklı bir durumda yorumluyor.

O anki ruh tahlilini kendi psikanalizini ve bu yorumla olacakları önceden hissettiriyor. Ruh hali, değişmiş bakış noktası, farklı bir hedefe yönelmiştir. O sıralarda kırk altı yaşlarındadır, o dönemi “ihtiyarlığımın başlangıcında” olarak niteler. Daha sonraki cümleler o kadar elenmiş bir kelime dünyası ile kendi duygularındaki farklılaşma ile sonbahar, Ankara, Ankara Kalesi, mevsim, ihtiyarlık durumu, Osmanlı Devleti, Hilafet, dünya, ahir zaman bir bakışta bu kadar farklı durum ve nesne arasında ortak bir empati nedeni bulmak ne kadar zengin, çarpıcı, insanın başını döndürücü, hayret verici bir sanat şöleni, bir sanat gösterisi. İhtiyarlar Risalesi bir r o m a n. Hiçbir roman bu eser kadar insanın dünyasını şerhedemez, deneme-roman karışımı bir dil kullanmış anlatım ustası. Bu okyanus muhayyileli, bahr-i bikeran insanı nasıl anlatalım, sanatçılara sanatseverlere, Tolstoy’un Savaş ve Barış’taki hayal büyüklüğünü, ihata edilmez azameti anlayan sanat otoriteleri gelin bu kitabı okuyun, bakın. Azamet-i ruhiye nedir? O ne kadar zengin bir göz ve onun arkasında o genişliği ihata edilmez bir baş ve ne kadar haşmetli, ihata edilmez hayalleri olan bir dünya. O dünyaya girmeliyiz, insanları o büyük alp silsileleri gibi dünyada dolaştırmalıyız, ne yapalım. Atlas Dergisi Dünyada ve Türkiye’de 2010 diye bir resimler kitabı yayınlamış. Kitabın 201 sahifesinde bir resim var. Şöyle tanıtılıyor: “Bavyera Alpleri’nde kurulan 1000 metre yüksekliğindeki Alpspi x kulesinin çalışanları açılıştan kısa bir süre önce manzaranın tadını çıkarıyor.” Azameti seyretmek, azameti seyretmek bir azamet, bu kuleyi o dağların tepesine yapmak da bir ruh büyüklüğü. Bir resim ama bir kitap, bir dünya, Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfinden sonraki büyük keşif, işte bakmayı, görmeyi örgütleyen kitabımız ve onun bendesi yine bakmayı öğreten Bediüzzaman. Bilmem onun hayalini anlatmaya başladım mı? Avrupalı Paris’ten kalkıp Mısır ehramlarının azametini görmek için binlerce kilometre yol katediyor, manzaranın tadını çıkarıyor. Bediüzzaman ise namazı; “celaline karşı kavlen ve fiilen Sübhanallah deyip takdis etmek” (s, 71)diye tarif ediyor. Avrupalı hayretini daimileştirmek için bu kuleyi yapmış, Allah namaz ile miracın en yüksek tepesinden Allah’ın azametini kuluna seyrettiriyor. Ne kadar müstakim zihinler benziyor birbirine, ha Avrupalı, ha Nurslu. Nasıl bir insan Bediüzzaman? Allah’ın yaptığı bir garip sanat eseri. O kuleyi görünce Barla’da dağların tepesinde geçen bir ömrü anlamaya başladım. “Bu dağları yıldız sarayına değişmem” diyen adamı anladım -sen öyle san-

Cumhuriyet şiirinin sistem gibi nereye tutunacağını bilmeyen hayretini anlatan bir şiir Orhan Veli’nin bir küçük mısraları:

Deli eder insanı bu dünya
Bu gece, bu yıldızlar, bu koku.
Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç

Güzelden, güzellikten güzeller güzeline gidememek, göz her zaman görevini yapmış, rakı şişesinde boğulmuş bir harika çocuk, Cemali görmüş ama öteye gidememiş. Bu neslin günahı kimin boynuna?

Deli eder insanı bu Bediüzzaman

Bu Sözler, bu hayat, bu imajlar

Bu tepeden tırnağa hakikatlarla donanmış Nurlar

Şimdi Bediüzzaman’ın harika empatiler ve benzerlikler, ruhsal uyumlar silsilelerini alalım.

“……gittim. Güz mevsiminin ahirlerinde Ankara’nın benden çok ziyade ihtiyarlamış, yıpranmış eski kal’asının başına çıktım. O kal’a tahaccür etmiş hadisat-ı tarihiye suretinde bana göründü.

Senenin ihtiyarlık mevsimiyle, b e n i m ihtiyarlığım, k a l’ a n ı n ihtiyarlığı, b e ş e r i n ihtiyarlığı, şanlı O s m a n l ı devletinin ihtiyarlığı ve h i l a f e t saltanatının vefatı ve d ü n y a n ı n ihtiyarlığı, bana gayet hazin ve rikkatli ve firkatli bir halet içinde o yüksek kal’ada geçmiş zamanın derelerine ve gelecek zamanın dağlarına baktırdı ve b a k t ı m.” (Lem’alar, 228)

Ankara’ya gelir gelmez Ankara kalesine çıkan adam, nereye gitse aynı ruh, yüksek adam yüksekliklerden hoşlanan adam, ruhları çukurlardan yükseklere çıkartan adam, yüksekten bakmasını öğreten adam, her şeyi sefaletin derinliğinden azametin yüksekliğine çıkarmak için çabalayan adam. Elini vurduğu şeyi yükseltmiş yüceltmiş, ne efsunlu, sihirli bir el, ne kadar değiştiren, büyüleyen bir dil ve kelimeler.

Bu ruh halini Farisi beyitler halinde yazmış, Mesnevi’de ve bu Yedinci Rica’da, 17. Söz’de izahları var. Farsca’yı bu kadar belağatle hakikatı kaleme alacak derecede etraflı bilen, nerde öğrenmiş, nasıl öğrenmiş Allah Allah. Elimizden Farsça ve Arapça’yı almışlar. Şarkın iki büyük okyanusu olan dil, bizi Bostan, Gülistan, Sadi’nin dünyasından koparmışlar, yerine Zola, Mauppasant, Gongourt kardeşlerin insan bedeninin süfli derelerinde dolaşan adamlara götürmüşler. Adamlarda ne ufuk varmış, onun için Bediüzzaman Meclisteki meşhur metinde anlatır. “Zaf’ı dine sebeb olan Avrupa medeniyeti sefihanesi yırtılmaya yüz tuttuğu bir zamanda ve medeniyet-i Kur’an’ın zuhura yakın geldiği bir anda lakaydane ve ihmalkarane müsbet bir iş görülmez.” (M 99) Yüz yıllık edebiyat, yatak yorgan hikayeleri, insanın süfli pisliğinden meded uman büyük büyük zannedilen küçük adamlar. Üç beş adamın dışında arkasından gidemeyeceğin adamlar. Bu yoksulluğu görünce Milli edebiyat ortaya çıkarmak isteyenler, haklılar hem de haksızlar, sadece dili sadeleştirmekle Milli edebiyat olmaz. İçi manası, maneviyatı boş bir edebiyat. İşte gerçek milli edebiyat içi mana dolu ve cennetin yolu. Risale-i Nur. Zulümle, kovularak, sürülerek bu millete onu unutturamadılar. Şimdi birden bire ortaya çıkınca Türk basını günah çıkarmaya çalışıyor, Oral Çalışlar, bize bunları muzır adam diye gösterdiler. Hapishanelerde kurulan bir harika dünyalar onun eserleri. Yalılarda yazılan karanlık dünyalar nerede onun eserleri ve ortaya çıkardığı harika insanlar nerede. Bu yüzden bir zamanların babası Demirel’e Yavuz Donat soruyor, size nurcular sorun çıkardılar mı o da “hayır her hayırlı ve memleket ile ilgili işe katılırlar, uyumlu insanlardır.” Mustafa Sungur Ağabey, yolda gelene gidene risale okurmuş, biri demiş “Ağabey ne yapıyorsun?” “Tohum ekiyorum, tohum.” demiş. Onlar ekti zakkumvari meyvelerini aldılar, herkes ağzının yandığından şikayetçi, Bediüzzaman da “şimdi ekilen nur tohumları zemininizde çiçek açacak demişti” açtılar.

“Birbiri içinde beni ihata eden dört beş ihtiyarlık karanlıkları içinde Ankara’da en kara bir halet-i ruhiye hissettiğimden bir nur, bir teselli, bir rica aradım.

“Sağa, yani mazi olan geçmiş zamana bakıp teselli ararken, bana mazi pederiminin ve ecdadımın ve nevimin bir mezar-ı ekberi suretinde göründü, teselli yerine vahşet verdi.

“Sol tarafım olan istikbale derman ararken baktım. Gördüm ki: Benim ve emsalimin ve nesl-i atinin büyük ve karanlıklı bir kabri suretinde göründü, ünsiyet yerine dehşet verdi.

“Sağ ile soldan tevahhuş edip hazır günüme baktım. O gafletli ve tarihvari nazarıma o hazır gün, yarım ölmekte ve hareket-i mezbuhanedeki ıztırap çeken cismimin cenazesini taşıyan bir tabut suretinde göründü.”

Şahıs orta yerde, mazi bir büyük mezar, gelecek bir büyük mezar. Biri ecdadın, biri gelecek neslin, anlatıcı ikisinin ortasında, maziyi ve geleceği bir mezarlık ve insanı onların ortasında, vahşetin içinde görmek. Şimdi hazır güne bakar, maziye ve geleceğe bakış tarzını tarihvari der, tarih gibi bir bakış. Hazır gün ise yavaş yavaş ölmekte olan, boğazlanmanın yavaş yavaş cereyan etmesi gibi, bir cenazeyi taşıyan bir tabuta benzetilmiş, hazır gün, yaşadığımız gün. Azrail her an insanı boğazalayabilir, bu yüzden Bediüzzaman o her an ölüme yakın olan hali yavaş yavaş boğazlanmakta olan bir varlığa benzetir, o de bir cenazedir. İşte hayal ve bu hayalin yaptığı benzetmelerin olağanüstülüğü. işte sanat ve muhayyile ve ortaya çıkan grotetest manzara. İki mezar ortasında boğazlanmakta olan bir canlı cenaze. Hayatın zevklerine dalmış bir insanın halidir bu iki mezar ortasındaki durum. Bu yüzden edebiyattaki ölümle ilgili şiirler bu boğazlanmayı anımsatan örneklerle doludur. Cahit Sıtkı bunu anlatır:

Neylersin ölüm herkesin başında
Uyudun uyanamadın olacak
Kimbilir nerde nasıl kaç yaşında
Bir namazlık saltanatın olacak
Taht misali o musalla taşında

İşte boğazlanma anına bekleyen bir hayat ve ölüm tarzı.

Edebiyat maziye hep hatıraların ızdırap veren anları olarak görür. Çok zaman hüzün getirir insanlara, gelecek de aynı şekilde hüzünlere gebedir. Bediüzzaman duyguları da dinin eğitimalanına sokar mazi ve istikbali duyguları etkileyen bir şekle çevirir. Bediüzzaman burada iki şahsiyetle, iki gözlükle hayata bakmıştır. Biri günün hazlarına hapsolmuş, mazi ve gelecekle bağlarını koparmış dünyadan ve yaşamın anlık sevklerinden başka şeyler düşünmeyen insanın durumudur. Bediüzzaman adeta gözlük değiştirir gibi bikr o gözlükle bir başka gözlükle bakar.

Bediüzzaman’ın birçok bahisteki muhayyile genişliğini ele almak uluslar arası konferanslar gerektirecek azamettedir. Yavuz’u Yavuz yapan dünya haritasını karşısına alıp bir adama çok iki adama az diyen muhayyilesidir, herkes hayal ettiği kadar büyüktür. Yirmi Beşinci Söz’de Kur’an’ın camiiyyet-i harikuladesidir, bahsinde;

Lafzındaki camiiyyettir
Manasındaki camiiyyet-i harikadır
İlmindeki camiiyyet-i harikadır
Mebahisindeki camiiyyet-i harikadır
Üslub ve icasındaki camiiyyet-i harikadır

Şimdi bu beş ayrı bahis altında anlatılan Kur’an’ın camiiyyettidir. Kur’an da Allah bize bir muhit çizmiş ve o muhitin içine bizim için gerekenleri yerleştirmiş, bu yerleştirilen şeylerin başlangıç ve bitiş noktalarını yani muhayyilenin onları ölçmesi konusu bizim hayal ve idrakimizin dışındadır, ama Bediüzzaman o büyük okyanus gibi ihata edilmez büyüklüğe kendi muhayyilesi ile yaklaşmış ve bize de bir nebze bakış noktası getirmiş. Bu bakış noktaları bu beş bahis içinde anlatılmış. Camiiyyet lafzın, mananın, ilmin, mebahisin, uslub ve icazın içine aldığı anlatımlardır. Bu da bizim ihatamızın ötesindedir. Koca Kur’an’ı çok yönlü bir harita şeklinde görebilen bir kuşatıcı muhayyile ancak bunları yapabilir, yazabilir, bunların yani o muhayyilenin sınırları üzerinde düşünmek bile bize zor bir konudur.

Mebahisindeki camiiyyet bahsinde, Allah, insan, bahis, olay, hakikat, kozmik olaylar ve varlıklar, peygamberler ve tarihleri, kötü adamlar, şeytan ve firavun ve benzerleri, sanat ve mesaileri, yaratılış, ahiret, kabir, sırat, hesap, cennet, cehennem daha nelerin muhitini muhayyilesi ile kavrar. Orada kullandığı bir cümle onun lahuti muhayyileyi hissettiği yine kısmen lahuti muhayyilenin mahsülü bir anlatımdır. “Bütün mebahis-i esasiyeyi ve mühimmeyi öyle bir tarzda beyan eder ki o beyan bütün bir kainatı bir saray gibi idare eden ve dünyayı ve ahireti iki oda gibi açıp kapayan ve zemin bir bahçe ve sema, misbahlarıyla süslendirilmiş bir dam gibi tasarruf eden ve mazi ve müstakbel, bir gece ve gündüz gibi nazarına karşı hazır gibi onlara bakan bir Zat-ı Zülcelale yakışır bir tarz-ı beyandır. Nasıl bir usta bina ettiği ve idare ettiği iki haneden bahseder. Programını ve işlerinin liste ve fihristesini yapar. Kur’an dahi şu kainatı yapan ve idare eden ve işlerinin listesini ve fihristesini tabir caiz ise programını yazan gösteren bir zatın beyanına yakışır bir tarzdadır” (Sözler, 369) Kur’an’da müşahhaslaştırılan muhiti Bediüzzaman muhayyilesi ile bizim için hissedilebilir ve tutulabilir hale getirir. İfade etmek de bir zorluktur.

Bediüzzaman’ın muhayyilesini anlatmak çok uzun araştırmalar ve mukayeseli sanat çalışmalarını gerektirir, biz bir tadımlık konuştuk.

www.RisaleAkademi.com

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.