Habibi Nacar YILMAZ
İman, Dipnotlara Hapsedilebilir mi?
Aslında, bu yazının başlığı "Biz Allah'a inandığımız için mi Müslümanız yoksa Müslüman olduğumuz için mi Allah'a inanıyoruz?" olacaktı. Colin Turner'e ait bu cümlenin geçtiği uzun bir makaleyi sonuna kadar okuyunca, bu sefer yukarıdaki başlıkta karar kıldık.
Colin Turner, ihtida ettikten sonra Risale-i Nurları tanımış. "Risale-i Nurları tanımadan önce, Müslümandım ama mü'min değildim, diyebilirim" diyor. Okuduğum uzun yazısındaki "Müslüman olmak, ama tam bir mü'min olamamak" tespiti önemli bir tespit. Biraz da zamanın hastalığı. Hem de baş hastalığı. Müslümanlıktan çıktım, diyenlere denk geliyoruz malesef. Ama çoğunun Müslümanlığın temeli olan imandan haberi yok. Allah ve Peygamberini ya bilmiyor ya da ona öğretilen yanlışlar ile tanıyor. İman kökleşmemiş, kuvvetleşmemiş. Yakiniyet kazanmamış. Cenab-ı Allah'ı isim ve sıfatları ile tanımıyorlar. Temeli sağlam olmayan bir binanın küçük bir sarsıntıda yıkılması gibi, bunların da imanı, küçük bir sarsıntıda hemen yıkılıyor, dağılıyor. Allah'a güçlü bir imanı olmayan, Kur'an'a ve Hz. Peygambere, olduğu gibi değil de görmek istediği gibi bakmaya başlıyor. Küfrün, bu tiplere yem attığı, arkası önü kırpılmış, eksik ve yanlış yorumlanmış bir kısım Kur'an âyetlerini de küfürlerine medar yapanları da görüyoruz maalesef.
Bir müddet önce yazıştıklarımızdan biri de şimdilerde Hazret-i Peygamber'i (ASM) konu alan bir kitap yazmış. Mekke'de şefkatli olan Peygamber, Medine'de azapçı olmuş mealinde, haza deli saçması hayali şeyleri kitap formatında yazmayı denemiş. Müşriklerin "yalancı, yanlışçı" diyemediği; ancak "sihirbaz" diyebildiği bir Zâta taş atmaya, ateşine odun yetiştirmeye çalışıyor kendince. Medine döneminde, en çok müdafaa ve düşman hücumlarının def'i için yapılan bazı gazveleri diline dolamış, bu bedbaht. İslam'ın nurunu söndürmek isteyenleri de kutsamış. Adetlerine mutaassıp ve vahşi bir kavmi, devlet kuracak en medeni bir hale getiren inkılabı, tenkit etmeye çalışıyor. Hem de kendine dahi derman bulamamış bazı felsefecileri örnek alarak. Yine de bu tiplerin vicdanlarının, tenhada kalınca, akıllarını aforoz ettiğini düşünüyorum. Başka türlü, akıllarını ve vicdanlarını susturamazlar.
Sebeplere inanmak, "bu tabiidir, tabiat yaptı, tesadüfen oldu" gibi akla ziyan efsaneleri, üstad, nurlarda mantıkî delillerle bertaraf etmiştir. Bu ve bu tip eskiyen iddiaların ilmî gelişmeler sayesinde, artık ağza da alınamaması da gerekirdi. Bunların çoğu, kâinatı olduğu gibi değil de kendi görmek istedikleri gibi görmeye çalışıyorlar. Yoksa akılsız, şuursuz, kör ve cahil zerrelere Ulûhiyet vermek gibi bir cehalete düşemezler. Birinin bana cevap olarak yazdığı "Tabiatın kanunlarının işleyişi, bir şuur mertebesidir. Bunu biz insan şuuru düzeyiyle kıyaslayınca, daha şuursuz görüyoruz." cümlelerinden anlıyoruz ki tabiata şuur vermek ahmaklıklarından bir uyanma var. Tabiat şuurlu ama insan kadar şuurlu değilmiş nasıl oluyorsa? Yani şuursuz ve kör tabiatın işleyişini görüyor, bunun arkasında bir şuur olduğunu da seziyor ama bunu öyle görmek istediğinden tabiata veriyor. Bununla bir şeylerden kurtulduğunu zannediyor zahar. Şuur düzeyi daha yüksek insan, ancak plastikten muz yapabilirken, şuuru daha düşük olan zerreler hakiki muz yapabiliyormuş. Buna inanıyor insan. Bundan, aslında o zerrelerin, şuuru küllî bir Zâtın emrinde olduğunu anlaması lazım değil miydi? Olmuyor. Niçin? Çünkü zerreleri öyle görmek istemiyor. Görmek istediği şekilde görmek istiyor.
Meseleyi ene ve zerre ekseninde izah edip çözüme kavuşturmadıktan sonra, Müslümanın mü'min sıfatı eksik kalıyor. İslam şartlarını, İslam'ın iktisadi ve hukukî yönünü İslam'ın iman esaslarından önce anlatmayı öncelemek veya esas kabul etmek, kanserden muzdarip bir hastaya yeni bir ceket vermek gibi oluyor. Yani tedavi adına bir şey yapmıyorsunuz Allah'ı kabul etmeyene miracı anlatmak gibi bir şey oluyor. Bunu defalarca test ve müşahede ettik maalesef.
Aynı şey, Batı toplumu için daha geçerli. Colin Turner, buna özellikle işaret ediyor. Hem benlik inancının kendinden bekleneni vermediğini hem de lâik teslis akidesinin, Hristiyanların teslis akidesi kadar manasız kaldığını saklamak için, "sınırsız terakki, mutlak hürriyet ve kayıtsız mutluluk" uygulamalarının Batıyı bir maneviyat çöplüğüne çevirdiğini ve nesilleri birbiri ardınca helak ettiğini anlatıyor. Ah kardeşim, ülkemiz bundan farklı mı? Hatta İslâm âleminin ekseriyeti için başka ne söyleyebiliriz ki?
Sepetin içindeki tatlı biberi aramak için, epeyce acı biber yemeye gerek yok da diyor, makalede Colin Turner. "İslam'ı Batıya anlatmak için, Batıyı dikkate alan ne kadar kitap yazılmışsa, hemen hepsi bir kültür alışverişi seviyesinde kalmıştır. Asıl mesele olan iman ise, kaçınılmaz bir şekilde ya bir dipnot hacminde geçiştirilmiş veya tamamen ihmal edilmiştir." cümleleri de Colin Turner'e ait. Tamam da ülkemizde de İslâm âleminde de öyle olmamış mı?
Bugün "Kabir azabı var mı yok mu?" gibi, çok da elzem ve öncelikli olmayan konularda kıyametleri koparıp kitaplar yazan; Âdem babamızı tartışmaya açıp yüksek perdeden konuşan akademisyenlerin yanında; yine münkeratın sel gibi aktığı günümüzde, hiçbir mesaj ve ciddi hizmeti olmayan; "sağ, ölü rabıtası" gibi abes tartışmalarla gündemi meşgul eden sabiiyy-i müteşeyhler yok mu? Yani iman hakikatlerini dipnotlara hapsetme hâli devam ediyor. Meselenin ehemmiyetini kavramış değiliz. Bunu bir türlü kavrayamadık.
Trabzon'da üniversite yurtlarındaki sohbetlerimize takılan en yetkili bir müdür, bizi çağırıp "Hocam, hep risalelerden okuyorsun. Bizim diğer müfessirlerimiz de var, onları da okuyalım." dediğinde, hangisini mesela okuyalım, diye sormuştum. Öğrencilerin sorularını aktardım arkadaşa. "Adam intihar düşünüyor, Ulûhiyeti, risalete inkâr ediyor. Bunlara ne okuyalım" dedim. Bana olmadık engeller çıkaran bu arkadaşımız, bu sefer ilahiyattan getirdiği hocalara hadis ve tefsir dersleri yaptırmaya başladı. Olsun, o da güzel. Ama kuruyan ağacın dallarına ilaç sıkmak nevinden hizmetler, her derde deva olmuyor. Eksikleri tamamlayamıyor. Yine okullardaki seminerlere takılan başka bir müdür de bu fakire, "hocam biraz da namazın neden değil de nasıl kılındığını anlatalım" demişti. "Onu da siz anlatın" dedim, engel yok ki. Adamın namaz kılmayışı, nasıl kılınacağını bilmemekten değil; niçin kılacağını anlamamaktan kaynaklanıyor. Velhasıl iman ehli de imanı bir dipnot olarak anlıyor. Dinsizlik ve şüphe adına sorulan tüm soruların ve kafaya takılan tüm şüphelerin kaynağının imansızlık ve imandaki zafiyetten kaynaklandığını anlayamıyor. Adamın başka sorularına cevap versen de imandaki zaaf, onları yine alıp götürüyor.
Eneye ve tabiata yönelmenin tavan yaptığı, insanları her seviyede körleştirmek veya sersemletmek üzere planların yapıldığı böyle bir dönemde, insanlara aslında: "Gayet cüz'i bir ihtiyar ve küçük bir iktidar ve kısacık bir hayat ve az bir ömür ve sönük bir fikir sahibi olduklarını" nasıl anlatmalıyız acaba? İşte bu noktada yine Colin Turner'e kulak verelim:
"Netice olarak yıllar süren araştırma ve mukayeselerim sonunda şunu söyleyebilirim ki kâinatı olduğu gibi gören, iman vakasını olduğu gibi aksettiren, Kur'an'ı, Peygamberimizin murat ettiği gibi tefsir eden, modern insana musallat olmuş son derece tehlikeli ve gerçek hastalıkları teşhis ederek çare sunan, kendi kendine yeterli ve şumüllü yegâne İslamî eser Risale-i Nur'dur. Kur'an'ın nuruyla kâinatı aydınlatan Risale-i Nur gibi bir eser görmezlikten gelinemez. Çünkü çağdaş insanı karşı karşıya bulunduğu felaketten kurtaracak olan yalnız islam'dır. İslam'ın geleceği ise Risale-i Nur'a ve ona uyan ve ondan ilham alanlara bağlıdır."
Evet dostlar, bunun ne kadar farkındayız? Elimizde önemli, hazine değerinde eserler var. Ne yazık ki bir genç dinsiz olmuş haberi karşısında teessür ve ızdırap duymayan kalplerimiz de var. Meslek ve meşrebin şefkat umdesini yeterince anlamada çok eksiklerimiz, yetersizliklerimiz var. Bu yazı, bu eksikliğin farkındalığın tezahürü oldu işte. Yalnız, yazıdaki tezahürün hâle, teşebbüse ve fiile de yansıması gerekiyor değil mi?
Selam ve dua ile.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.