Bediüzzaman’ın İstanbul Yolculuğu

Bediüzzaman’ın Entelektüel Hayatı-9

Bediüzzaman 55 yıllık gaye-i hayalin dediği Medresetüzzehra projesi için destek almak üzere İstanbul’a gitmeyi ister. Durumu Tahir Paşaya arz eder.

Tahir Paşa, Sultan Abdülhamid Hâna hitaben bir mektup yazar. Mektubunda Bediüzzaman’ı överek, gerekli yardımın sağlanmasını talep eder

Bediüzzaman İstanbul’da

Bediüzzaman mektubu alarak 1907 yılının sonlarına doğru “vatan-ı aslim” dediği Van’dan ayrılarak İstanbul’a gelir. Bu gelişi bir muharrir şöyle tasvir etmiştir: Şarkın yalçın kayalıklarından, bir ateşpare-i zekâ, İstanbul âfâkında tulû’ etti.

Bediüzzaman, İstanbul’a ilk geldiğinde iki ay Ferik Ahmet Paşanın evinde kalır. Ferik Ahmet Paşa, sarayın damadı olan İsmail Paşanın oğludur. Onun vasıtasıyla Van’da tesisini plânladığı medresesine Padişah ve hükümetçe yardım ve destek yapılmasını isteyen dilekçesini Mabeyn-i Humayun’a verir.

Ancak, burada, Bediüzzaman ile bazı Paşalar arasında münakaşa yaşanır.

Şişli’de bir müddet ikamet eder. Bilahare Şekerci Han’da bir odaya yerleşir. Şekerci Hanı, Fatih Külliyesinin yanında, üniversite ve medrese talebelerinin kaldıkları bir yerdir.

Burada Her Suale Cevap Verilir

Bediüzzaman Şekerci Han’daki odasına astığı “Burada her suale cevap verilir, ancak sual sorulmaz” şeklindeki levha ile ilim ehline bir anlamda meydan okuyarak, ilmi seviyesini göstermeyi ve dikkatleri üzerine çekmeyi başarır. 

Bu tavırları ilgi görmekle birlikte bazı kıskançlıklara da sebep olur. Birtakım kötü niyetli ilim ehli ve paşalar marifetiyle Sultan Abdulhamid yanıltılarak Bediüzzaman akıl hastanesine sevk edilir.

Hekimlerin  aksi yöndeki raporları ile tımarhaneden çıkarılır.Ancak, aynı çevrelerce aykırı bulunan tavır ve fikirlerinden dolayı bir tertiple bu kez hapishaneye gönderilir. Fakat kısa sürede oradan da çıkarılır. İstenilen sonuç alınmayınca kendisine bir miktar para verilerek Van’a gönderilmesi düşünülür. Ancak Bediüzzaman bunu da şiddetle reddeder ve İstanbul’da medresesi için çalışma niyetini beyan eder.

İkinci Meşrutiyet İlan Edilir

24 Temmuz 1908’de Bediüzzaman’ın “inkılab-ı azim” dediği İkinci Meşrutiyet ilan edilir. Meşrutiyetin ilanının hemen ardından önce İstanbul, sonra da Selanik Hürriyet Meydanında birer nutuk irad eder ve “Hürriyete Hitap” ismiyle gazetede yayınlar.

“Hürriyete Hitap”ta “Ey ihvan-ı vatan!” diye seslenerek, hürriyetin beş kapısından bahseder. Bunlar kalplerin birliği, millet sevgisi, eğitim, çalışmak ve safahatı terk etmektir. Bu kapıların açılmasıyla, “Eflatunları ve İbn-i Sinaları ve Bismarkları ve Dekartları ve Taftazanileri inşallah geride bıraktıracak” insanlar yetiştirilebilecektir.

Kürt Teavun ve Terakki Cemiyeti

Aynı dönemlerde Kürt Teavun ve Terakki Cemiyeti adıyla Şarkın sorunlarını dile getirecek ve çözüm arayacak bir dernek kurulur. Derneğin tüzüğü gereği, Şarkta iptidai, rüştiye, idadi ve mekteb-i âli tarzında eğitim kurumları açılması, resmi dil olan Türkçenin mekteplerde ve Kürtler arasında talimi için çalışılacaktır.

Bediüzzaman, Derneğin yayın organı olan Kürt Teavun ve Terakki ile Şark ve Kürdistan gazetelerinde yazılar yazar. Bu yazılarda eğitimsizliğin Şark için ciddi bir sorun olduğunu vurgulayarak tedbir alınmasını ister. Kürdistan’da özellikle köy ve kasabalardaki mekteplerde Türkçe bilmeyenlerin eğitimden mahrum kalmamaları için öğretmenlerin buradaki dilleri bilenlerden seçilmesini ister.

Geri kalmışlık ve fakirliğin ayrılıkçı fikirleri tetiklediğini anlatır. Bunun çaresi olarak da Artuşi aşiretinin merkezi olan Beytuşşebap’ta, Motkan, Belkan ve Sason ortasında, Sıpkan ve Hayderan aşiretlerinin ortasında bulunan Van’da medrese namıyla din ve fen ilimlerinin okutulacağı ve her birinde en az elli öğrenci olacak ve masrafları Hükümetçe karşılanacak mektep açılması gereğini yineler.

Böylece atılacak bu eğitim temeli üzerine iç çekişme ve kavgalardan dolayı tükenen Kürdistan’ın maddi ve manevi gücünü tekrar ayağa kaldıracak olan birlik ve beraberliği tesis edecektir.

Meclis-i Mebusan’a Hitap

Bediüzzaman yeni seçilen Meclis-i Mebusan’a hitaben bir yazısında, İslamî hükümlere bağlı kalmalarını ikaz ettikten sonra Şarktaki eğitim sorunundan bahseder ve onlardan çözüm için çalışmalarını ister:

“Bunun çaresi, şecaatlerini okşayan Hamidiye alaylarının askerlik münasebetiyle mekatibi, medrese nam-ı me’lufuyla ulum-u diniye ile beraber fünun-u lazime-i medeniyeyiKürd ulemasının Kürtlerin istidadına göre tedris etmesidir ve Kürdistan’da medarisimünderiseyi ihya ve onlarca en mühim olan talebe tayinatını maarif ve evkaftan vermesidir”

Bediüzzaman, Meşrutiyeti hararetle destekler. İstanbul’daki Kürtlerin de meşrutiyet karşıtı faaliyetlerde bulunmasına engel olmak için onlara meşrutiyeti ders verir. Meşrutiyet-i meşrua manasıyla, meşrutiyetin şeriattan gelen bir meşruiyeti olduğunu anlatır. “Zira, dinimiz nasıl ki manevi ve vicdani ve uhrevi ve naklidir; maddi vesiyası ve akli ve meaşı tanzim ve temin ediyor” der.

İstibdat Karşıtı Bediüzzaman

Bediüzzaman için aslında bütün sorunların kaynağı toplumun her unsurunu etkisi altına almış olan her türden istibdattır. Buna karşı, eğitimle toplumun gerçek İslamî değerlerini tekrar kazandırmak gerekmektir. Böylece, İslam’ın ilerlemeye karşı olduğu saplântısı, İslamlar içine girmiş olan hikayat ve israilliyat ile ayrılık ve düşmanlık fikirlerinden kurtulmak mümkün olacaktır.

Bediüzzaman Volkan gazetesindeki bir yazısında, “Ecnebiler fünun ve sanayi silahıyla bizi istibdad-ı manevileri altında eziyorlar. Biz de fen ve sanat silahıyla i’layıKelimetullah’ın en müthiş düşmanı olan cehl-u fakr ve ihtilaf-ı efkaracihad edeceğiz” diyerek maddi cihattan manevi cihada dönüşümün yolunu gösterir. Zira “medenilere galebe çalmak ikna iledir.”

İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti

Bediüzzaman Meşrutiyetle birlikte vicdanlarda artık hamiyet-i İslamîyenin hükümferma olduğunu ve İttihad-ı Muhammedi’nin asker ve sivil tüm ehli İslam’ı kuşatan bir değer olduğunu söyleyerek bu isimdeki cemiyete katılır.

31 Mart Olayları

31 Mart olaylarında isyancı askerlere gönderilen nasihat heyetleri içinde bulunur. Buna rağmen yargılanır. Ancak kısa sürede beraat eder.

Van’a Dönüş

İstanbul’u gelin libası giymiş bir kocakarı olarak bulduğunu söyleyen Bediüzzaman, burada daha fazla kalamaz. Vefakar ve namusperver dağlarını tercih ettiği Van’a geri döner.

1909 yılının son aylarında geldiği Van’da kışı geçiren Bediüzzaman, 1910 yazında bölge aşiretlerini gezerek onlarla münazaralarda bulunur. “Azametli bahtsız bir kıtanın, şanlı ta’lisiz bir devletin, değerli sahipsiz bir kavmin reçetesi veyahut Bediüzzaman’ınMünazaratı” şeklinde özetlediği Münazaratismini verdiği eseri böylece ortaya çıkar. “Akılları gözlerinde olan avama ders veren fiildir. İmdi, suale ve cevaba başlıyorum” diyerek karşılıklı soru-cevap tarzındaki bilinen yöntemini uygulayarak hürriyet ve meşrutiyeti anlatır. Şarkın ve ehli İslam’ın sorunlarına çözüm önerilerini açıklar.

Gaye-i hayali olan Medresetuzzehra’nın bilfiil çözümün anahtarı olacağı yaklaşımlarını bu kez de halkla karşılıklı olarak bir saha çalışması şeklinde test edebilme imkânı bulur.

Aynı dönemde, daha ziyade havassa mahsus olmak üzere yazılan diğer eseri Muhakemat’ta da benzer yaklaşımlarını ehli İslam’ın düşünce dünyasını kapsayacak çok daha geniş perspektiften alır. Müslümanların yaklaşım sorunlarını ele alarak, buradan çıkışın yollarını anlatan bir çalışma olarak ortaya koyar.

Şam Emevi Camiinde, bu kez ittihad-ı İslam’ı esas alan, Münazarat ve Muhakemat’ın birleşimi sayılabilecek hutbesini irad eder. Arapça olarak verilen bu hutbe, 1951 yılında tercüme edilerek, notlarıyla birlikte Hutbe-i Şamiye ismiyle basılır.

Bediüzzaman Tekrar İstanbul’da

Şam’dan deniz yoluyla İstanbul’a geçen Bediüzzaman, Sultan Reşad’ın Rumeli seyahatine Şarkı temsilen katılır. Bu vesileyle, “Kosova’da kurulacak olan büyük bir darulfünuna Şark daha çok muhtaçtır” diyerek, Medresetüzzehra projesi için destek ister.

Bu isteği kabul görür, Balkan harbi nedeniyle gerçekleşmeyecek olan Kosova darulfünununa ait tahsisat Medresetüzzehra’ya aktarılır.

Medresetüzzehra’nın Temeli Atılıyor

Tahsis edilen yirmi bin liranın ilk gönderilen bin lirası ile Van, Edremit’te medresenin temeli atılır. Tahsisatın kalan kısmı bürokratik sıkıntılar sebebiyle bir türlü gelmez. Harbi Umumi nedeniyle de tamamen iptal edilir.

Van gölü kenarında bir tohum atılmış, ancak geçici bir çürümeye maruz kalmış olarak beklediği bu yer, Medresetüzzehra’nın yeniden dirileceği günü bekleyecektir.

Bediüzzaman, Van’da Medresetüzzehra’nın numunesi olan Horhor Medresesinde derslerine devam eder.

Bediüzzaman’ın niyeti özgür düşünceli, taassuptan sıyrılmış, dayanışma içinde çalışarak ortak fikrî çağrışımlarından netice alacak bir ilim heyetinin Kur’ân tefsirini yapmasıdır.

Burada Kur’ân’ın bir anlamda tefsiri olacak çalışmalar yapar. Bu ders notları şeklindeki çalışmalar, savaş sırasında, siperde de devam eder. İşarat’ülİ’caz bu notlardan oluşan bir eserdir.

Bu tefsir aynı zamanda Medresetüzzehra’nın da bir neticesi olur.  İşarat’ülİ’caz’ı“ ...hakiki bir tefsir niyetiyle yapmadım. Ancak ulema-i İslam’dan ehli tahkikin takdirlerine mazhar olduğu takdirde, uzak bir istikbalde yapılacak yüksek bir tefsire bir örnek ve bir mehaz olmak üzere, o zamanın insanlarına bir yadigar maksadıyla yaptım” şeklinde tarif eder.

Bu minvalde Talikat ve Kızıl İcaz adlı eserleri de birer metodolojik rehber olarak bu heyetin ilgisine sunulmuş eserler olarak değerlendirilebilir. İşarat’ülİ’caz ise bir tefsir örneği kabul edilerek çoğaltılabilir. Hatta buradan yeni bir tefsir dili üretilebilir. Zira Bediüzzaman’a göre “lafız, fikrin kaymağı, tasavvurun sureti, teemmülü bekası, zihnin remzidir.” 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
8 Yorum
  • Müşfik GEMİCİ / 14 Şubat 2013 Perşembe 10:00

    Yazıda geçen: "Tahir Paşa, Sultan Abdülhamid Hâna hitaben bir mektup yazar. Mektubunda Bediüzzaman’ı överek, gerekli yardımın sağlanmasını talep eder" cümlesinde, sözü edilen mektup gerçekten var mıdır? Varsa belgesi nerededir?

    Yanıtla (0) (0)
  • M.Selim PARLAKOĞLU / 14 Şubat 2013 Perşembe 11:00

    Müşfik bey Tahir paşanın mektubu ve tarihçesi ile ilgili detaylı bilgi için :http://msmardin.com/2010/08/van-valisi-iskodrali-tahir-pasa/

    Yanıtla (0) (0)
  • furkan / 14 Şubat 2013 Perşembe 14:27

    Ahmet Ramiz(Naşir):
    "323 (M:1907) senesi zarfında idi ki; Kürdistan’ın yalçın, sarp ve âhenin mavera-yı şevahik-i cibalinde tulu etmiş Said-i Kürdî isminde nevadir-i hilkatten madûd bir ateşpâre-i zekânın İstanbul âfakında rüyet edildiği haberi etrafa aksetmiş..."

    Asıl ifade budur. Eğer dersek, "Bu gelişi bir muharrir şöyle tasvir etmiştir."
    Çünkü o zaman daki tasvir budur. Sonraki ifadeler o zamanı tasvir etmez. Çünkü 1907 de "Kürdistan" yerine Şark denilmemekteydi. Eğer böyle demeye devam edersek, biz yeniden tarih üretmiş oluruz ki, en büyük hatayı işlemiş oluruz.

    Ayrıca, Vali Tahir paşanın mektubunda Medresetüzzehra için bir yardım talebi geçmemektedir. Hastalığın tedavisi için yardım istenmektedir:

    "...mümâileyhin emr-i tedavi hususunda mazhar-ı teshilât ve nail-i iltifât-ı mahsusa olması umum Kürdistan talebesi hakkında ilelebed unutulmaz bir insâniyet-i âli'l Hazret-i Pâdişâhî telâkkî olunacağının arzına cür'et kılındı..."

    Yanıtla (0) (0)
  • Müşfik GEMİCİ / 15 Şubat 2013 Cuma 13:20

    Tavsiyeniz için teşekkür ederim. Fakat, benim sorumun cevabı o adresteki mektup değil, o biliniyor. Şayet o mektubu dikkatli okunsanız Medreseden bahsedilmediğini, sağlıkla ilgili yardım talep edildiğini göreceksiniz. Sorumun cevabını değerli Yazar arkadaşımızın vermesi gerekir. Selam ve muhabbetler.

    Yanıtla (0) (0)
  • M.Selim PARLAKOĞLU / 15 Şubat 2013 Cuma 14:43

    Mahir bey kardeşim,
    Sizinde değindiğiniz gibi o mektupta Medreseden bahsedilmiyor.Yalnız Bediüzzaman'a kolaylık gösterilmesi için bir referanstır.Peki Medrese isteğini nerden öğreniyoruz.Aşağıdaki satırlardan:
    ONBİRİNCİ CİNAYET: Ben vilâyat-ı şarkıyede aşiretlerin hal-i perişaniyetini görüyordum. Anladım ki: Dünyevî bir saadetimiz, bir cihetle fünun-u cedide-i medeniye ile olacak. O fünunun da gayr-ı müteaffin bir mecrası ülema ve bir menbaı da medreseler olmak lâzımdır. Tâ ulemâ-i din, fünun ile ünsiyet peyda etsin.

    Zira, o vilayatta nim-bedevi vatandaşların zimâm-ı ihtiyarı, ülema elindedir. Ve o saik ile Dersaadet'e geldim. Saadet tevehhümü ile o vakitte -şimdi münkasım olmuş, şiddetlenmiş olan- istibdadlar, merhum sultan-ı mahlû'a isnad edildiği halde; onun Zabtiye nâzırı ile bana verdiği maaş ve ihsan-ı şahanesini kabul etmedim, reddettim. Hata ettim. Fakat o hatam, medrese ilmi ile dünya malını isteyenlerin yanlışlarını göstermekle hayır oldu. iLAAHİR.Selamlar...

    Yanıtla (0) (0)
  • furkan / 15 Şubat 2013 Cuma 15:37

    31 Mart'tan sonra Sıkı Yönetim Mahkemesinde böyle müdafaa edilsin ve tutanaklara geçsin, özgür Cumhuriyet 'te ise değiştirilsin !?:

    ON BİRİNCİ CİNAYET: Ben Kürdistan’da, Kürdlerin hâl-i perişanını görüyor idim. Anladım ki; saadetimiz, fünun-u cedide-i medeniye ile olacaktır. O fünunun da gayr-ı müteaffin bir mecrası, ulema ve bir menbaı da medreseler olmak lâzımdır. Tâ ulema-i din, fünun ile ünsiyet peyda etsinler. Zira, Kürdlerin zimam-ı ihtiyarı, ulema elindedir. O saik ile devr-i istibdatta dersaadet’e geldim; saadet tevehhümüyle. O vakitte, şimdi münkasım olan istibdatlar,1 umumen Sultan-ı mahlu’da tecessüm ettiği halde;2 onun maaş ve ihsan denilen rüşvet ve hakk-ı sükûtu kabul etmedim, red ettim. Milletimin namını lekedar etmedim. Aklımı feda ettim, hürriyetimi terk etmedim, ona boyun eğmedim. Başka sivrisinekler3 beni cebr ile değil, muhabbetle kendilerine müttefik edebilirler. Bir buçuk senedir burada, Kürdistan’da neşr-i maarif için çalışıyorum. ekser İstanbul bunu bilir

    Yanıtla (0) (0)
  • ilhan tatlı / 15 Şubat 2013 Cuma 17:01

    abdulhamid üstadı hapse atmakta yanıltılmadı.ve üstadı hapse atarak hayatının en büyük hilesini yaptı.

    Yanıtla (0) (0)
  • ünal DOĞAN / 15 Şubat 2013 Cuma 21:52

    Evet evet ..Değerli yazar abimin yazısına daha ne yazılır.Kendisini kutluyoruz.Eğer bizler cumhuriyet dönemi boyunca halen devam eden bu sorunlar devam ediyorsa biraz değil çok düşünmeli neden ÜSTAD ın reçetelerini yapmadık.Hoca efendi okyanus ötesinde yeni keşke dil bilen müspet insanları o kardeşlerimize gönderip anlasaydık...İstanbul hamalları ozaman çoğunluk kürt taifesi onlara huvandin okuyun,okuyun,okuyun diyor...

    Yanıtla (0) (0)