Bediüzzaman’ın milliyetçilik anlayışı
Üniversiteli gençlerin katılımıyla DKM’de gerçekleştirilen seminerin bu haftaki konusu “Milliyetçilik”ti…
H.İbrahim Önal’ın haberi
RisaleHaber-Üniversiteli gençlerin katılımıyla DKM’de (Diyarbakır Kültür Merkezi) gerçekleştirilen seminerin bu haftaki konusu “Milliyetçilik”ti.
Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi öğrencisi Harun Yılmaz’ın sunduğu “Milliyetçilik “konulu seminerde milliyetçilik ile ilgili ayrıntılı bilgilere verildi. Milliyetçilik kelimesinin tanımı, milliyetçilik ve ulus devlet kavramlarının ortaya çıkış süreci ve Risale-i Nur’da milliyetçilik kavramı gibi konuların dile getirildiği seminer dikkatle takip edildi.
Seminerine milliyetçiliğin tanımıyla başlayan Yılmaz, “Milliyetçilik kelimesi Kuran’da geçen fakat “din” anlamında kullanılan millet kelimesinden türetilmiş, ancak özellikle Osmanlılarda anlam kayması sonucu ırk anlamında kullanılmaya başlanmış olup, olumsuz, zararlı milliyetçilik; kendi milletinin diğer milletlerden üstün olduğunu, diğer milletlerle ilişkilerde bu fikre göre hareket etmek gerektiğini savunan görüş, fikir anlamlarına gelmektedir.
Milliyetçilik ve ulus devlet kavramlarının ortaya çıkış sürecini değerlendiren Yılmaz,
Milliyetçilik veya ulusçuluk tohumlarının antik çağda yaşayan filozofların teorilerinde atılmış terimler olduğunu, Platonun şehirde adaleti ve estetiği sağlamak amacıyla ırkçı ve kan kalitesine dayanan teoriler geliştirdiğini, yine filozof Sokrates’in mükemmel bir toplum inşa etmek için geleneklerin kökünün kazılması, toplumdaki özürlü güçsüz ve işe yaramayan kişilerin sürgünlerle ayıklanması gerektiğinden bahsettiğini belirtti.
Konuyla ilgili başka bir örnek veren Yılmaz, tuval temizleme adı verilen projeyle on yaşından büyük olan vatandaşların sürgünler veya öldürülmeyle şehirden uzaklaştırıldığını, şehirde sadece on yaşına kadar olan çocuklar ve onları mükemmel şekilde eğitecek olan filozofların kalması öngörüldüğünü söyledi.
Yılmaz, “Bütün çirkinliklerden kötülüklerden arındırılmış mükemmel toplum inşa etmek için teorileştirilen bu projeler yakın tarihte ve günümüzde despot, ırkçı yöneticilere kaynak olmuştur.
Platon’dan Hegel’e kadar geçen zaman içinde durgunluk yaşayan kavmiyetçi ve milliyetçi duygular Hegel ile birlikte yeniden batılı aydınların gündemine girmiştir.” dedi
1770-1831 yılları arasında yaşayan Alman düşünür Hegel Germen’in ırkçılık anlayışını ifade eden Yılmaz, “Hegel Germen ırkının seçilmiş bir ırk diğer ırkların ise geri ve düşük ırklar olduğunu savunuyor, dünyaya Alman devletinin hükmetmesi gerektiğini belirtiyordu. Hükmederken ona göre tabi ki Alman ırkı üstün ve bilgili olduğu için her türlü tasavvur hakkına da sahip olacaktı.” dedi.
Yılmaz, “Her ne kadar milliyetçilik görüşleri tarihin değişik dönemlerinde değişik kişiler tarafından dile getirilse de insanların zihninde canlanması ve oluşması uzun zaman almıştır. Ancak yakın tarihte etkisini oldukça derin bir şekilde göstermiş olan milliyetçilik kavramının tarihini orta çağ Avrupa’sında aramak gerekir. Avrupalılar kiliseye karşı reform yapana kadar kilise sürekli olarak toplumu ve bilimi baskı altında tutmuştur. Bu da din ve kiliseyi aklın ve bilimin önünde en büyük engel olduğunu ortaya koymuş, insanların özellikle de bilimle uğraşan insanların zihninde kaldırılması gereken kurum olarak görülmüştür. Elbette burada tahrip olmuş Hıristiyanlığın gerçek manada bilimin önünde engel olduğu açıktır. Dolayısıyla Fransız devrimi ve reform hareketleriyle toplum üzerinde etkisi kaldırılan din ve kilisenin yerine, ortaya çıkan boşluğu doldurmak için ve insanları bir araya getirici unsur olarak milliyetçilik ve ulus devlet fikri ikame edilmiştir.” dedi.
Milliyetçilik ve ulus devlet fikri felsefi ve düşünsel temellere dayandırılarak meşrulaştırılmaya çalışıldığına dikkat çeken Yılmaz, “Bu süreçte kullanılan en büyük meşrulaştırma aracı olarak Darwin’in doğada insanların sürekli bir evrime maruz kaldığını ifade ettiği ve sadece evrimini tamamlayan modern insanın yaşamaya hakkının olduğu doğal seleksiyon teorisidir. Bunun gibi düşünceler temel alınarak kendini daha modern ve üstün ırk olarak kabul eden topluluklar, kendilerine göre ilkel belledikleri topluluklar üzerinde tasavvur hakkı görmüş ve hayatlarına müdahale etmişlerdir.” dedi.
Yılmaz, özellikle coğrafi keşiflerle birlikte yeni topraklar keşfedildiğini, Avrupa devletleri keşfedilen topraklar üzerinde yaşayan yerli halkın adeta kökünü kurutmak için akıl almaz katliamlar yaptığını, Aborjinlere yapılan katliamın, Hitlerin Yahudilere, Amerika’nın yerli halkı olan kızılderelilere yaptıkları katliamların buna örnek olarak verilebileceğini kaydetti.
Fransız devrimiyle tarih sahnesine çıkan milliyetçilik fikri her türlü etnik kökenin bir arada yaşayabildiği imparatorlukları yıkmakla beraber pek çok zararlar verdiğini söyleyen Yılmaz, “Devrimden bu yana geçen süre içinde tek devlet tek millet ulus devletin oluşmasını sağlamıştır.
Ancak dünyada kapitalizmin hakimiyeti devralmasıyla birlikte milliyetçilik ve ulusçuluk fikri çözülmeye başlamış, ırk ve kan kalitesinin üstünlüğüne dayanan bu akıl almaz gelişmelerin yerini para ve sermaye almıştır. İnsanların motivasyon kaynağı para ve sermaye olmuştur. Günümüzde uluslar arası şirketlerin kendi ülkelerindeki fabrikaları ucuz iş gücü ve hammadde için menfaatleri gereği başka ülkelere taşımaları bunun güzel bir örneğidir.” dedi.
Yılmaz, gelişen demokrasi ve insan hakları bir zamanlar hor görülen, ezilen hatta katliam yapılan toplulukların haklarını savunma çabasında olduğunu belirtirken, “Tarihinde Hitler gibi ırkçı, katliamcı bir yöneticiyi barındırmış olan Almanya da bir maç esnasında seyircilerin ırkçılığa hayır pankartı açabiliyor olması milliyetçilik ve ulus devlet anlayışının izleri hala devam etse de örneklerde de görüldüğü üzere sona yaklaşıldığı yada en azından bitirilmek istendiği ortadadır.” dedi
Risale-i Nur’da Milliyetçilik kavramına da değinen Yılmaz seminerine şöyle devam etti:
Üstat milliyetçiliği 26. Mektup’ta menfi ve müspet milliyetçilik olarak ele alıyor. Menfi milliyetçilikle başlayalım. Menfi milliyetçilik, olumsuz, zararlı milliyetçilik; kendi milletinin diğer milletlerden üstün olduğunu, diğer milletlerle ilişkilerde bu fikre göre hareket etmek gerektiğini savuna görüş, fikir. Üstadın tanımına bakalım: “Fikri milliyet iki kısımdır. Bir kısmı menfidir, şeametlidir, zararlıdır; başkasını yutmakla beslenir, diğerlerine adavetle devam eder, müteyakkız davranır. Şu ise muhasamet ve keşmekeşe sebeptir.”
Milliyetçiliğin tarihini incelerken kötü sonuçlarının olduğunu örneklerle görmüştük. Üstat da menfi milliyetin zararları ile ilgili örnekler veriyor. Emevilerin ırkçılık yaptıklarından dolayı İslam Âlemini küstürdükleri gibi kendilerinin de çok sıkıntı çektiklerini belirtiyor. Yine dünya savaşlarının çıkmasına ve milyonlarca insanın ölmesine menfi milliyetçiliği sebep gösteriyor. Menfi milliyet yapılarak millete faydalı olacağı düşünülüyor; fakat Üstadın tespitiyle menfi milliyetin üzerine yapılan hamiyetin ancak milletin sekizde ikisine faydası dokunabiliyor. Sekizde altısını oluşturanlar çocuk, ihtiyar, hasta, musibetzede, zayıf müttakidirler. Bu insanlara milliyetçiliğin hiçbir getirisi olmuyor. Bu insanların manevi anlamda desteğe ihtiyaçları olduğu için bunlara ancak tahkiki iman aşılanarak dertleri tasaları giderilebilir.
Milliyetçilik, ırkçılık sağlam temellere dayanmayan ideolojidir. Baktığımızda yeryüzünde göçler ve değişikliklerden, ırkların birbiriyle karışmış olmalarından dolayı kimin hangi ırktan olduğu ancak levh-i mahfuz açılsa bilinebilir. O halde ırkçılık yaparak milletinin üstünlüğünü, damarlardaki kanın asil olduğunu iddia etmek akıl dışı bir çaba olacaktır.
Üstat “Hem fikr-i milliyette bir zevk-i nefsanî var, gafletkarane bir lezzet var, şeametli bir kuvvet var. Onun için şu zamanda hayat-ı içtima ile meşgul olanlara “ fikr-i milliyeti bırakınız denilmez” diyerek var olan yanlış istek ve çabayı iyiye kanalize ederek müspet milliyeti ele alıyor.
Müspet milliyet, pozitif, olumlu, faydalı milliyetçilik; maddi ve manevi açılardan millet ve ülkesinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutma anlayışıdır. Kur’an-ı Kerimde, “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık; sonra da, birbirinizi tanıyasınız diye milletlere ve kabilelere ayırdık.” ayeti “İslam cahiliyetten kalma ırkçılık ve kabileciliği kaldırmıştır.“ hadisi menfi milliyeti kabul etmiyor. Çünkü müspet ve mukaddes İslamiyet milliyeti ona ihtiyaç bırakmıyor.
Üstat menfi milliyeti İslam dininin kabul etmediğini ayet ve hadisle dile getirirken fıtratı gereği sosyal yaşamak zorunda olan insanın da yardımlaşma ve dayanışma için müspet milliyete ihtiyacı olduğunu vurguluyor. Ki, “Müsbet milliyet, hayat-ı içtimaiyenin ihtiyac-ı dâhilîsinden ileri geliyor. Teavüne, tesanüde sebeptir; menfaatli bir kuvvet temin eder, uhuvvet-i İslamiyeyi daha ziyade teyit edecek bir vasıta olur.” cümlelerinden bunu anlayabiliyoruz.
Müspet milliyet ile bizler Müslüman olarak meşru dairede milletimiz için, İslamiyet milliyeti için maddi ve manevi anlamda çalışarak milletimizin refah seviyesini yükselmesini sağlamak, bilimde teknolojide ilerlemek ve İslamı anlamaya ve anlatmaya yönelik çalışmalarda bulunmak, inşallah bize ahireti kazandıracağı gibi dünya hayatını da kazanmamızı sağlayacaktır. Her bir fert bu düşünceyle hareket etse, milletini İslamiyet milliyeti olduğu için sevse ve bu bağlamda çalışmalarda bulunsa maddi manevi her yönüyle, ekonomisiyle, sanayisiyle, hak ve hürriyetler nezdinde, İslam’ı en güzel şekilde yaşayabilmek, yaşanmasına ortam oluşturabilmek adına çok güzel ilerlemeler kaydedilebilir. Üstadın Asya’nın Avrupa’yı her cihetle taklit etmesinin doğru olmadığını vurguladığı risaleden yola çıkarak şunları söyleyebiliriz: Asya’nın Avrupa’yı her cihetle taklit etmesi uygun düşmez. Avrupa’da felsefe Asya’da ise din ve kalp hâkim olmuş. Dolayısıyla Avrupa’da ortaya çıkan milliyetçilik fikrini benimseyip ilerleyeceğini düşünen Asya hata eder. Avrupa dinden uzaklaştıktan sonra medenileşti. Çünkü tahrip olmuş Hristiyan dinin baskısı Avrupa’nın gelişmesini engelliyordu. Bizde öyle değil, doğruları ve güzelliği içinde barındıran İslam dinini bir kenara koyup milliyetçilik gibi anlayışlarla gelişeceğimizi düşünürsek hata ederiz. “Hem ne vakit ehl-i İslam dine ciddi sahip olmuşlarsa, o zamana nispeten yüksek terakki etmişler. Buna şahit Avrupa’nın en büyük üstadı Endülüs Devlet-i İslamiyesidir.”
Son olarak İslamiyet milliyetinin bize kazandırdığı faydalardan bahsedelim:
Birincisi, Kurandan gelen ölsem şehidim öldürsem gaziyim düşüncesiyle kahramanca savaşarak Avrupa’ya karşı mücadele etmişiz.
İkincisi, Avrupalı devletlerin Müslüman bir millete yaptığı bir zulmün diğer Müslüman milletler de rahatsızlık uyandırdığı için Avrupalılar rahat davranamamış, İslam milliyetinin getirdiği yardımlaşma ve dayanışmadan dolayı kaldırdığı elini indirmek zorunda kalmıştır.