Bilim, ilim diyenler konu Said Nursi ve Risale-i Nur olunca dedikoduya başvuruyor

Bilim, ilim diyenler konu Said Nursi ve Risale-i Nur olunca dedikoduya başvuruyor

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Öğr. Gör. Dr. Sadık Tanrıkulu, “Nurcular neden sadece Risale-i Nur okuyor?” sorusuna cevap veriyor.

Bismillahirrahmanirrahim.

Bu konunun iki tür muhatabı var;

1-Risale-i Nur talebeleri. Onlara söylenilebilecek belli şeyler var.

2- Bir de Risale-i Nur camialarının, gruplarının, cemaatlerinin dışında olan genel ehl-i imana konuşacağım.

Soru, normal ve makul bir soru; “Ya bu Nurcular bir kırmızı kitap bellemişler, başka bir şey bilmiyorlar. Kırmızı kitap geldi, kırmızı kitap gitti. Üstad geldi, Üstad gitti, Üstad uçtu. Kırmızı kitap ve üstad. Bu adamlar niye böyle yapıyor?”

Önce Risale-i Nur camiaları dışındakilere açıklama yapacağım. Sonra döneceğim, ikinci başlığım olarak Risale-i Nur talebelerine de bununla ilgili şeyler söyleyeceğim inşallah.

PEK ÇOK MESAJLAR, DÜSTURLAR, DERSLER VAR

Şimdi öncelikli olarak bu tür meseleler ilmi konular. Yani karşımızda bir fikir külliyatı var. Şimdi “Risale-i Nur” dediğinizde ya da sokaktaki avami tabirle “Kırmızı Kitap” dediğinizde, 14 ciltlik bir külliyat bu. Şimdi son dönemde bu 14 cilde Hayrat Vakfı Üstad Bediüzzaman'ın başkâtibi Hüsrev Efendi'nin hattıyla, en son dönemde zannedersem Emirdağ Lahikasına üç cilt daha eklendi. Lahika mektupları demek Üstad Bediüzzaman'la talebelerinin karşılıklı yazışmaları demek. Ama üstadın orada verdiği cevaplar içerisinde pek çok mesajlar var, düsturlar var, dersler var. Talebelerinin kendisine yazdığı mektuplar da üstadın onayından geçmiş demektir. Üstad Bedüzzaman Hazretlerinin onayından geçmiş, artık Risale-i Nur'un parçası olmuştur. Onu da kattığınız zaman, bugün itibariyle 17 ciltlik bir külliyatla karşı karşıyayız. Üst üste koyduğunuzda, neredeyse 1 metreye yakın bir kitab külliyatı.

BÖYLE BİR HAREKETİ DEĞERLENDİREBİLMEK BİLGİYLE, İLİMLE OLUR

Kastım şu; bir mücahede, bir cihat hareketi var. Yani işin bir de hareket boyutu var. Hareket boyutu ise belki sizin, benim kuşatamayacağım, ihata edemeyeceğim kadar geniş bir hareket.

Bediüzzaman, 1876'da doğmuş, 1960 yılına kadar yaşamış, çok uzun bir ömür. Padişahları, sultanları görmüş. Yanlış hatırlamıyorsam üç padişah görüyor. Meşrutiyet Dönemini görüyor, sonraki Cumhuriyet Dönemi, Mustafa Kemal dönemini de yaşıyor, İsmet İnönü dönemini de yaşıyor. Yani bir mücadele hareketi var, bir aksiyon var.

Bugün için ise Türkiye sınırlarını çoktan aşmış bir hareket var. O zaman ne dedim birinci başlığımda, böyle bir hareketi değerlendirebilmek bilgiyle, ilimle olur. Artı iyi niyetle, soğukkanlılıkla olur. Mevzuyu kuşatmak gerekir, ihata etmek gerekir.

ÖNYARGILI, SIKINTILI BİR DURUM VAR

Türkiye'de Said-i Nursi ve nurculuk denildiğinde akademik etiketleri olanlar da, yazar unvanını taşıyanlar da, düşünür vesaire olanlar da, maalesef genel bakış; “mışlar- mişler” üstünden gidiyor. Ben okudum diyen bile, “biraz Sözler’e baktıydım, biraz Mektubat’a baktıydım” filan diyebiliyor. Yani kuşatıcı, kitapların tamamını ihata edici, adam akıllı okumuş anlamış bir bakış maalesef Risale-i Nur için söz konusu olamıyor. Yani önyargılı, sıkıntılı bir durum var.

Ülkemizde ve diğer İslam ülkelerinde uzmanlık alanları var. Mesela Mısırlı Süleyman Dünya diye bir zat var. Benim bildiğim kadarıyla İmam Gazali uzmanı. Kitaplarını basmış, tahkik etmiş, onlar dirase diyorlar, yani inceleme araştırma, yaparak kitaplarını basmış. Bir başkası İbn Sina uzmanı, Farabi uzmanı. Türkiye'de benim bildiğim mesela çok güçlü İbn Arabi uzmanı hocalar var. Adam ömrünü oraya vermiş, onunla anılıyor. İbn Haldun uzmanı, İmam Matüridi uzmanı, Eş’ari uzmanı ya da ehl sünnet uzmanı, değişik isimler ve görüşler, ekollerle ilgili uzmanlar var.

RİSALE-İ NUR VE SAİD-İ NURSİ SÖZ KONUSU OLDUĞUNDA DEDİKODULARLA HÜKÜM VERİLİYOR

Peki, Risale-i Nur'a gelince ne oluyor? Hiçbir zaman “ya bu arkadaş da Risale-i Nur külliyatını baştan sona okumuş, anlamış, yutmuş. Bu da bunun uzmanıdır” denmiyor. Suçlanarak, “Nurcu” “kırmızı kitapçı” deniliyor. Yani kastım, Risale-i Nur ve Said-i Nursi söz konusu olduğunda bir önyargıdır, bir bilimselliğin kenara konulmasıdır, ilmiği, akademisyenliğin kenara konulup, spekülasyonlarla, avami dedikodularla hüküm verilme yoluna gidiliyor ki bu çok sıkıntılı bir durum, geçiyorum.

Şimdi “Nurcular neden sırf Risale- Nur okuyor?” Bu soru diğer cemaat ve tarikat mensuplarına soruluyor mu? Yani bu soru derken, kitap okuma sorusu. Mesela Mahmut Efendi cemaatinden bahsettiğimizde “Abi, Mahmut Efendi cemaati her kitabı okuyor mu? Ya da şu şu kitapları okuyor mu” diye bir soru sorulmaz. Menzil için sorulmaz, Esat Coşan cemaati için sorulmaz, Nuri Topbaş Hocaefendinin cemaati için sorulmaz ve hakeza. Türkiye'deki hiçbir tarikat ve cemaate bu soru sorulmaz, bu soru sadece nurculara sorulur. Niye?

SOHBET CEMAATLERİ

İsmini saydığım veya sayamadığım Türkiye'deki bütün Cemaat ve tarikatlar kamyon kamyon kitap okuduğu için mi sorulmuyor? Yani o kardeşlerimiz gece gündüz, akşam sabah haddinden fazla kitap okuduklarından dolayı mı onlara sorulmuyor? Niye? Şimdi adını saydığım cemaatlerin hepsinin ortak özelliği sohbet cemaatleri olmalarıdır. Sohbet merkezli giderler. Yani kitap okuyanları illa vardır, ama genel çerçeve, genel mantık Türkiye'deki tarikat ve cemaatlerin genel özelliği, bir hoca efendi gelir konuşur, ötekiler dinler. Yani zaten belli sohbetçi hocaları vardır, her birilerinin.

Mesela Kadir Mısıroğlu son nefesine kadar konuştu- yazdı. Millet toplandı, dinledi. Kadir Mısıroğlu hayranlarının Kadir Mısıroğlu'nun inanın öyle 60-70 kitabını okuduğunu zannetmiyorum, çok nadir çıkar. Yani Türkiye'de zaten okuma durumu yok, okunulan bir hal yok. Bundan 11 yıl-12 yıl önce iki farklı kitapta okudum; UNESCO dünya çapında araştırma yapıyor; “kitap ihtiyaç listenizde var mı” ya da “kitap ihtiyaç listesinin kaçıncı sırasında?” UNESCO araştırmasına göre dünyada Fransa'yı iyi hatırlıyorum, Avrupa'nın birkaç ülkesi, Japonya gibi önde gelen ülkelerde kitap ihtiyaç listesinin 13. sırasından itibaren başlıyor; 13-14-15 gibi gidiyor. Türkiye’de kaçıncı sırada biliyor musunuz? Okuduğum zaman şok geçirdim; 180. küsur mu 280. küsur mu? Bu nedir, bu şudur; ülkem okumuyor demektir.

Mesela evliliklerde hiç kitap konuşulur mu? Çeyiz konuşulur, eşya, tahta, teneke konuşulur, çaput bilmem ne konuşulur -Ben kasten basitleştirmek için bu kelimeleri kullanıyorum- buzdolabı, oda, her şey konuşulur. Kitap konuşulmaz. Kitap bizim ihtiyaç listemizde yoktur. Ülke okumaz. Yani ülkenin üniversite mezunları okumaz, ülkenin üniversite hocalarının -iddialı söylüyorum, başkaları da söylüyor- çok rahat yüzde 90'ı, belki yüzde 95'i okumaz. Şaşıracaksınız üniversite hocaları dedim diye. Üniversite hocaları ders çalışır; ya mastırına, doktorasına, doçentliğe çalışır. Küçücük bir alanı vardır. Orayı okur, ama onun dışında genel okuma yok denecek kadar azdır. Yani ülke okumuyor.

DİĞER CEMAAT-TARİKATLARA “SİZ HER KİTABI OKUYOR MUSUNUZ” DİYE SORULMUYOR, SADECE NURCULARA SORULUYOR

Ne dedim? Türkiye'nin diğer cemaat-tarikat hiçbir kesimine “siz her kitabı okuyor musunuz” diye sorulmuyor, sadece nurculara soruluyor. Niye? Çünkü Nurcular okuyor kardeşim, okuyor. Adamın elinde 17 ciltlik bir takım külliyat var, adam onu okuyor. Yani okuduğu için soruluyor. Nurcular da hiç okumasa, sorulmayacak. Yani bu bir bakış açısı, bunu özellikle belirtmek istedim.

ŞERİF MARDİN: SAİD NURSİ DEVLET ELİYLE YAPILABİLECEK BİR ÇALIŞMAYI TEK BAŞINA YAPTI

Nurcular okuyor demiştim. Şerif Mardin diye bir adam geldi geçti bu ülkeden. Tamam, batıda okumuş, sosyolog, biraz batı bakışı var. O ayrı konu. Adamın durduğu yer ayrı. Ama sonunda itiraf da ediyor; “Ben 6 sene Said Nursi çalıştım” diyor. Onun bir kitabı var; “Bediüzzaman Said Nursi Olayı.” Orada bir tespiti var; “Said-i Nursi devlet eliyle yapılabilecek bir çalışmayı tek başına yaptı. Ülke çapında okuma yazma seferberliği başlattı Said Nursi” diyor.

O kitapta yanlış tespitler de var, onu da söyleyeyim. Ama bu tespiti doğru ve makul. 1920'lerin sonlarından başlıyor 1960'a kadar, yani Türkiye'nin, savaştan çıkmış bir ülkenin, kıtlık içinde bir ülkenin ve dine, dindara, İslami yayıncılığa, İslami konuşmaya devlet eliyle yasak getirildiği, baskı yapıldığı bir dönemde Üstad Bediüzzaman yarı ümmi, yani hattı güzel olmayan bir zat ne yapıyor? Hiçbir imkânı yok. Maddi gücü yok. Bugünkü gibi vakfı, derneği, devlet desteği olmayan ve devamlı baskı altında olan, selam verdiğinde talebesi sopa yiyen bir adam, devamlı ya hapiste ya polis göz hapsinde bulunan bir adam, 50 yaşından sonraki 34 yıllık hayatı polis baskısı, polis tarassudu, gözetimi altında olan bir adam, ülke çapında bir okuma ve yazma seferberliği başlatıyor. Bu, devletin raporlarında da var. Şerif Mardin'in söylediği bu.

“HAPİS KORKUSUNA RAĞMEN İNSANLAR BU KİTABA NİYE KOŞUYOR” DİYE SORULMASI GEREKMİYOR MU?

Yani herkesi kitabın başına oturtmuş bir zattan bahsediyoruz. Bakın Türkiye'de ve dünyada herhangi bir kitap çok satıyorsa, çok okunuyorsa bu bir meziyet olarak kabul edilir, insanlar o kitaba yönelir. “Ya bu kitap nasıl oldu da bu kadar sattı” diye.

Yani çok satılmak ve çok okunmak bütün kitaplar için bir meziyet olarak kabul edilirken, insanlar oraya yönlendirilir, teşvik edilirken, iş Risale-i Nur'a geldiğinde bu tersine dönüyor, tepe taklak oluyor.

1927 yılından itibaren Allah demenin yasak olduğu, dini kitabın her türlüsünün yasak olduğu, ezanın Allahu Ekber olarak okunmasının 18 yıl yasaklandığı, Ayasofya gibi camilerin kapatıldığı, dini her türlü faaliyetin, neşriyatın yasaklandığı bir dönemde bütün bir ülkeyi okur-yazar yapan bir yazar ve “hapis korkularına rağmen bu insanlar bu kitaba niye bu kadar koşturuyor” diye bir sorulması gerekmiyor mu?

Devam edecek

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.