Himmet UÇ
Bediüzzaman’ın Mizacı ve ondan doğan,Bir Sanat Eğitim Okulu Risale-i Nur
Bediüzzaman’ın mizacının ön önemli yönü farkında olarak yaşamaktır. Bu farkındalık eserlerinde o kadar farklı yansımalara neden olmuştur ki, bu farkındalık ve dikkat ederek yaşama ve görmeyi anlatmak bir kaç büyük sanat doktorası ve daha üst çalışmalara kaynak metinler taşır.
Kainatı oluşturan nesneler ve öğelere, dinin argümanlarını taşıyan metinlere, dağlara, bulutlara, semadaki olaylara, arzda cereyan eden fenomenlere, özellikle tabiat öğelerine çiçeklere, ağaçlara, meyvelere, renklere, hayvanlara, insanlara, ‘insan ve din’, ‘insan ve Allah’, ‘Müslüman ve peygamberimiz’ gibi konulara ve daha birçok şeye bakarken, seyrederken, temaşa ederken, kullandığı bir ifade vardır, "dikkat et".
Bu dikkat et sanat mektebindeki talebesine sıradan ilgisiz durumdan çıkmayı ve konsantre olmayı telkin eder, bir insana herhangi bir iş öncesi ‘dikkat et!’ derseniz o kendini ona göre ayarlar. Normal durumdan çıkma gereğini hisseder, bunu Bediüzzaman kendi kullanırken ‘dikkat ettim’ der, başkası için ise dikkat ettiğini söyleyerek dikkat etmeye davet eder.
Bu dikkat et ile ilgili cümlelere dikkat ettim, bir hafta düşündüm, bir sonuca vardırarak onun mizacının bu farkında olmak ve dikkatini toplamak yönünü anlatmaya çabaladım. Konu o kadar dağınık ama o dağınıklığı armonize etmek büyük bir dikkati gerektiriyor, sonunda yazmaya başladım.
Bediüzzaman’ı tartışmak değil onun eserlerindeki karakterini tebeyyün ettirmek çok çalışmayı gerektirir, yoksa orta düzeyde bir algı olur, onu aşamayız. Bediüzzaman üzerinde düşünen ve yazan, bütün işi o olanlar olmalıyız. Şu meli malı ekinden nefret ediyorum yapmıyor; yapmalıyız, etmeliyiz diyoruz. Necip Fazıl Maraş’a gider, Mehmet nerde olmalı, efendim mezarlıkta, hasan nerde olmalı derler efendim mezarlıkta, hüseyin nerede efendim merhum oldular, kimi sorarsa adres mezarlıktır, sonunda sür arabayı mezarlığa sözü ile hitama erer ziyaret. Bakacak Yapmalı etmeli, Azrail geldi efendim, kefen almaya gitmeli. Meli malı işte tembellerin hali, çilesiz, rahat içinde zindanı atalette, teoriler üretmek, mutlu yaşamak. Kırk yıldır okuyoruz, birlikte derinlikli, muşikafane bakacak adamlar oluşturmalıydık. Yine meli malı.
Tarık Bin Ziyad kral Rodrik’in hazinesine girer, her taraf mücevher, parıl parıl parıldar, kendine der: “dikkat et Tarık! Sen dün bir köleydin, sakın şımarma, bu hazinenin sahibi şımardı, Allah elinden aldı, sen de iyi yönetmezsen, senin de hazinende bir yabancının ayak, izlerini görürsün.”
Cebrail aleyhisselam Peygamberimizi Burak’a bindirecektir, asil mahluk debelenir, Cebrail “dikkat et ne yapıyorsun Burak bu kim biliyor musun? Bu sema ehlinin yüzyıllardır beklediği Fahri Alem Muhammed Mustafa Efendimiz, Burak birden tedirgin olur, terler.
Bediüzzaman’ın bine yakın ‘dikkat et’ ifadesi ile kurulmuş cümlesi var, baktım dikkat etmediği şey yok. Bu kadar ıztırabın içinde baktığı şey, ruhunu en gerekli yanını görmek ve ifade etmek… İşte onun olağanüstü dehası ve karizması. Ne diyeyim? Başka kelimem yok ki. Bediüzzaman başta Kur’an ile ilgili açıklamalarında dikkat eder, dikkate davet eder.” Kur’an’ın vech-i icazını ve hak kelamullah olduğunu isbat etmek cihetini Risale-i Nur’a havale ederek yalnız bir kısa işaretle büyüklüğünü gösteren birkaç noktaya dikkat etti. (sözler 410)” Büyüklüğünü gösteren birkaç noktaya dikkatten doğan cümlelerden “Nasıl ki, Kur’ân bütün mu’cizâtıyla ve hakkàniyetine delil olan bütün hakàikıyla Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın bir mu’cizesidir; öyle de, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm da bütün mu’cizâtıyla ve delâil-i nübüvvetiyle ve kemâlât-ı ilmiyesiyle Kur’ân’ın bir mu’cizesidir ve Kur’ân kelâmullah olduğuna bir hüccet-i kàtıasıdır.”(aynı yer) kendinin dikkat ettiği, bizi de dolaylı dikkate davet ettiği, Kur’an’ın büyüklüğünü gösteren bir gözlem. Kur’an, peygamberimizin mucizesi, Peygamberimiz de Kur’an ‘ın mucizesi. Sıradan bir tefekkür ile görülmeyecek bir şey ancak dikkat ile görülebilir, gördürülebilir.
“Evet, o Kur’ân’ın nefs-i ihbârı, haşr-i cismânînin keşşâfıdır ve şu tılsım-ı muğlâk-ı âlemin ve şu remz-i hikmet-i kâinatın miftâhıdır. Hem o Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın tazammun ettiği ve mükerreren tefekküre emredip nazara vaz’ eylediği berâhin-i akliye-i katiye, binlerdir. Ezcümle, bir kıyas-ı temsilîyi tazammun eden, (De ki kim onu önce yaratmışsa o tekrar onu diriltecek) ve (halbuki o sizi halden hale sokarak yaratmıştır) ve bir delil-i adâlete işaret eden, (Rabbin ise kullarına haksızlık edecek değildir) gibi pek çok âyât ile haşr-i cismânîdeki saadet-i ebediyeyi gösteren pek çok dürbünleri, nazar-ı beşerin dikkatine vaz’ etmiştir.
Kur’an’ın hitabına ancak dikkatle muhatab olunabilir. Öldükten sonra dirilmenin delilleri “pek çok ayat”tır. Allah bu pek çok ayetleri ile insana anlatmıyor onun dikkatinin önüne koyuyor, ona ne diyor Bediüzzaman. Ayetlere dürbün diyor, dürbün uzağı gösterir, haşir hakikatı Kur’an ‘ın dürbünleri ile görülür, bu dürbünler ne olacak onlar da “ nev-i beşerin dikkatine vaz” edilmişlerdir.
Ya Bediüzzaman ne yapar bu dürbünleri dikkati ile görür ve insanın dikkatine sunar. Dürbün olmadan uzaktaki hakikatler görülemez, dikkatli olmadan görülmesi lazım gelenler görülmez. İşte Bediüzzaman dikkat ve dürbün ile itikadı inşa ediyor. Kaynak ise Kur’an. Dürbün gibi dikkatin olmadığı yerde itikad oluşmaz, nerdeyiz, nerdesin? Ne yapmak istiyoruz, sen ise ne yapmaktasın?
Bahis yine Kur’an’dan hareketle ahiretin varlığıdır. Çok dikkat edilmesi gereken şeyden şimdi dikkate sunulan aşk, şefkat ve akıl nimetleridir. Pencere onlardır. Aşk, şefkat ve akıl nimet, elbette nimet onlarsız hayat imkansız. Bediüzzaman aşk, şefkat ve akla dikkat etmek gerekir, genel tutum bu nimetlere dikkattir, hayret ben bu cümleyi hiç okumamış mıyım?
Aşk şefkat ve akla dikkat etmek… Bir kitap olur bu üç nimete dikkat. O orada kalsın, burada bu üç nimete dikkatten ahirete bir yol bulur. ”Bak, rahmetin cilvelerinden ve latîf âsârından olan aşk ve şefkat ve akıl nimetlerine dikkat et. Eğer firâk-ı ebedî ve hicrân-ı lâyezâlîye, hayat-ı insaniye incirâr edeceğini farz etsen, görürsün ki; o latîf muhabbet, en büyük bir musîbet olur, o leziz şefkat en büyük bir illet olur, o nurânî akıl en büyük bir belâ olur. Demek, rahmet, (çünkü rahmettir) hicrân-ı ebedîyi, muhabbet-i hakikiyeye karşı çıkaramaz. Onuncu Sözün İkinci Hakikati, bu hakikati gayet güzel bir sûrette gösterdiğinden, burada ihtisar edildi.”
Şimdi aşk, şefkat, aklın kaynağını verir önce. Onlar rahmetin cilvelerinden ve latif asarındandırlar. Rahmetin cilvesi ve latif asarı, böyle kalsın. Aşk akıl ve şefkat olmasa bir heykelden farkımız olmazdı, bizi hayatımıziçindeki şeylere bağlayan bu üç duygu hayatı idare eden de bu üç duygu. Sevgi eğer bu güzel hayatın devamı olmazsa bela olur, nefrete dönüşür, o halde bu, aşk ve akıl şefkat ile bağlı olduğumuz herşey ebedi hayat olmassa insanla dalga geçmek olur, sevgi dolu kainatın sonu yılan ve fare dolu kabir, şefkat dolu insan, herkese şefkatle yaklaşan insan ama o insanı kabrin zülumatına terketmek, işte zıtlık. Aklın, şefkatin ve aşkın genel lüzumu üzerinde değil sadece ahirete bakan yönüne baktık.”
Yine cümleyi alalım tekrarda fayda vardır. Yazalım bir kağıda masamıza koyalım, “aşk, şefkat ve akıl nimetlerine dikkat et.” Aklımı dikkatle kullanmalıyım hiç düşündüm mü bunu, diğerleri de başka.
Hazreti Mevlana;
Aşk imiş alemde her ne var
İlim bir kıl ü kal imiş ancak
“Bak, rahmetin cilvelerinden ve latîf âsârından olan aşk ve şefkat ve akıl nimetlerine dikkat et. Eğer firâk-ı ebedî ve hicrân-ı lâyezâlîye, hayat-ı insaniye incirâr edeceğini farz etsen, görürsün ki; o latîf muhabbet, en büyük bir musîbet olur, o leziz şefkat en büyük bir illet olur, o nurânî akıl en büyük bir belâ olur. Demek, rahmet, (çünkü rahmettir) hicrân-ı ebedîyi, muhabbet-i hakikiyeye karşı çıkaramaz. Onuncu Sözün İkinci Hakikati, bu hakikati gayet güzel bir sûrette gösterdiğinden, burada ihtisar edildi.”
Bahsimiz dikkat ve yine Kur’an’a dikkat üzerinde. Konu Kur’an’ın menbaına gücünün kaynarlarına dikkatle bakmaktır. Bediüzzaman’ın dikkati bir yana, Onun eksik gördüğü şeylerin başında Türkiye’de ve islam dünyasında Kur’an eğitimindeki eksikler. Bu yüzden Kur’an’ın eğitimine çok dikkat etmiş, Risale-i Nur’un külliyetli bir kısmı Kur’an’a ait belki yüze yakın yönden onun mucize ve beşerin çok yönlü dertlerine deva olduğunu anlatır.
Mealler almış kitapçılardaki yerini ama parçadan bütüne giden bir analitik Kur’an eğitimi yok. Çocuklar yazın iki ay Kur’an okumaya giderler, ama Kur’an’ın temel temalarından kimsenin haberi yok. Hocalar kürsüde ayet okur ama mesela bahisleri sentezlemezler.
Kur’an’ın şahıs örgüsü, kaç şahıs var ve bunlar kimler, iyiler ve kötüler. Olaylar tesirleri, bunları küçük sentezler hakkında vermek kimsenin aklına gelmiyor. Çocuk namaz hakikatı ve Kur’an, öldükten sonra dirilme hakikatı ve Kur’an, Kur’an’da ana baba hakları böyle yüzlerce konu var.
Elli yıldır birçok insan Kur’an okumaya gitmiştir yazları, aldıklarının istatistiğini yapsak çoğusu namaz dahi kılmaz. Dini temsil eden şahıslar kürsüden konuşur, bir alayiş ve nümayiş içinde yaşarlar, Ramazlar aristokrasi, yine Kur’an anlaşılmazlığını koruyan bir kitap.
Kur’an ‘ın diğer kelamlardan farkı ile başlar Bediüzzaman “Şudur ki: Kur’ân, başka kelâmlarla kàbil-i kıyas olamaz. Çünkü, kelâmın tabakaları, ulviyet ve kuvvet ve hüsn-ü cemâl cihetinden dört menbaı var: Biri mütekellim, biri muhatap, biri maksad, biri makamdır. Ediblerin, yanlış olarak, yalnız makam gösterdikleri gibi değildir. Öyle ise, sözde "Kim söylemiş? Kime söylemiş? Ne için söylemiş? Ne makamda söylemiş?" ise bak. Yalnız söze bakıp durma. Mâdem kelâm, kuvvetini, hüsnünü bu dört menbadan alır; Kur’ân’ın menbaına dikkat edilse, Kur’ân’ın derece-i belâgatı, ulviyet ve hüsnü anlaşılır. Evet, mâdem kelâm, mütekellime bakıyor. Eğer o kelâm emir ve nehiy ise, mütekellimin derecesine göre irâde ve kudreti de tazammun eder. O vakit söz mukàvemetsûz olur, maddî elektrik gibi tesir eder; kelâmın ulviyet ve kuvveti o nisbette tezâyüd eder.
Meselâ, - yani "Yâ arz! Vazifen bitti; suyunu yut. Yâ semâ! Hâcet kalmadı; yağmuru kes. "
Meselâ, -Necm suresi Fussilet 11. (ona ve arza isteseniz de istemesenizde ikiniz birden emrime uyun, buyurdu, onlar da isteyerek uyduk dediler. (Fussilet 11) Yani, "Yâ arz, yâ semâ! İster istemez geliniz, hikmet ve kudretime râm olunuz. Ademden çıkıp, vücudda meşhergâh-ı san’atıma geliniz" dedi. Onlar da, "Biz kemâl-i itaatle geliyoruz. Bize gösterdiğin her vazifeyi Senin kuvvetinle göreceğiz. " İşte kuvvet ve irâdeyi tazammun eden hakiki ve nâfiz şu emirlerin kuvvet ve ulviyetine bak, (Ey yer yerinde dur, ey gök parçalan, ey kıyamet kop. )
Bir söz güzelliğini dört kaynaktan alıyor. Kim söylemiş, kime söylemiş, ne için söylemiş, ne makamda söylemiş? Kur’an’ın menbaına dikkati çekiyor, birinci güzellik menbası sözü kimin söylediği, sözü söyleyenin söylediği sözü icra edecek gücü ve iradesinin olması gerekir, bir de ne için söylediği önemli. Verilen ayet örneklerinde sözü söyleyen mütekellim Allah, kime söylüyor arz ve semaya, onlara sözü geçecek bir iktidarda olması gerekir. Kim söylediği ortada, kime söylediği ortada, söyleyenin makamı söylenilen makam ortada. Bu dört şeye verilen örnekler Kur’an’ın kaynağının gücüne dikkati çekiyor, Bediüzzaman dikkati böyle kullanıyor bu metinde.
Kur’an’a dikkat eden ve dikkatlerini muhatablarına sirayet ettirmeye gayret eden, onları bakarken nasıl bir tavır takınmaları konusunda ikaz eden Bediüzzaman’ın Kur’an’a dikkatini gösteren metinleri çok, biz sadece bir örnek metin verdik.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.