Ramazan BALCI
Bediüzzaman’ın Müspet Hareket düsturu ve Arap Gençlik Devrimleri
Bediüzzaman’ın Müspet Hareket düsturu ve Arap Gençlik Devrimleri
Bediüzzaman’a ünvanlar verirken kendimizi sınırlamakta zorlanırız çoğu zaman. Kendisine çok şey borçlu olduğumuz bir Üstad için bu çok görülemez herhalde. Bir kardeşin Üstadın Alem-i İslam’a bakan görevlerine ya da daha doğru bir ifade ile Alem-i İslam için Nur Talebelerine yüklediği görevlere dikkat çekmek için kullandığı İmam sıfatı, bu hoş görüyü kazanamadı. Sünni refleksimiz, harekete geçti.
Yoğun bir Batıcı baskı ve dezanformasyon yaşadığımız bir dönemde bu tür tepkiler de yadırganamazdı. Ancak Üstada karşı her türlü yüceltici sıfatları kabüllenmemize rağmen özellikle sosyal ve siyasî konularda O’nun fikirleri ile tam olarak yüzleştiğimiz söylenemez. “Rafizi de olsa iman cihetinde kardeşimizdir.” Ya da “Şark husumeti İslam’ın inkişafını boğuyordu izale olmalı” cümleleri, Şii dünya ile ilgili düşüncelerimizi oluştururken yüzleşemediğimiz iki cümlesi söz gelimi.
Üstad’ın fikirleri konusunda yüzleşmekten kaçındığımız konular bununla sınırlı değil maalesef! Bir diğer konu Türkiye’nin gündemini daha uzun süre işgal edeceği anlaşılan Kürd meselesi. Bu konuda her iki taraf da samimiyet testini geçemedi bana kalırsa. Bir taraf hikmet-i hükümeti dikkate alarak Kürdlerin hakları konusunda sessiz kalırken diğer taraf, Üstadın ittifaka işaret eden düşüncelerini tevil etmekle meşgul. Bu tevil zaman zaman uluslararası meselelere kadar uzanmakta.
Bu girişten sonra Arap hareketleri ile “müsbet hareket” düsturuna işaret eden başlığa dönmek istiyorum!.
Üstad müsbet hareket düsturunu hayata geçirdiğinde Alem-i İslam’ın kalbi olan Türkiye İnsanlık tarihinin en şiddetli zulümlerinden birini yaşıyordu. İnönü hükümetleri, Anadolu’da bin yılda kurulan İslam medeniyetinin bütün eserlerini yeryüzünden silmekle meşguldü.
İnsan hakları açısından yukarıdaki cümlelere eklenecek yeni bir tanım bulmak zordu.
Ancak Asrın İmamı, “müsbet hareket düsturunu” hayatının en önemli gayesi /esası olarak ortaya koymuş, kendisini ve taraftarlarını kışkırtarak olay çıkarmaya yönelik bütün tertipleri bozma konusunda son derece dikkatli davranmıştı.
İnönü şartlarında caiz olmayan “menfi hareket” Kaddafi şartlarında nasıl caiz olabilirdi? Oysa İnönü’yü Kaddafi’den daha demokrat saymak için elimizde hiçbir veri yoktu. “Kaddafi zalimdir, öyleyse müsbet hareket düsturu Araplar için geçerli değildir” demek ne kadar tutarlı olabilirdi.
Bu olayların doğuracağı sonuçları himaye edecek İslam aleminde bir güç olmadığına göre bu güç Avrupa’dan gelecekti. Avrupalıların (özellikle de Amerika’nın) hürriyet perisi oldukları hayalinin eski bir geçmişi vardı. Yazık ki cihan harpleri, yakın tarihte yaşanan Irak ve Afganistan işgalleri bu hayallerin acı bir aldanma olduğunu göstermeye yetmemişti. Son Libya saldırısı yine aynı hayale kurban gitti. Oysa Fransız bakanın ifadesi ile “haçlı saldırıları” İslam mülklerini talan ediyordu.
On yıl önce küçük bir birlikle Bağdat’a girip Saddam eşkıyasını eli bağlı alıp gidebilirlerdi. (Hatırlanacağı gibi Çölayısı lakabını alan Amerikalı general, “şu an Bağdat’a girip Saddam’ı tutmak için önümde hiçbir engel yok” diye açıklamalar yapmıştı.) Bunu yapmak yerine Irak’ı tamamen harap edip dört milyona yakın insanı öldürdüler. Sayıları yüzbinleri bulan kadınları ayağa düşürdüler.
Haçlı güçleri Kaddafi ile bir hesaplarının olmadığını açıkladılar. O eşkıyayı şahsen tutup götürmek yerine, İngiliz ve Fransız şeytanları, İslam mülklerini talan etmek için büyük bir hırs ve şehvetle saldırıyorlar. Libya’nın göz kamaştıran alt yapısını, bir dünya harikası olan yapay göl projesini tahrib ediyorlar.
Bu konuda sözü uzatmak elbette mümkün, ancak gereksiz! Bu neticeye yol açacak, hareketleri bir zalime karşı ortaya konan masum hareketler olarak görmek ya da “müsbet hareket düsturuna” uygunluğundan söz etmek elbette bir yanılgıdır.
Tarihi süreç içerisinde yüzlerce örneğini gösterebileceğimiz bu tür “sözde milli hareketler” sömürgeciler tarafından organize edilir. Olaylara daha yakından bakınca bunların masum halk hareketleri olmadığına dair çok sayıda veri elde etmek mümkündür. Son olarak sömürgecilerin uzun süredir bu proje üzerinde çalıştıklarına dair haberler basında yer aldı. BBC’nin 21 Şubat Pazartesi haberinde "Arap Devrimlerinin babası" Gene Sharp tanıtıldı. 83 yaşındaki Harvard profesörü "Diktatörlükten Demokrasiye Geçiş" adını verdiği teoriler çerçevesinde Arap gençleri bir süredir eğitmekteydi.
Bölücü ırkçılık Avrupa’nın içimize attığı bir Frenk illetiydi. Araplar arasında bu illet kabilecilik ve mezhepçilik olarak türedi. Üstad’ın “onlardan şimdiye kadar ecnebilerin boğazına gidenlerin ve perişan olanların halleri, menfi milliyetin zararını gösterdi” diye işaret ettiği tehlikenin daha modern bir şekli Arap başkentlerinde ayağa kalkmıştı.
Bu durum karşısında kendilerine ittihad-ı İslam için çalışma görevi emanet edilen Nur talebeleri “biz hangi hizmetleri ihmal ettik de Üstad’ın vefatı üzerinden 50 yıl geçmesine rağmen, Arapların intibahına yol açacak bir ittihadı sağlayamadık” sorusuna cevap aramalıydı.
Arapları ecnebilerin boğazına atacak taşkınlıklar, bir intibah değil üzülmek gerekirse. Belki de Üstad’ın zamanında ıslah edilmeyen gençliğin, ancak rüşvet-i mutlaka ile idare edilebileceğine dair yaptığı uyarı hayata geçmek üzere! Mısır’da İhvan-ı Müslimin’in bizzat göstericiler tarafından sahne dışına itilmesi bu korkunun bir delili!
Esasen derin korku, bu operasyonların arkasındaki saklı gündemin, Türkiye’nin bölgede oynamaya başladığı şemsiye olma imajının silinmek istenmesi, Araplar arasında Tayyib Türkiye’sine olan yönelişin (İnönü Türkiye’sine değil) kırılmak istenmesidir. Bu tehlike sanıldığından daha büyüktür. Açıktır ki Türkiye’nin Araplarla yaptığı bütün anlaşmalar şu anda rafa kalkmış durumdadır. İslam aleminin kalbine hançerini saplamak için yeni bir fırsat elde eden sömürgeciler, Libya’yı imar için yerleşmiş olan Türk şirketlerini de bu vesile ile tasfiye ettiler.
Yazının başından beri bir çok konu arasında yerli yersiz geçişler yapmak zorunda kaldım. Son bir geçiş daha yapmak durumundayım.
Osmanlı’nın son zamanlarına kadar uluslararası herhangi bir konunun çözümü için masanın etrafında beş devlet olursa bunlardan biri Osmanlı olur, İslam beldelerinin menfaatini savunurdu. Oysa Müslüman unsurlar derin bir yanılgının içine düşmüşlerdi. Söz gelimi batıda Arnavut beyleri, sahip oldukları güçleri kendi kendilerine kazandıklarını var sayıyor, ilk fırsatta Osmanlıdan kopmanın yolunu arıyorlardı. Güneyde Arap şeyhlikleri de aynı vehme kapıldılar. Doğuda Kürt beylikleri de bütün güçlerini Osmanlıdan aldıklarının şuurunda değillerdi. Osmanlının ıslahat çalışmalarına şiddetle karşı koydular. Oysa Osmanlı zayıflasa onlara bir gün daha beylik yaptırmazlardı. Nitekim öyle oldu. Osmanlı yıkılınca tamamını ecnebiler yuttular.
Son yüz yıldır büyük devletler arasında sahipsiz kalan İslam devletçikleri, acımasızca yağmalandı. İslam alemi bu yağmayı önleyecek bir kalkan oluşturamadığına göre Arap ülkelerinde, olaylar nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, kurulacak idare ve paylaşılacak menfaatler konusunda yine batılı güçler karar verecektir.
Olayların ülkemize bakan yönünü şöyle ifade etmek mümkündür: Türkiye siyasî ve ekonomik bağımsızlığını kazanıp İslam alemi için koruyucu bir şemsiye olamaz ise, sözde bağımsız İslam ülkeleri, görünen ya da görünmeyen usullerle sömürge olmaya devam edecektir. Bu açıdan Türkiye’yi zayıflatacak hareketlere ve İslam alemine batılı yağmacıları davet edecek oyunlara farklı saiklerle taraftar olmak “müsbet hareket” düsturuna kötülük etmektir.
Öte yandan Üstad’ın Avrupa ve Hz. İsa’nın cemaati hakkında verdiği müjdelerin bizi iyi niyetli beklentilere soktuğu bir gerçektir. Bu müjdelerin Avrupa ve Amerika’nın çeşitli bölgelerinde bulunan sivil toplum örgütleri ve düşünce kuruluşlarına yönelik olduğunu alınan haberler teyid etmektedir.
Bir toplumun en gafil kesimi siyasetçileri olur. Bu zulümlerin arkasında duran, çoğu Yahudi ve Hristiyan fanatiklerin elinde bulunan siyasi karar organlarının intibaha gelmesi, dünyanın hareketlerini gece ve gündüz yörüngesinde takdir eden hikmet-i ilahinin düsturlarına zıttır.
İSTİŞARE ETMEK SÜNNET, NETİCEYE TABİ OLMAK VACİPTİR
Fotoğraf tartışmasına girmem yukarıdaki yazıyı gölgelemesin!
Ama bu meseleye bir şekilde ben de tarafım! Birimizin hatası diğerlerinin hukukunu da zayi eder. Şahsen yaşanan gelişmeleri yadırgıyorum. İki ay önce yazdığım mailin kopyasını veriyorum
“O esaret hâdisesi aslı doğrudur. Fakat şahidim olmadığından tafsilen beyan etmemiştim. Yalnız bir manga beni idam etmek için geldiğini bilmiyordum, sonra anladım. Ve Rus Kumandanı tarziye için Rusça bir şeyler söyledi, ben bilmedim. Demek hazır bulunan ve bu hâdiseyi gazeteye ihbar eden Müslüman yüzbaşı anlamış ki, kumandan tekrar tekrar "Affet" demiş!”
Yukarıda Üstadın mektubunda geçen, “Bir manga beni idam etmek geldiğini bilmiyordum. Sonra anladım” ifadesi darağacı kuruldu Üstad namaz kılmak için izin istedi, namaza durdu gibi ifadelerin hayal mahsulü olduğunu gösterir.
Aynı şekilde “Ve Rus Kumandanı tarziye için Rusça bir şeyler söyledi, ben bilmedim...” ifadelerinden de gerek tarihçeye alınan gerekse Hür Adam’a alınan idam sahnelerinin açıkça uydurma olduğu anlaşılır.
Bana göre Bu konuda Üstadın yazdığı ile iktifa etmelidir.
Fotoğrafa gelince.
Üstad o dönemde 36-38 yaşında tabiri caiz ise bıçkın gibi bir delikanlı, fotoğraf 70’lik görünüyor.
Kıyafetine bakılırsa bir kadın olma ihtimali var. O dönemde esirlerin kıyafetine bakmalı. Askerlerin çokluğu, Karakışın bulunmaması da şüphe verici şeyler.
Hani ne olur olmaz araştırmaya değer…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.