Dr. Selçuk ESKİÇUBUK
Bediüzzaman’ın penceresinden ‘Gençlik’
İnsanlar doğarlar yaşarlar ve ölürler. Hayat ağacı gittikçe büyümeye devam eder, bebeklikten çocukluktan sonra gençlik çağına ulaşır. Nedir bu gençlik çağı? Nasıl yaşanmalıdır? Bu konuda çok fikirler söylenmiştir ama henüz söz bitmemiştir. Çünkü hayatın en dinamik dönemi bu dönemdir. Bu dönemi iyi yöneten milletler başarıyı, huzuru ve mutluluğu yakalarlar.
Gençlik üzerinde, herkes tarafından kabul edilen bir tanım ve yaş sınırı yoktur. Genel olarak 15- 30 veya 15-35 yaş aralığı kabul edilir. Bazıları 16-19 yaş dönemine ”keşif çağı”, 20-24 yaş dönemine “deneyim çağı” ve 25-35 yaş dönemine ise “altın çağ” diye ayırırlar. 40 yaş ise gençliğin tam olgunluk yaşıdır. Dünya nüfusunun üçte biri bu gençlerden meydana gelmiştir.
*Ve keza, o Zatın (a.s.m.) dört yaşından kırk yaşına kadar geçirmiş olduğu gençlik devresinde (İ.İCAZ)
*Nev-i insanın üçten birisini teşkil eden gençler, (11.ŞUA, 8.Mesele)
Lenin(1870-1924), “Gençlik üzerine” isimli kitabıyla gençliğe kendi ideolojisi adına el atarken Bediüzzaman(1878-1960) da “Gençlik rehberi” kitabıyla gençlerle buluşur, onlarla görüşür konuşur ve onlara hayat yolculuğunda bekleyen tehlikeleri anlatır. Kılavuz gibi yol gösteren öğütlerini bu kitapta toplayarak gençliğe armağan eder.
Bediüzzaman gençliği “zarif ve güzel bir güle” benzetir. İnsanlar, hayvanların aksine, 15 yaşında ancak fayda ve zararı anlayabilecek yaşa gelirler. İslam dininde bu yaş, dini mükellefiyetler yaşıdır. Gençlik de vakti gelince yerini hazan mevsimine benzeyen ihtiyarlığa bırakacaktır.
“Evet, cesedin genç iken lâtif, zarif ve güzel gül çiçeğine benzerse de, ihtiyarlığında kuru ve uyuşmuş kış çiçeğine benzer ve tahavvül eder. (M. NURİYE)
*medar-ı ezvak olan gençlik gidiyor; menşe-i ahzân olan ihtiyarlık, yerine geliyor.(LEMALAR, 26.Lema)
*gençlik yazı ve ihtiyarlık güzünün arkası kabir ve berzah kışıdır.(ŞUALAR, 11.Şua)
Bu yaşta bazı gençler hayata atılıp mücadeleye başlarken büyük çoğunluk da eğitim görmektedir. İster çalışan gençlik olsun isterse eğitim gören gençlik, ikisi de bu çağı dikkatli geçirmek zorundadır. Kötü arkadaşlar onları bekleyen en büyük tehlikedir. Ergenlik dönemi de bu zaman aralığında yaşanan çok özel bir dönemdir.
Bir insanın İslam dininin emir ve yasaklarına uyma yaşı, 15. yaşla başlar ve ölünceye kadar da devam eder.
*İnsan ise bir iki senede ancak ayağa kalkar, on beş senede ancak menfaat ve zararı farkeder. (MEKTUBAT, 26.Mektup)
*Sinn-i mükellefiyet on beş sene kabul ediliyor. (MEKTUBAT, 23. Mektup)
Anne babalar gençlerin eğitimlerine bu asırda çok önem veriyorlar, onların Üniversitede okumaları için maddi manevi çok fedakârlıklar yapıyorlar. Hatta onların yurt dışında okumaları için de elden gelenden fazlasını yapmak istiyorlar. Ancak pozitif bilimleri okuturken, dini bilgilerini tam ve doğru verememişlerse, taklidi iman derecesini geçip tahkiki iman düzeyini yakalayamamışlarsa o gençleri kaybetmek çok yakındır. Ailelerin onu ikna edecek bilgileri yoksa birilerinden Üniversiteye hazırlanırken nasıl yardım aldılarsa bu konuda da yardım almaları gerekir. Yoksa yapılan bütün fedakarlıklar boşa gidebilir. Küfür denizi onu da yutabilir.
*şefkatli vâlide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi ve istifâde ve fâide görmesi için her fedâkârlığı nazara alır, öyle terbiye eder. Tehlikeye girdiğini düşünemiyor. “Oğlum paşa olsun!” diye, bütün malını verir. Hâfız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünemiyor. Ve dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor. Cehennem hapsine düşmesini nazara almıyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak oma‘sûm çocuğunu, âhirette şefâatçi olmak lâzım gelirken da‘vâcı ediyor. O çocuk, “Ne için benim îmânımı takviye etmedin? Bu helâketime sebebiyet verdin?” diye şekvâ edecek. Dünyada da terbiye-i İslâmiyeyi tam almadığı için vâlidesinin hârika şefkatinin hakkına karşı lâyıkıyla mukābele edemez. Belki de çok kusur eder.(H.REHBERİ)
İstanbul’da boğazı geçmek isteyen büyük gemiler, fırtınalı havalarda kılavuz kaptan alarak yollarına kazasız belasız devam ederler. Peki, bu vücut gemisinin hayat yolculuğundaki tehlikelere karşı, gemiye yara aldırmadan, onu batırmadan yoluna devam etmeleri için gençlerin bir kılavuza ihtiyaçları yok mudur?
Bediüzaman eserlerinde farklı zamanlarda, farklı gruplar ve farklı sorularla gelen gençlerle buluşmalarını ve onlara cevaplarını anlatır.
-Mesela “Hayat, gençlik ve tehlikeli arzular ” hakkında soru soran gençlere şu cevabı verir:
*Bir gün yanıma parlak birkaç genç geldiler. Hayat ve gençlik ve hevesât cihetinden gelen tehlikelerden sakınmak için te’sîrli bir ihtâr almak isteyen bu gençlere, ben de eskiden Risâle-i Nûr’dan meded isteyen gençlere dediğim gibi bunlara dahi dedim ki: Sizdeki gençlik kat‘iyen gidecek. Eğer siz dâire-i meşrûada kalmazsanız, o gençlik zâyi‘ olup başınıza hem dünyada, hem kabirde, hem âhirette kendi lezzetinden çok ziyâde belâlar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i İslâmiye ile o gençlik ni‘metine karşı bir şükür olarak iffet ve nâmusluluk ve tâatte sarf etseniz, o gençlik ma‘nen bâkî kalacak. Ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebeb olacak.
Hayat ise, eğer îmân olmazsa veyahud isyan ile o îmân te’sîr etmezse, hayat, zâhirî ve kısacık bir zevk ve lezzetle beraber, binler derece o zevk ve lezzetten ziyâde elemler, hüzünler, kederler verir.(G.REHBERİ)
*Hem hevesât-ı nefsâniyenin heyecanlı zamanı ve hararet-i gariziyenin galeyanlı hengâmı ve ihtirâsât-ı dünyeviyenin feveranlı vakti olan gençlik ve şebabiyet ise, (MEKTUBAT, 23. Mektup)
*Evet, gençlik damarı akıldan ziyâde hissiyâtı dinler. His ve heves ise kördür, âkıbeti görmez; bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzete tercih eder; bir dakika intikam lezzeti ile katleder, seksen bin saat hapis elemlerini çeker; ve bir saat sefâhet keyfiyle, bir nâmus meselesinde, binler gün hem hapsin, hem düşmanın endişesinden sıkıntılarla ömrünün saadeti mahvolur. (SÖZLER, 13.Söz)
*gençler, hevesatları galeyanda, hissiyata mağlûp, cüretkâr akıllarını her vakit başına almayan o gençler, (11.ŞUA, 8.Mesele)
-Bediüzzaman, “Ahiretimizi ne suretle kurtaracağız ?“ diye soran gençlere konuşmaya başlar ve konuyu ikna edici, onların anlayacağı şekilde anlatmaya başlar:
“Câzibedâr bir fitne içinde bulunan ve daha aklını kaybetmeyen bazı gençlerle bir muhâveredir. Bir kısım gençler tarafından şimdiki aldatıcı ve câzibedâr lehviyât ve hevesâtın hücumları karşısında, “Âhiretimizi ne sûretle kurtaracağız?” diye Risâle-i Nûr’dan meded istediler. Ben de Risâle-i Nûr’un şahs-ı ma‘nevîsi nâmına onlara dedim ki:”(G.REHBERİ)
-Bediüzzaman, kendisine soru sormaya gelen ve“ Öğretmenlerimiz Allah’dan bahsetmiyor, bize Hâlıkımızı tanıttır” diye Kastamonu’da soru soran Liseli öğrencilere ise şöyle söyler:
*Kastamonu’da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. “Bize Hâlikımızı tanıttır. Muallimlerimiz Allah’dan bahsetmiyorlar” dediler. Ben dedim: Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisân-ı mahsûsuyla mütemâdiyen Allah’dan bahsedip Hâlikı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.
Meselâ nasıl ki mükemmel bir eczâhâne ki, her kavanozunda hârika ve hassâs mîzânlarla alınmış hayatdâr ma‘cunlar ve tiryâklar var. Şübhesiz, gāyet mahâretli ve kimyager ve hakim bir eczâcıyı gösterir. Öyle de küre-i arz eczâhânesinde bulunan dört yüz bin çeşit nebâtât ve hayvanât kavanozlarındaki zîhayat ma‘cunlar ve tiryâklar cihetiyle bu çarşıdaki eczâhâneden ne derece ziyâde mükemmel ve büyük olması nisbetinde, okuduğunuz fenn-i tıb mikyâsıyla küre-i arz eczâhâne-i kübrâsının eczâcısı olan Hakîm-i Zülcelâl’i, hatta kör gözlere de gösterir, tanıttırır. (G.REHBERİ)
Bir çocuğun yetiştirilmesinde anne babaları belki de en çok zorlayan, fiziksel özelliklerin belirginleştiği, beğenilmek duygusunun öne çıktığı ve ergenlik dönemini de içinde barındıran gençlik dönemdir. Kişilik gelişmesindeki en önemli virajlar burada saklanmıştır. Savrulmadan o virajları almak gerekir. Gençlere yaşadıkları çağa göre davranmak çok önemlidir. Onları ezmeden, dışlamadan, sabırla bu dönemin atlatılmasına yardım etmek evebeyinlerin başlıca görevidir.
Aile dışındaki çevrenin etkisinin daha çok olduğu bir süreç başlamıştır artık. Otoriteyle ya da ebeveynle inatlaşma, sürekli hayır deme, kendi fikrini belirtme adına sürekli karşı gelme durumuyla sıkça karşılaşılır. Nefsi isteklerin, cinsellik duygusunun, heyecanlı ve atak oluşun tavan yaptığı bir dönemdir. Akıldan çok duyguların ve arkadaşların etkisinde kalınır. Ailenin çok dikkat etmesi gerekir, her türlü zevki tatmak uğruna sefahat, içki, kumar ve uyuşturucu gibi kötü alışkanlıkların kazanıldığı bir yaştır. Anlayış ve ilgi ve kendisine destek olan anne baba yardımıyla bu çağ kolay atlatılır.
Çocuklar aslında ilk başta her şeyi ilgi görmek adına yaparlar. İlgi görmek için yaptıkları bazı davranışlar görmezden gelinirse bu defa ikinci aşamaya geçerler ve güç gösterisinde bulunurlar. O da görmezden gelindiği takdirde intikam alma duygusuyla yaklaşmaya başlarlar. Bu artık karşıt gelme bozukluğunun kaçınılmaz olduğunu gösterir. Bu dönem evebeyniler tarafından çok iyi yönetilmelidir.
Gençlik çağı bütün istek ve arzuların en hararetli zamanıdır. Bu devir çok tepkisel bir devirdir. Bu çağı İslam’ın emir ve yasaklarına göre yaşamak büyük bir azim ister.
*İnsanların hayat-ı ictimâiyesine en kuvvetli medâr olan gençler, delikanlılar, şiddet-i galeyânda olan hissiyâtlarını ve ifrâtkâr bulunan nefis ve hevâlarını tecâvüzâttan ve zulümden ve tahrîbâttan durduran ve hayat-ı ictimâiyenin hüsn-ü cereyânını te’mîn eden, yalnız cehennem fikridir. Yoksa cehennem endişesi olmazsa, el-hükmü li’l-gālib kaidesiyle o sarhoş delikanlılar, hevesâtlarının peşinde bîçâre zayıflara, âcizlere dünyayı cehenneme çevireceklerdi. Ve yüksek insaniyeti, gāyet süflî bir hayvaniyete döndüreceklerdi. (G. REHBERİ)
Gençlik çağındaki tehlikelerden en önemlisi; kız erkek ilişkilerinin sınırını doğru çizememektir. İslamın koyduğu ölçülerin dışına çıkmaktır. Neticede cinsel dürtülerinin esiri olup, sefahat ve eğlence ile geçen bir hayatın içinde kaybolup gitmek, birçok gencin sonu olabilmektedir.
Bir toplumu ele geçirmek isteyenler onların ahlaki değerlerini bozmak için 2 şeye çok önem verirler. Birincisi toplumun gençleri, diğeri de aile yapısıdır. Özellikle de kızları, kadınları hedef kitle olarak ele alırlar, onların üzerinde etkili olacak çekici şeyler üretirler. Çünkü onlar duygusal varlıklardır, kolayca etki altına alınabilir, kandırılabilirler. Günümüzde “Radyo, Tv, ve İnternet” üçlüsü, bu iki grup üzerinde maalesef anne babaların tesirinden daha fazla etki alanları oluşturmaktadır. Bu konuda ilgi çekici bir nokta, seküler yaşamı tercih etmiş aileler ile mütedeyyin ailelerin de aynı dertten yakınmakta olmalarıdır.
*Bir zaman Eskişehir Hapishânesinin penceresinde oturmuştum, karşısında bulunan lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raks ederken onları o dünya cennetinde cehennem hûrileri hükmünde gördüm. Fakat birden elli sene sonraki vaz‘iyetleri bana göründü. Onların gülmeleri elîm ağlamaları sûretini aldı. Ondan bu gelen hakîkat inkişâf etti. Yani elli sene sonraki hâllerini ma‘nevî ve hayâlî bir sinema ile gördüm ki, o gülen altmış kızdan ellisi, kabirde azab çekiyorlar, toprak olmuşlar. Ve on tanesi, yetmiş yaşında çirkinleşmiş, herkesin nazar-ı nefretini celb ediyorlar. Ben de onlara ağladım. Fitne-i âhirzamanın mâhiyeti bana göründü ki: O fitnenin en dehşetlisi ve câzibedârı, kadınların yüzsüz yüzünden çıkıyor. İhtiyârı selb edip pervâne gibi sefâhet ateşine atıyor. Ve bir dakika hayat-ı dünyeviyeyi, senelerle hayat-ı bâkiyeye tercîh ettiriyor. Ben bir gün sokağa bakarken o fitnenin te’sîrli bir nümûnesini hissettim. Gençlere çok acıdım. Dedim: Bu bîçâreler, kendilerini bu mıknatıs gibi cezbedici fitnenin ateşinden kurtaramazlar. (G.REHBERİ)
Her ülkede gençler, menfi milliyetçilik adı verilen ırkçılık akımlarına kolayca kapılıyorlar. Avrupa bu akımları her milletin içine körükleyerek başta Osmanlı İmparatorluğu olmak üzere imparatorlukları, böldü, parçaladı ve yönetebileceği küçük ülkeler haline getirdiler. Aynı politikayı halen de ülkemiz üzerinde sürdürüyorlar.68 kuşağı gençlerini önce solcu -sağcı diye bölerek birbirine düşürdüler, sonra da ülkede ihtilallere zemin hazırlattılar. Bu konuda gençler çok uyanık olmalı, batılıların oyunlarına gelmemelidir. Tarih tekerrür ediyor, oyuncular değişiyor ama aynı oyunlar hep oynanıyor. Geçmişte Osmanlı döneminde Ermenileri kışkırtmışlardı, son kırk yıldır da bu ülkede Kürtleri kışkırtıyorlar.
*gençlerin gençlikleri eğer daimî olsaydı, menfi milliyetle onlara içirdiğiniz şarabın muvakkat bir menfaati, bir faydası olurdu. Fakat o gençliğin lezzetli sarhoşluğu, ihtiyarlıkla elemle ayılması ve o tatlı uykunun ihtiyarlık sabahında esefle uyanmasıyla, o şarabın humarı ve sıkıntısı onu çok ağlattıracak ve o lezzetli rüyanın zevalindeki elem ona çok hazin teessüf ettirecek. "Eyvah! Hem gençlik gitti, hem ömür gitti. Hem müflis olarak kabre gidiyorum. Keşke aklımı başıma alsaydım!" dedirecek.(MEKTUBAT, 29.Mektup)
*İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyesine ve dolayısıyla din-i İslâma zarar vermek için, gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesâtıyla sefahete sevk etmek için bir iki komite çalışıyormuş. (LEMALAR, 24.Lema)
Her ülkede gençleri kullanmak isteyen ideolojiler olur mesela Çarlık Rusya’da o imparatorluğu yıkmak için geçmişte de gençler kullanılmıştı. Orada başarılı oldular, aynı politikaları Dünya’nın başka ülkelerinde de uygulayarak Komünizm-Sosyalizm gibi ideolojileri yaydılar.
*Ve bilhassa şimalde koca bir devlet, gençlik hevesatını elde ederek bu asrı fırtınalarıyla sarsıyor. Çünkü âkıbeti görmeyen kör hissiyatla hareket eden gençlere, ehl-i namusun güzel kızlarını ve karılarını ibâhe eder. Belki hamamlarında erkek-kadın beraber çıplak olarak girmelerine izin vermeleri cihetinde bu fuhşiyatı teşvik eder. Hem, serseri ve fakir olanlara zenginlerin mallarını helâl eder ki, bütün beşer bu musibete karşı titriyor. (ŞUALAR, 14.Şua)
Gençlik dönemi, İslamiyet’in emir ve yasakları doğrultusunda yaşansa huzur ve mutluluk içinde geçer. Akıl ve kalp bu yolda kullanılsa, ibadet ve hayır işleriyle uğraşılsa, ebedi hayatı kazanma yolunda çok önemli adımlar atılmış olur. İffet ve takva içinde istikametle ilerlenir, taşkınlıklardan uzak durulur. Hem dünya hayatı kurtulur hem de ahiret. Aksine bir yaşam sürülse hem dünya hayatı hem de ebedi hayatı gam ve keder içinde geçecektir. Artık tercih, gencin kendisinindir.
*gençlik, eğer ehl-i kalb, ehl-i huzur ve aklı başında ve kalbi yerinde bulunan mü'minlerde olsa, ibadete ve hayrâta ve ticaret-i uhreviyeye sarf edilse, en kuvvetli bir vesile-i ticaret ve güzel ve şirin bir vasıta-i hayrattır. Ve o gençlik, vazife-i diniyesini bilip sû-i istimal etmeyenlere, kıymettar, zevkli bir nimet-i İlâhiyedir. Eğer istikamet, iffet, takvâ beraber olmazsa, çok tehlikeleri var; taşkınlıklarıyla saadet-i ebediyesini ve hayat-ı uhreviyesini zedeler. Belki hayat-ı dünyeviyesini de berbat eder. Belki bir iki sene gençlik zevkine bedel, ihtiyarlıkta çok seneler gam ve keder çeker.(LEMALAR, 26.Lema)
İnsanlar her yaşta hastalıklara yakalanabilirler, gençlik dönemi de bunlardan biridir. Böyle bir hastada Bediüzzaman’ın gözlemi, tespitleri ve ona önerileri ise şunlar olmuştur:
*Hangi hastalıklı genci gördüm; sair gençlere nispeten âhiretini düşünmeye başlıyor. Gençlik sarhoşluğu yok. Gaflet içindeki hayvânî hevesattan bir derece kendini kurtarıyor. Ben de bakıyordum, onların tahammül dahilindeki hastalıklarını bir ihsan-ı İlâhî olduğunu ihtar ederdim. Derdim ki:
"Kardeşim, senin bu hastalığının aleyhinde değilim. Hastalık için sana karşı bir şefkat hissedip acımıyorum ki, dua edeyim. Hastalık seni tam uyandırıncaya kadar sabra çalış. Ve hastalık vazifesini bitirdikten sonra, Hâlık-ı Rahîm inşaallah sana şifa verir."
Hem derdim: "Senin bir kısım emsalin sıhhat belâsıyla gaflete düşüp, namazı terk edip, kabri düşünmeyip, Allah'ı unutup, bir saatlik hayat-ı dünyeviyenin zâhirî keyfiyle hadsiz bir hayat-ı ebediyesini sarsar, zedeler, belki de harap eder. Sen hastalık gözüyle, herhalde gideceğin bir menzilin olan kabrini ve daha arkasında uhrevî menzilleri görürsün ve onlara göre davranıyorsun. Demek senin için hastalık bir sıhhattir; bir kısım emsalindeki sıhhat bir hastalıktır."( LEMALAR, 25.Lema)
Gençler arasında ahirete iman, yaptıklarının hesabını verecek olmalar ve Cehennem fikri, benimsenmiş olsa, hiçbir kötülüğün içine düşmezlerdi. Aksi durumda, hem dünyayı kendilerine zehir ederler hem de başkalarına.
*gençler, âhiret imanını kaybetseler ve Cehennem azabını tahattur etmezlerse, hayat-ı içtimaiyede, ehl-i namusun malı ve ırzı ve zayıf ve ihtiyarların rahatı ve haysiyeti tehlikede kalır.
Bazı, bir dakika lezzeti için bir mes’ut hanenin saadetini mahveder ve bu gibi, hapiste dört beş sene azap çeker, canavar bir hayvan hükmüne geçer. (11.ŞUA, 8.Mesele)
*Eğer iman-ı âhiret onun imdadına gelse, çabuk aklını başına alır. “Gerçi hükümet hafiyeleri beni görmüyorlar ve ben onlardan saklanabilirim. Fakat Cehennem gibi bir zindanı bulunan bir Padişah-ı Zülcelâlin melâikeleri beni görüyorlar ve fenalıklarımı kaydediyorlar. Ben başıboş değilim ve vazifedar bir yolcuyum. Ben de onlar gibi ihtiyar ve zayıf olacağım” diye, birden, zulmen tecavüz etmek istediği adamlara karşı bir şefkat, bir hürmet hissetmeye başlar. (11.ŞUA, 8.Mesele)
*Bir hadis-i şerif şöyle der:
*"Gençlerinizin hayırlısı ihtiyarlarınıza benzemeye çalışanlar; ihtiyarlarınızın kötüsü de gençlerinize benzemeye çalışanlardır." (MEKTUBAT, 23. Mektup)
Aslında dünyanın zevk ve mutluluğunu isteyen genç; meşru dairedeki zevklerle yetinse ona kafidir, yeter. Ama o, aç gözlülük yapar gayri meşru her zevk ve lezzeti tatmak, yaşamak isterse, o lezzetlerin içinde gizli binlerce elemi de birlikte yaşar. Dünyada, kabirde ve ahirette o gayri meşru lezzetlerin acıları, onun peşinden geleceklerdir.
*İşte ey hayat-ı dünyeviyenin zevkine mübtela ve endişe-i istikbal ile istikbalini ve hayatını temin için çabalayan bîçareler! Dünyanın lezzetini, zevkini, saadetini, rahatını isterseniz; meşrû dairedeki keyfe iktifa ediniz. O, keyfinize kâfidir. Haricinde ve gayr-ı meşrû dairedeki bir lezzetin içinde bin elem olduğunu sâbık beyanatta elbette anladınız. Eğer mazi, yani geçmiş zamanın hâdisatını, sinema ile halihazırda gösterdikleri gibi; istikbaldeki ahval dahi, meselâ elli sene sonraki halleri bir sinema ile gösterilse idi, ehl-i sefahet şimdiki güldüklerine yüzbinlerce nefrin ve nefret edip ağlayacaktılar. Dünya ve âhirette ebedî ve daimî süruru isteyen, îman dairesindeki terbiye-i Muhammediyeyi (A.S.M.) kendine rehber etmek gerektir. (SÖZLER, 13.Söz)
*Sizdeki gençlik katiyen gidecek. Eğer siz daire-i meşrûada kalmazsanız, o gençlik zâyi olup başınıza hem dünyada, hem kabirde, hem âhirette kendi lezzetinden çok ziyâde belâlar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i İslâmiye ile, o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak, iffet ve nâmusluluk ve tâatte sarf etseniz, o gençlik mânen bâkî kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebep olacak. (SÖZLER, 13.Söz)
Evet çocukluk dönemi geçtiği gibi gençlik dönemi de bir gün geçecek, hayat devam ederse ihtiyarlığın kapısından içeriye girilecektir. Gençlik; eğlence ve sefahatle geçmişse beraberinde getirdiği sıkıntıları yaşamak da kaçınılmaz olur. Hastanelerin bir kısım hastaları, hapisanelerin bir kısım tutukluları veya kabristanların bir kısım vaktinden önce gelen müşterileri, böyle gençlerin arasından ayrılıp gelmişlerdir.
*Elhâsıl: Gençlik gidecek. Sefâhette gitmiş ise, hem dünyada, hem âhirette binler belâ ve elemler netice verdiğini ve öyle gençler ekseriyetle sû-i istimâl ile, israfât ile gelen evhamlı hastalıkla hastahânelere ve taşkınlıklarıyla hapishânelere veya sefâlethânelere ve mânevî elemlerden gelen sıkıntılarla meyhânelere düşeceklerini anlamak isterseniz, hastahânelerden ve hapishânelerden ve kabristanlardan sorunuz. Elbette hastahânelerin ekseriyetle lisân-ı halinden, gençlik sâikasıyla israfât ve sû-i istimâlden gelen hastalıktan enînler, eyvahlar işittiğiniz gibi, hapishânelerden dahi, ekseriyetle gençliğin taşkınlık sâikasıyla gayr-i meşrû dairedeki harekâtın tokatlarını yiyen bedbaht gençlerin teessüflerini işiteceksiniz. Ve kabristanda ve mütemâdiyen oraya girenler için kapıları açılıp kapanan o âlem-i berzahta, ehl-i keşfe'l-kuburun müşâhedâtıyla ve bütün ehl-i hakikatin tasdikiyle ve şehâdetiyle, ekser azablar gençlik sû-i istimâlâtının neticesi olduğunu bileceksiniz. (SÖZLER, 13.Söz)
Evet gençlik bir nimettir, bunu iyi kullanmak lazımdır. Şükrünü yapmak, her gencin boynunun borcu olmalıdır. Yoksa hayatı karartan bir ok gibi gelir saplanır ve kimse de onu çıkaramaz.
Evet yol iki, bir doğru bir eğri, tercih herkesin kendi elindedir. Allah(C.C), gençleri ve hepimizi doğru yoldan ayırmasın, amin!
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.