Himmet UÇ
Zeki Alasya öldü
Zeki Alasya öldü, çevresindeki insanların ölüme bakış açıları elbetteki farklı ama hepimiz biriz. Kim kendini nasıl hissederse etsin, ölüm öyle bir matematiksel eşitliktir ki kabirde herkes aynı mahkemeye, aynı hakime hesap verir. Sizin ölümü algılayışınız, Allah’ı algılayışınız, ahiret karşısındaki tutumunuz ne olursa olsun kabirde herkes değişmez hakikatin karşısında boynu eğri, gözü yaşlıdır.
Kimseyi mahkeme yargıcı olup yargılamayalım, hepimiz ama hepimiz, ilahi yargının önünde birbirine benzer duygular tavırlar sergileyeceğiz. Kimisi şöyle diyecek: “Böyle olduğunu tahmin etmemiştim, ne kadar yanılmışım. Eyvah Allah’ım seni çok az hesaba katmışım, şimdi ben ne yapacağım. Kabrin arkası ne kadar vahşi sen yardım etmezsen ben yapabilirim ki. Sana biraz süremi vermişim aldanmışım, keşke daha çok verseydim, senin için kendim için daha çok gayret etseydim.”
Kosova’da ölen bir şehit akraban senin sorguna gözlemci olarak katılsa, ona mahkeme heyeti “bak bu adam senin ailenden” dese, “Bana yardım et ey aziz ata” dersin. Atan heyete bakar tutulacak, yardım edilecek bir durumu var mı? Hayır efendim neresini tutsan çürük tahta. Dünyada kendinizi hesaba çekin diyor ulular. “Ben bütün duygularımı ve meşguliyet alanlarını gözden geçirdim sağlam tarafım yok, ama ben kendimi çok sağlam telakki etmişim.“ Çürük tahta gibi yaşa, sağlam zannet kendini kabrin arkasında hakikat ortaya çıksın, neylersin o zaman.
Cahit Sıtkı ölüm karşısında, Allah hakkında farklı telakkileri olan yakın dönemin şairi. İnanmak ile inanmamak arasında gidip gelmiş. Allah’ı Beklerken şiirinde çaresizliğini iyi hissetmiş Allah’tan başka merci olmadığını görmüş.
Bediüzzaman bütün tarihi, edebiyatı, sanatı, dini, siyaseti gözden geçirmiş en önemli eksiğin farkına varmış. Dünyayı ve Allah’ı, ölümü, ahireti algılamadaki yanlışlıkları. Bu yüzden bütün mesaisini onları ikameye ayırmış. Şiiri alıyorum, hep itikad penceresinden baktığımız Allah’a garibanlar nasıl bakmış, Allah’ım kıyamette mi bu Bediüzzaman’ın fikirleri sınıflara girecek:
Allah’ı Beklerken
Bilirim ne yapsam hata
Yanlış attığım her adım
Ellerim elmadalında
Ademle Havva ecdadım
Belli ne birdir ne iki
Günahım başımdan aşkın
Yarab sen de bilirsin ki
Bir sen varsın bana yakın
Yaşaran gözlerime bak
Ben yalan söylemek bilmem
Herşeyim güneşe çıplak
Nedamet bende cehennem
Ben ne geceleyin yıldız
Ne kelebeğim gündüzün
Bana ben gibi riyasız
Yüzün gerek Yarab yüzün
Boş değil ettiğim niyaz
Halden bilmiyor kimseler
Dost mu düşman mı tanınmaz
Suda oynayan çehreler
Gitmekle bitmiyor umman
Suar azgın tekne delik
Ah bu dağlar, ah bu duman
Yolunu şaşırdı geyik
Gün yoktur geçsin tasasız
Geceler dersen kerbela
Sanırım her düşen yıldız
Göğsümden kopan vaveyla
Merhem tutmuyor yarada
Kırıldı kolum kanadım
Gençliğim gitti arada
Ah neden sonra anladım
Ben de senden gayri hasret
Değmez göz yaşı dökmeye
Meded büyük Allah meded
Kulunu saran geceye.
Cahit Sıtkı o kadar farklı duygular hisseder ki ulvi mesailde, varlık, Allah ve ahiret temalarında, şiirlerinin her satırında Bediüzzaman’ın ne kadar haklı bir mücadelede olduğunu gösterir. Bizimkiler edebiyat okumazlar, halbuki yanlış doğru bütün edebiyat algıları bizim doğruları sunmamız için bir sermaye. Gerek felsefe, gerek batı ve kendi edebiyatımız Bediüzzaman’ın meselelerinin edebiyata girmiş bahisleri.
Allah’a dayanmamanın şaşkınlığını şu şiirde anlatır:
Şaşırdım kaldım nasıl atsam adım
Gün kasvet gece kasvet
Bulutlar sisler içinde bunaldım
Gök mavisine hasret
Olmuyor seni düşünmemek Tanrım
Ummamak senden meded
Suyun dibine vardı ayaklarım
Suyun dibinde zulmet
Kalmadı ümidin soluk ve cılız
Işığında bereket
Ve ölüm kapımda kişner sabırsız
Bir at oldu nihayet
Sanatkarın Ölümü
Gitti gelmez bahar yeli
Şarkılar yarıda kaldı
Bütün bahçeler kilitli
Anahtar Tanrı’da kaldı
Geldi çattı en son ölmek
Ne bir yemiş ne bir çiçek
Yanıyor güneşte petek
Bütün bal arıda kaldı.
Dini bilinçli bir şekilde gündemden silenler ortaya Cahit Sıtkı gibi itikadlı bir ailede büyümüş ama daha sonra batı tesiri ile değerlerinin kaybetmiş ama değer aramaya düşmüş gariban tipler ortaya çıkmış.
Allah’a layıkı ile inanmayanların macerasıdır bu satırlar:
Çıngıraksız rehbersiz deve kervanı nasıl
İpekli mallarını kimseye göstermeden
Sonu gelmez kumlara uzanırsa muttasıl
Ömrüm öyle esrarlı geçecek ses vermeden.
Bu garip şair bütün şiir ömrü ölüm anskiyetesi içinde geçmiş hiç onun korkusundan kurtulamamış.
Neylersin ölüm herkesin başında
Uyudun uyanamadın olacak
Kimbilir nerde nasıl kaç yaşında
Bir namazlık saltanatın olacak
Taht misali o musalla taşında
Yunus Emre bölüm ölüm kaygılarına şöyle son verir
Ölümden ne korkarsın karkma edebi varsın.
Yirmi Dokuzuncu Lemadan ikinci bab şuaların sonundadır, zehir panzehiri bir arada verir.
Beşinci nokta ”insan şu mevcudatta kendisine düşman ve ecnebi tevehhüm ettiği veya ölüler yetimler gibi hayatsız perişan vehmettiği şeyleri nur-ı iman, ahbab ve kardeş sıfatı ile gösterir ve hayattar tesbihhan şeklinde irae eder. Yani gafletle bakan adam alemin mevcudatını düşman gibi muzır telakki ederek tevahhuş eder. Eşyayı ecnebiler gibi görür. Çünkü dalalet nazarında mazi ve istikbal zamanlarındaki eşya arasında uhuvvet kardeşlik rabıtası ve bağlanış yoktur. Ancak zamanı halde eşya arasında küçük cüzi bir alaka olur. Binaenaleyh ehli dalaletin yekdiğerine olan uhuvvetleri binler senelik uzun bir zamanda bir dakika kadar kısadır.“ (Ş, 754)
Siyaset ve ırkçı bakışlar Bediüzzaman’ı dar bir daireye hapsetti, biz onu herkese açamadık, halbuki Üstad ”ekmek su gibi“ diyor eserlerine. Hani evlerin önüne damacanalar ile su poşet ile ekmek konur ya işte öyle bir ihtiyaç. Bakkalla müşteriler küskün mal ortada kalmış. Müşteriler susuz, bakkal kaygısız ne yapsam bilmem ki…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.