Dr. Selçuk ESKİÇUBUK
Bediüzzaman’ın penceresinden 'gıybet' nedir?
Bediüzzaman’ın penceresinden ‘İnsanların arkasından konuşmak (Gıybet etmek)’ nedir?
‘’Müminin sükûtunun tefekkür, konuşmasının ise hikmet olması gerekir.” (Hadisi şerif )
Gıybet; düşünce veya fiilindeki yanlışından dolayı bir şahsa karşı yönelik olumsuz sözler söylemektir. Bugün dünyanın her yerinde insanlar dedikodu yapmakta, en yakınlarının arkasından konuşmaktadır. Bu çok yakışıksız bir iş, bir ikiyüzlülüktür. Bu hastalıktan insanlar kendini alıkoymalıdır. Benlik duygusu gelişmemiş veya kendi benlik sınırını kuramamış kişiler yüz yüzeyken insanlara dostluk gösterip arkadan konuşma alışkanlığını çok sık gösterirler.
İnsanlar ya hikmetli ve iyi şeyler söylemeli ya da dinlemeli veya tefekkür etmelidir. Ancak bir kişinin şahsını hedef almaksızın sözüne veya yaptığı işlere “eleştirel bakış”, yanlışlığını veya eksikliğini ifade etmek İslamın anlattığı “gıybet” kapsamında değildir. Bir fikrin veya eylemin eleştirisine gıybet diyerek engellemek, onu mahkûm etmeye çalışmak da doğru değildir.
*Her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktıysa kalbde saklayınız. Bakır çıktıysa, çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz. (MÜNAZARAT)
Birinin arkasından konuşmak aklen, kalben, vicdanen, insanlık açısından, doğuştan ve milliyet açısından kötü bir davranıştır. Öldürme gibi bir günahtır. Toplum için öldürücü zehirden daha da tehlikelidir. Kur’an bunun, ölü kardeşinin etini yemek kadar çirkin olduğunu söylüyor. Ama insanlar yine de gıybet etmekten kendilerini alıkoyamıyorlar. Çünkü gıybet eden de ondan lezzet alır, onu dinleyen de. O, zehirli bir tatlı gibidir. Gıybetin ne kadar çirkin bir davranış ve günah olduğunu bildiği halde yinede gıybeti etmeyi adet haline getirenler, ne kadar da büyük bir zarar içindedirler.
*Zem ve gıybet, aklen ve kalben ve insaniyeten ve vicdanen ve fıtraten ve milliyeten mezmumdur . (MEKTUBAT, 22.Mektup)
* zemm ve gıybet aklen, kalben ve insaniyeten ve vicdânen ve fıtraten ve asabiyeten ve milliyeten mezmumdur. (SÖZLER, 25.Söz)
*gıybette öyle bir ferd bulunur ki, katl gibi bir zehr-i kâtilden daha muzırdır. (SÖZLER, 24.Söz)
*akıl, kalb, vicdan, insaniyet, rikkat-i cinsiye, tabiat, şeriat nazarında gıybet merduttur, matruddur. (H.ŞAMİYE)
Gündüz uyanıkken söylediğin bir söz sana rüyanda yediğin güzel bir elma şeklinde görünür. Gündüz söylediğin çirkin bir sözü de acı bir lokma suretinde rüyada yutarsın. Birisinin arkasından konuşsan bozuk bir et yemeği olarak sana rüyanda yedirilir. Öyleyse şu dünya uykusunda söylediğin güzel veya çirkin sözlerin de sana ahrette yedirilecek. Sakın bunu aklından çıkarma.
*sen gündüz uyanık iken güzel bir söz söylersin; bâzan rüyâda güzel bir elma şeklinde yersin. Gündüz çirkin bir sözün, gecede acı bir şey sûretinde yutarsın. Bir gıybet etsen, murdar bir et sûretinde sana yedirirler. Öyle ise, şu dünya uykusunda söylediğin güzel sözlerin ve çirkin sözlerin, meyveler sûretinde uyanık âlemi olan âlem-i âhirette yersin ve yemesini istib'âd etmemelisin. (SÖZLER, 31.Söz)
Birinin ardından konuşmak inatçılık, düşmanlık ve kıskançlık duyguları olan kişilerin başvurdukları bir silahtır. Şahsiyetleri gelişmiş insanlar böyle bir silaha tenezzül etmezler. Düşmanımın bile arkasından konuşarak ona ceza vermek gibi şeyi nefsime yakıştıramam ve ona tenezzül etmem denilmelidir. Çünkü gıybet zayıf aşağılık kimselerin silahıdır diye düşünülmelidir.
Günümüzde psikolojide, dedikodu ve söylenti gençlik döneminden başlayarak bazı insanların şiddet uygulama biçimi olarak kabul ediliyor. Gıybet eden kişiler içindeki düşmanlık, kıskançlık duygularını ve korkularını dedikoduya dökerler. Dedikodu yapan kişiler, aslında onunla beslenir, kendisinde eksik gördüğü veya zayıf olduğunu düşündüğü noktaları gıybetle tedavi etmeye(!) çalışırlar.
*Gıybet, ehl-i adâvet ve haset ve inadın en çok istimal ettikleri alçak bir silâhtır. İzzet-i nefis sahibi, bu pis silâha tenezzül edip istimal etmez. Nasıl meşhur bir zat demiş: "Düşmanıma gıybetle ceza vermekten nefsimi yüksek tutuyorum ve tenezzül etmiyorum. Çünkü gıybet, zayıf ve zelil ve aşağıların silâhıdır." (MEKTUBAT, 22.Mektup)
Gıybet odur ki arkasından konuşulan kişi o sözleri duysaydı küsüp darılacaktır. Eğer bunlar doğrudur dese işte gıybettir. Yalan dese hem gıybet hem iftiradır. Bu ise çifte günahtır.
*Gıybet odur ki, gıybet edilen adam hazır olsaydı ve işitseydi, kerahet edip darılacaktı. Eğer doğru dese, zaten gıybettir. Eğer yalan dese, hem gıybet, hem iftiradır; iki katlı çirkin bir günahtır. (MEKTUBAT, 22.Mektup)
Bir kişi hakkında yapılan gıybetin en kötüsü, en çirkini ve en zalimane olanı bir erkeğe veya kadına olayı gözüyle gören 4 şahit gösteremeden zina iftirası atmaktır. İslam tarihinde Hz. Ayşe validemize böyle bir iftira atılmış ve bunun üzerine ayet inmişti. Böyle iftira atıp gıybet edenlerin bundan sonraki hayatlarında şahitlikleri İslam hukukunda asla kabul edilmez.
*Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?” (Hucurât Sûresi.12)
Gıybet şu âyetin kat’î hükmüyle nazar-ı Kur’ân’da gayet menfur ve ehl-i gıybet, gayet fena ve alçaktırlar. Gıybetin en fena ve en şenîi ve en zâlimâne kısmı, kazf-i muhsanât nev’idir. Yani, gözüyle görmüş dört şahidi gösteremeyen bir insan, bir erkek veya kadın hakkında zinâ isnat etmek, en şenî bir günah-ı kebâir ve en zâlimâne bir cinayettir, hayat-ı içtimâiye-i ehl-i imanı zehirlendirir bir hıyanettir, mesut bir ailenin hayatını mahveden bir gadirdir.
Evet, Sûre-i Nur bu hakikati o kadar şiddetle göstermiş ki, vicdan sahibini titretiyor ve tüylerini ürperttiriyor.
“Onu işittiğinizde, ‘Bunu söylemek bize yakışmaz. Hâşâ, bu büyük bir iftiradır’ demeniz gerekmez miydi?” (Nur Sûresi.16) şiddetle ferman ediyor ve diyor ki: Gözüyle görmüş dört şahidi gösteremeyen, merdûdü’ş-şehadettir; ebedî şehadetlerini kabul etmeyiniz. Çünkü yalancıdırlar. Acaba böyle kazfe cesaret eden hangi adam var ki, gözüyle görmüş dört şahidi gösterebilir? Kur’ân-ı Hakîm bu şartı koşturmakla, “Böyle şeylerde şakk-ı şefe etmeyiniz, bu kapıyı kapayınız demektir.”
“İman edenler arasında çirkin söz ve hareketlerin yayılmasından hoşlananlar...” (Nur Sûresi.19) tehdidiyle, öyleleri münafık gibi ehl-i imanın hayat-ı içtimâiyelerini böyle işâalarla ifsad ediyorlar, ifade ediyor.
Ve bilhassa böyle gıybet ehl-i namus ve ehl-i haysiyet hakkında olsa ve bilhassa ehl-i ilim hakkında olsa ve bilhassa akıldan hariç bir tarzda olsa...
Meselâ, namuslu bir zât, kendi gayet yakışıklı, bir cihetle mükemmel ve ailesine kemâl-i itimadı olduğu halde, hiçbir cihetle ona mukabil gelemeyen ve onun hizmetkârı hükmünde ve ona nispeten çirkince bir insan ve dünyada onların içtimâını hiçbir fıtrat ve vicdan kabul etmediği bir surette, o biçare ailesini o suretle gıybet etmek, bu nevi gıybetin en şenîidir.
Böyle eşne’ gıybetin sebebi, olsa olsa, insanın dest-i ihtiyarında olmayan bir muhabbet vasıtasıyla, yine kadınların kıskançlığından ve habbeyi kubbe görüp ve kendi iffetini göstermekle başkasını ittiham etmek nev’inden bu nevi şayialar meydan alıyorlar. Bu işâadan tevbe etsinler; yoksa kahr-ı İlâhî gelmesi kaviyen memuldür. Öyle iftira edenler, böyle iftiraya maruz kalacakları, cezâ-yı amelleri olmak ihtimalini düşünsünler! (BARLA LAHİKASI)
Gıybet birkaç yerde geçerli olabilir.
1-Hakkını almak için, yetkili bir kişiye müracaat ederek haksızlık yapandan şikâyetçi olmak için onun arkasından konuşulabilir.
2- Bir kişi hakkında onun fikrine danışan birine karşı, bildiklerini o kişiye anlatmak ve onu bir zarardan kurtarmak için olabilir.
3-Bir kişiye hakaret ve alçak görme kasdı olmaksızın o kişnin özelliklerinden bahsedilebilir. Örneğin “O topal ve serseri adam filan yere gitti” diye söylenebilir.
4- Arkasından konuşulan kişi açıktan günah işliyor, bununla övünüyor, yaptığı kötülüklerden sıkılmıyor, onlardan zevk duyuyor ve sıkılmadan aynı şeyleri yapmaya devem ediyorsa, bunun arkasından da konuşmakta bir sakınca yoktur.
Ancak böyle durumlarda gıybet etmek erdemsiz bir davranış değildir. Yoksa ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi, gıybet kişinin güzel amellerini yer bitirir. Eğer gıybet ettin veya başkasının hakkında yapılan gıybeti dinlediysen o kişiden hakkını helal etmesini istemelisin.
Gıybet, mahsus birkaç maddede caiz olabilir:
Birisi: Şekvâ suretinde bir vazifedar adama der, tâ yardım edip o münkeri, o kabahati ondan izale etsin ve hakkını ondan alsın.
Birisi de: Bir adam onunla teşrik-i mesai etmek ister, seninle meşveret eder. Sen de, sırf maslahat için, garazsız olarak, meşveretin hakkını edâ etmek için desen: "Onunla teşrik-i mesai etme. Çünkü zarar göreceksin."
Birisi de: Maksadı tahkir ve teşhir değil, belki maksadı tarif ve tanıttırmak için dese: "O topal ve serseri adam filân yere gitti."
Birisi de: O gıybet edilen adam fâsık-ı mütecahirdir. Yani fenalıktan sıkılmıyor, belki işlediği seyyiatla iftihar ediyor, zulmüyle telezzüz ediyor, sıkılmayarak âşikâre bir surette işliyor.
İşte bu mahsus maddelerde, garazsız ve sırf hak ve maslahat için gıybet caiz olabilir. Yoksa, gıybet, nasıl ateş odunu yer, bitirir; gıybet dahi a'mâl-i salihayı yer, bitirir.
Eğer gıybet etti veyahut isteyerek dinledi; o vakit -Allahım, bizi ve gıybetini ettiğimiz zâtı mağfiret et- demeli, sonra gıybet edilen adama ne vakit rast gelse, "Beni helâl et" demeli.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.