Dr. Selçuk ESKİÇUBUK
Bediüzzaman’ın penceresinden “İçimizdeki duygular ve güçler”
İnsan vücudunun organlar ve uzuvları dışında bir de duygusal yönü olduğunu herkes kabul etmektedir. Duyguların ne olduğuna ve işlevlerine, tarihte ilk önce felsefeciler el atmışlar, kendilerine göre tarif ede gelmişlerdir. Din bilginlerinin de bu konuda söyleyecek sözleri olmuştur. Daha sonraları ise duygular Psikolojinin ve Psikiyatrinin alanına taşınmıştır.
İnsan cirmiyle küçüktür; ama başta ruh, kalp, akıl ve irade olmak üzere bunca duygu zenginlikleriyle dünyadan ve kâinattan da büyüktür. İnsan her şeye anlam yüklediği sürece insandır. İnsanın iç dünyası kâinatın derinlikleri kadar uçsuz bucaksızdır. Belki de girift ve karmaşık bir kitaptır. Erkek ve kadın farklı yaratıldığı gibi her birey de birbirinden farklı yaratılmıştır.
*insan yalnız cesedden ibaret değil. Cesedi beslemek için; kalb, dil, akıl, dimağ koparılıp o cesede yedirilmez. Onlar imha edilmez. Onlar da idare ister. (LEMALAR, 22. Lema)
İnsan şu evrendeki birçok şeyi içinde barındıran geniş fihristedir. İnsan kalp gözüyle âlemin manevi bir haritasını çıkarabilir. İnsan beyni ise sayısız telsiz telgraf ve telefon santrali gibi çalışır. Sayısız fenler ve ilimler onun evrenin manevi bir merkezi olduğunu gösteriyor. İnsanın mahiyetine konmuş olan kalp gözü de evrenin sayısız hakikatlerine bir çekirdek olmuştur.
* Evet, şu kâinatta insan bir fihriste-i câmia olduğundan, insanın kalbi binler Âlemin harita-i mâneviyesi hükmündedir. Evet, insanın kafasındaki dimağı, hadsiz telsiz telgraf ve telefonların santral denilen merkezi misilli, kâinatın bir nevi merkez-i mânevîsi olduğunu gösteren hadsiz fünun ve ulûm-u beşeriye olduğu gibi, insanın mahiyetindeki kalbi dahi, hadsiz hakaik-i kâinatın mazharı, medarı, çekirdeği olduğunu, had ve hesaba gelmeyen ehl-i velâyetin yazdıkları milyonlarla nuranî kitaplar gösteriyorlar.
İşte, madem kalp ve dimağ-ı insanî bu merkezdedir; çekirdek hâletinde bir şecere-i azîmenin cihazatını tazammun eder ve ebedî, uhrevî, haşmetli bir makinenin Âletleri ve çarkları içinde derc edilmiştir. Elbette ve herhâlde, o kalbin Fâtırı, o kalbi işlettirmesini ve bilkuvve tavırdan bilfiil vaziyetine çıkarmasını ve inkişafını ve hareketini irade etmiş ki, öyle yapmış. Madem irade etmiş; elbette o kalp dahi akıl gibi işleyecek. (MEKTUBAT, 29. Mektup, Telvihat-ı Tis’a)
William James şöyle diyor:” Duygular olmadan yasamı canlandırabilmek olanaksızdır. Bir an tüm duygularınızdan aniden sıyrılıverdiğinizi varsayın. Dünya simdi umutlarınızla, kaygılarınızla, sevdiklerinizle, sevmediklerinizle değil; olduğu gibi, hiçbir kişisel değerlendirmeniz olmaksızın yaşanacaktır. Evrenin hiç bir köşesinin sizin için bir diğerinden farkı olmayacaktır. Başınızdan geçen tüm olaylar, içinde yer alan tüm nesnelerin artık birbirine herhangi bir üstünlüğü, tercih edilebilirliği, özelliği, ifade biçimi olmayacaktır. Duygusuz kalmanın yasamı ne kadar anlamsız ve sıkıcı hale getirebileceğini tasavvur etmek bile ne kadar sıkıcıdır”.
Allah, insanı doğuştan her şeye ilgili yaratmıştır. Onun küçücük bedeni içine de sonsuz rahmetinin her çeşidini tanımak, tartmak için sınırsız sayıda ölçü aletleri koymuştur. Allah’ın güzel isimlerinin sayısız gizli hazinelerini anlamak için hudutsuz cihaz ve aletler vermiştir. İnsandaki bu duygular işitilen, görülen ve yenilen şeyleri içine alan bir dünyadır. Yaratıcının sınırsız sıfat ve çok geniş eylemlerini anlamak için verilmişlerdir. Duygular hakkında doğru bilgilenme, bilinçlenme ve onların doğru yönlerde kullanılması gereklidir.
Kur’an insanın yaratılışına ait özelliklerini Rum suresi 30. Ayette şöyle anlatır:
“(Resûlüm!) Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler”.
*İnsanın fıtraten malik olduğu camiiyetin acaibindendir ki: Sani-i Hakim şu küçük cisimde gayr-ı mahdut enva-ı rahmeti tartmak için gayr-ı madut mizanlar vaz etmiştir. Ve Esma-i Hüsnanın gayr-ı mütenahi mahfi definelerini fehmetmek için, gayr-ı mahsur cihazat ve alat yaratmıştır. Mesela, mesmüat, mubsırat, me'külat alemlerini ihata eden insandaki duygular, Saniin sıfat-ı mutlakasını ve geniş şuünatını fehmetmek içindir. (M. NURİYE)
Günümüzde duyguları 2, 4, 8’ e kadar sınıflara ayıranlar vardır. Psikologların üzerinde tam anlaştığı bir sınıflama da henüz yoktur. Herkes kendi anlayışına göre ayırım yapmış ve duygular hakkında söz söylemiştir.
İnsanda binlerce duygu bulunsa da Felsefeciler, İlim adamları, tarikat ehli ve hatta halk arasında 10 tanesi en çok bilinir. Hatta bazıları beşine dış duygular, beşine de iç duygular adını vererek sınıflandırmışlardır. Bu on duyguya Bediüzzaman da 3 tane daha ilave eder. Onlara saika, şahika ve hiss-i kablelvuku adlarını verir.
İmam-ı Rabbani(1564-1624), 10 tane hoş duygudan, Kalp, Cenâb-ı Hakk`ın isim ve sıfatlarına ait gizli hakikatlerin göründüğü sır duygusu, ruh, hafi ve ahfa gibi duygulardan bahseder.
İnsanda 4 unsurdan her birine karşılık gelecek manevi duyguları, seyr-i sülûk denilen manevi terbiye yolunda yükselirken her mertebede bu duyguların gelişmesinden ve durumlarından kısaca bahsetmiştir.
*Letâif-i aşere, İmam-ı Rabbânî kalb, ruh, sır, hafî, ahfâ, insanda anâsır-ı erbaanın herbir unsurdan o unsura münasip bir lâtife-i insaniye tâbir ederek, seyr-i sülûkta her mertebede bir lâtifenin terakkiyatı ve ahvâlinden icmâlen bahsetmiştir (BARLA LAHİKASI)
İnsanın geniş mahiyetinin içine konulan ve hayatının özelliklerinden olan çok sayıda duygular vardır. Bu duygulardan 10 tanesini herkes bilir. Felsefecilerle Kur’an’ı sözlerindeki anlamlarına bakarak yorumlayan ilim adamları da bu 10 duyguyu sınıflandırmışlardır. 10 duygunun pencereleri veya örnekleri olarak, beş duyu ve kalbe bağlı görünmeyen 5 duygu diye adlandırarak kendilerine uygun başka bir tanımlama yapmışlardır.
*insanın mahiyet-i câmiasında ve istidad-ı hayatiyesinde çok letâif var; onlardan on tanesi iştihar etmiş. Hattâ hükemâ ve ulemâ-yı zahirî dahi, o letâif-i aşerenin pencereleri veyahut nümuneleri olan havass-ı hamse-i zahirî, havass-ı hamse-i bâtına diye, o letâif-i aşereyi başka bir surette hikmetlerine esas tutmuşlar.
Halk arasında olsun ilim dünyasında olsun bilinen bu 10 duygu Tarikat ehlinin kabul ettiği 10 duyguyla da örtüşür. Mesela vicdan, asab, his, akıl, nefsi arzular, cinsel duygular, hiddet, öfke ve saldırganlık duygusu gibi duygulara, kalb, ruh ve sır ilave edilse bu 10 duyguyu başka şekilde de anlatmak mümkündür. Daha bu duygulardan başka ilahi sevk ve istekli olma gibi duygular ile 6. His gibi duygular da katılsa yine 10 duygu başka bir biçimde ifade edilmiş olur.
*Hattâ avâm ve havas beyninde teâruf etmiş olan insanın letâif-i aşeresi, ehl-i tarikin letâif-i aşeresiyle münasebettardır. Meselâ vicdan, âsab, his, akıl, hevâ, kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye gibi letâifi, kalb, ruh ve sırra ilâve edilse letâif-i aşereyi başka bir surette gösterir. Daha bu letâiften başka sâika, şâika ve hiss-i kablelvuku gibi çok letâif var (LEMALAR, 16. Lema)
Görme, işitme ve tat alma duyuları olduğu gibi bir de 6. his ve yıldırım gibi hızlı, 7. Bir his vardır. İçten gelen o ilahi sevk ve istekler yalan söylemezler. Yanlış yolda gitmezler.
*Hiss-i samia, basıra, zaika olduğu gibi, bir hiss-i sadise-i sadıka olan saika vardır. Hem bir hiss-i sabia-i barika olan şaika var. O şevk ve sevk yalan söylemez. Yanlış gidemez. (M. NURİYE)
*İnsanın meşhur havassından başka havassı vardır. Zaika gibi bir hiss-i saika, hem bir hiss-i şaika vardır. Hem insanda gayr-ı meş'ur hisler çoktur. (H. ŞAMİYE)
*Ben kendimce görüyorum ki, insanın mahiyet-i câmiasında ve istidad-ı hayatiyesinde çok letâif var; onlardan on tanesi iştihar etmiş. Hattâ hükemâ ve ulemâ-yı zahirî dahi, o letâif-i aşerenin pencereleri veyahut nümuneleri olan havass-ı hamse-i zahirî, havass-ı hamse-i bâtına diye, o letâif-i aşereyi başka bir surette hikmetlerine esas tutmuşlar. Hattâ avâm ve havas beyninde teâruf etmiş olan insanın letâif-i aşeresi, ehl-i tarikin letâif-i aşeresiyle münasebettardır. Meselâ vicdan, âsab, his, akıl, hevâ, kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye gibi letâifi, kalb, ruh ve sırra ilâve edilse letâif-i aşereyi başka bir surette gösterir. Daha bu letâiften başka sâika, şâika ve hiss-i kablelvuku gibi çok letâif var. (B. LAHİKASI)
*hayvanın aksine olarak, kuvâ ve meyilleri fıtraten tahdit edilmemiş; meyl-i zulüm hadsizdir. (SÜNÜHAT)
İnsan hem maddi hem de manevi güzellikleri görebilecek bir varlıktır. Her bir organın göreceği, anlayacağı, tadacağı veya hissedeceği güzellikler ayrı ayrıdır.
*Malûmdur ki; herşeyin hüsnü, kendine göredir, hem binler tarzda bulunur ve nevilerin ihtilafı gibi güzellikleri de ayrı ayrıdır. Meselâ; göz ile hissedilen bir güzellik, kulak ile hissedilen bir hüsün bir olmaması ve akıl ile fehmedilen bir hüsn-ü aklî, ağız ile zevkedilen bir hüsn-ü taam bir olmadığı gibi.. kalb, ruh vesair zahirî ve bâtınî duyguların istihsan ettikleri ve güzel hissettikleri güzellikler, onların ihtilafı gibi muhteliftir. Meselâ: İmanın güzelliği ve hakikatın güzelliği ve nurun hüsnü ve çiçeğin hüsnü ve ruhun cemali ve suretin cemali ve şefkatin güzelliği ve adaletin güzelliği ve merhametin hüsnü ve hikmetin hüsnü ayrı ayrı oldukları gibi, Cemil-i Zülcelal'in nihayet derecede güzel olan esma-i hüsnasının güzellikleri dahi ayrı ayrı olduğundan, mevcudatta bulunan hüsünler ayrı ayrı düşmüş. (ŞUALAR, 4. Şua )
İnsan bedeni, değişim, dönüşüm ve felaketlerle karşı karşıya kalan ve ihtiyaç içinde olan bir yapıdadır. Bu bedende ruhun yaşayabilmesi için içine 3 kuvvet ve güç konmuştur.
Birincisi menfaatleri kendine çeken ve cezbeden hayvani duygulardır(cinsellik, yeme içme gibi). İkincisi zararlı şeyleri kendinden uzaklaştıran öfke, kızgınlık, hiddet ve şiddet duygusu gibi duygulardır. Üçüncüsü ise, fayda ve zararı, iyi ve kötüyü birbirinden ayıran akıl gücüdür.
* Tagayyür, inkılap ve felaketlere maruz ve muhtaç şu insan bedeninde iskan edilen ruhun yaşayabilmesi için üç kuvvet ihdas edilmiştir. Bu kuvvetlerin, birincisi, menfaatleri celp ve cezb için kuvve-i şeheviye-i behimiye, ikincisi, zararlı şeyleri def için kuvve-i sebuiye-i gadabiye, üçüncüsü, nef' ve zararı, iyi ve kötüyü birbirinden temyiz için kuvve-i akliye-i melekiyedir (İ. İCAZ, Besmele ve Fatiha suresini tefsiri)
Duygular insanın dışarıdaki yaşam ile içerideki yaşam arasındaki bağlarını kurar. Onların tümü insanın ruhuyla birer kanalıdır.
Duygular vardır içimizde çekirdek gibi, zamanla büyür ağaç olur, çiçek açar ve etrafa güzellikler saçar. Sevgi, yardım severlik ve dostluk gibi.
Duygular vardır vahşi ata benzer, doludizgin gelir ki dizginleri ele alıp kontrol etmek gerekir. Düşmanlık, öfke, kin, nefret ve kıskançlık gibi.
Duygular bazen şiddetli bir rüzgâr, bazen tutkuya dönüşüp fırtına olurlar. Akıl ise; kalbin duygularını kontrol edebilecek bir güç, bir kuvvettir. Duygular kontrol edilebildiği, insana zarar verici boyutlardan uzaklaştırabildiği oranda, insanın derecesi meleklerin de üstüne çıkar. Sermayeyi kaybetmeden kâra çevirmektir marifet. Atom bombası gibi düşüp etrafı harap etmeden, nükleer santrale çevirip faydalı hale getirmektir insana düşen. Aksi durumda o, Yaratıcının nazarında hayvandan aşağıya düşecektir.
İç huzurun anahtarı; duyguların dengede olması ve aşırılıklardan uzak durmasıdır. İç dünyamızın kontrolü tamamen elimizdedir. İç dünyamız, duygu dünyamız, görülmeyen o engin âlem bizimdir; gafletimizden yararlananların dışında kimse oraya nüfuz edemez. Biz de namahremlerin oraya girmesine müsaade etmemeliyiz.
Sevgi, şefkat, merhamet, acımak, aşk, ölümsüzlük isteği, sabır, merak, ” ben” duygusu, Allah sevgisi ve korkusu, Ümit, Hayal 6. his, alçak gönüllülük, hayret, vicdan, utanma, zevk alma, mutluluk, heyecan, yalan söylememek, doğruluk, sadakat, dostluk, hayranlık, kendi kusurunu görmek, kötülüğe karşı iyilikte bulunmak, bağışlayıcılık, cesaret, empati, tevekkül gibi daha yüzlerce olumlu duygularımız vardır. Bunlar bir sarayın kapılarına benzer, yani gönül sarayının kapıları çoktur, buralardan da odalara girilir. Bu odaların da birbirine açılan kapıları vardır.
Ama bunun yanında düşmanlık, hırs, kin, hased, öfke, elem, keder, pişmanlık, suçluluk, umutsuzluk, yalnızlık, korku, kaygı, tasa, kuruntu, şüphe, kıskançlık, yalancılık, açgözlülük, inatçılık, tarafgirlik, gıybet(arkadan konuşmak), şöhret olma isteği, beğenilmek, kendini beğenmek, kaygılı olmak, can sıkıntısı gibi yüzlerce de olumsuz duygularımız vardır. Birçok duygu birleşerek aynı anda yaşanabilir. Örneğin kıskançlık; öfke, üzüntü ve korkunun bileşimi olarak yaşanır.
Bazı psikologlar; gençlerdeki kibir, öfke, kıskançlık, tembellik, oburluk, şehvet ve açgözlülük duygularına “7 ölümcül günah” adını verir. Bunlar Narsizmin belirtileridir.
Olumlu duygular da olumsuz duygularda birbirini besler. Olumlu duygular çoğaldıkça olumsuzlar azalır, denge kurulur. Olumsuz duygular çoğaldıkça çatışma çıkar ve bunalı doğar. Kişi hem kendisine hem de başkalarına ve çevreye zarar verir.
İnsan içindeki tüm duyguları kullanmalı ama duygularının esiri olup yanlış yollara sapmamalıdır. Bu duygular kullanılacaktır ama nasıl? İşte insan bunu öğrenmelidir.
İnsan duygularını terbiye ettiği sürece mutlu olur, yoksa çatışma ve bunalım çıkar. Bu durumundan hem kendisi rahatsız olur hem de yakın uzak çevresindekiler. Kontrol edemediği duygular, başına bela açar.
Göz bakar, kulak işitir, akıl düşünür fakat bu üçünün bir de duygusal yönü vardır. İnsan gördüğü güzellikler karşısında duygulanır, gördüğü kötülüklerden nefret eder. Dinlediği musikiden mest olur, işittiği kötü laflardan içi sıkılır. İnce düşünceli insanlardan hoşlanır, aklını kötü yerlerde kullananlara üzülür.
Allah; insanlara giydirdiği vücudu göz, kulak, kalb gibi nurani duygu ve güçlerle süsler, sanatının nakışlarını göstermek için insanı bir halden bir hale koyar, geliştirir. Bazen akıl görmez, keskin kalp sahibi ve duyguları gelişmiş insanlar bu gerçeği kalben hissederler. Akıl, delil arar, her bir şeyi tartamaz. Başta akıl ve kalp olmak üzere bütün duygular, tevhide giden yolda birleşmedikçe, ne içte ne dışta kavga ve gürültülerden kurtulamaz.
*göz, kulak, akıl, kalb gibi nuranî duygularla murassâ olarak giydirdiği cisim gömleğini, Esmâ-i Hüsnâsının nakışlarını göstermek için, çok hâlât içinde seni çevirir ve çok vaziyetlerde seni değiştirir. (LEMALAR, 25. Lema)
*akılları görmese de umumunun keskin kalbleri görmüş (K. LAHİKASI)
*Aklın şe'ni bürhan üzerine gitmektir. Evet, akıl herbir şeyi tartamaz; (MUHAKEMAT)
*akılları gözlerinde olan avâma ders veren fiildir. (MÜNAZARAT)
İnsan yaratılış ağacının bir meyvesidir. Meyve, ağacın en uzağında, yüzü dış dünyaya dönük ve ağacın bütün özelliklerini içinde taşırken insan kalbi de bu yönüyle meyveye benzer, onun kişilik özelliklerini, duygusal yönünü ve manevi yapısını taşıyan bir çekirdek gibidir. Bu haliyle insan yüzünü birçok şeye dönmüş, dünyaya bakan ve yok olmaya mahkûm bir varlıktır. Ama kulluk içindeki insan, yüzünü yokluktan ebediyete, halktan Allah’a, çoktan tek Yaratıcıya ve sondan tekrar en başa çevirir ve onu Rabbine kavuşturan bir bağ kurar. Başlangıç ile son arasında yani sebeple netice arasında onu Yaratıcıya götüren bir bağlılık noktası bulur.
*insan, şecere-i hilkatin meyvesi olduğundan, meyve gibi en uzak ve en câmi' ve umuma bakar ve umumun cihetü'l-vahdetini içinde saklar bir kalb çekirdeğini taşıyan ve yüzü kesrete, fenâya, dünyaya bakan bir mahlûktur. Ubûdiyet ise, onun yüzünü fenâdan bekâya, halktan Hakka, kesretten vahdete, müntehâdan mebde'ye çeviren bir hayt-ı vuslat, yahut mebde' ve müntehâ ortasında bir nokta-i ittisâldir. (SÖZLER, 24. Söz)
İnsan evrende bulunan her şeyi içinde bulunduran bir fihristedir. İnsanın kalbi ise evrenin manevi haritası ve çekirdeğidir. İnsanın başındaki beyni de sayısız telsiz telefon ve telgraf santrali gibi durmadan ve karıştırmadan çalışan evrenin manevi bir merkezidir. Fenler ve bilim böyle olduğunu söylüyor. İnsanın mahiyetine konulmuş olan kalbi de evrendeki sayısız hakikatlerin ortaya çıkmasına aracı olan bir çekirdektir.
*Evet, şu kâinatta insan bir fihriste-i câmia olduğundan, insanın kalbi binler Âlemin harita-i mâneviyesi hükmündedir. Evet, insanın kafasındaki dimağı, hadsiz telsiz telgraf ve telefonların santral denilen merkezi misilli, kâinatın bir nevi merkez-i mânevîsi olduğunu gösteren hadsiz fünun ve ulûm-u beşeriye olduğu gibi, insanın mahiyetindeki kalbi dahi, hadsiz hakaik-i kâinatın mazharı, medarı, çekirdeği olduğunu (MEKTUBAT, 9. Mektup)
Allah, insanların kalbini binlerce âleme örnek ve pencere yapmıştır ki birçok şey kalp gözüyle görülür, anlaşılır. Bazı şeyler de aklın gözüyle görülür. İkisinin evet dediği şeylerde gerçeğe ulaşılır.
*insanın kalbini binlerce âlemlere örnek ve pencere yapan (M. NURİYE)
İnsanın içinde bulunan akıl, kalp ve vicdan gibi manevi kuvvetler onu yönetir, kötü arzulara ve isteklere karşı koydurur. İman, kalbde ve akılda manevi yasakçılar bırakır. Nefsin kötü isteklerine karşı koyar, ondan gelen bu türlü aşırı istekleri “yasaktır” diyerek azarlayıp kaçırır.
İnsanların yaptıkları işler, kalbin ve hislerin onlara yönelmesinden kaynaklanır. Bu meyiller ruhun ihtiyaç ve sezgilerinden doğar. Ruh ise iman nuruyla harekete geçer ve o iş hayırlı ise onay verir, kötücül bir istek ise kendini çekmeye çalışır. Kör hisler yani nefsi arzular, onu yanlışa sürükleyip yenemez.
*mânevî kuvveleri (akıl, kalb ve vicdan) birden o hisse, o hevese, hücum eder. (HUTBE-İ ŞAMİYE)
*Evet, iman, kalbde, kafada daimî bir mânevî yasakçı bıraktığından, fena meyelânlar histen, nefisten çıktıkça 'yasaktır' der, tard eder, kaçırır. (HUTBE-İ ŞAMİYE)
"Evet, insanın fiilleri kalbin, hissin temayülâtından çıkar. O temayülât, ruhun ihtisasatından ve ihtiyacatından gelir. Ruh ise, İmân nuru ile harekete gelir. Hayır ise yapar, şer ise kendini çekmeye çalışır. Daha kör hisler onu yanlış yola sevk edip mağlûp etmez. (HUTBE-İ ŞAMİYE)
*Allah kalbin bâtınını iman ve mârifet ve muhabbeti için yaratmıştır. Kalbin zahirini sair şeylere müheyya etmiştir. (HUTBE-İ ŞAMİYE)
Sevginin yeri kalp, aklın yeri de beyindir, elde ayakta aramak abestir. İnsanın kalbi ve beyni bu merkezdedir, büyük bir ağacın çekirdek halinde parçalarını içinde taşır. Ebedi, ahirete bakan haşmetli bir aracın aletleri ve çarkları onda yerleştirilmiştir. Elbette ve hiç şüphesiz benzersiz ve harika şeyler yapan Yaratıcı, o kalbin çalıştırılmasını, gelişmesini ve hareketini istediği için öyle yapmıştır. Madem böyle irade etmiş, elbette o kalp dahi, akıl gibi işleyecektir.
*Evet, muhabbet kalbde ve akıl dimağdadır; elde ve ayakta aramak abestir. (MUHAKEMAT)
*İşte, madem kalp ve dimağ-ı insanî bu merkezdedir; çekirdek hâletinde bir şecere-i azîmenin cihazatını tazammun eder ve ebedî, uhrevî, haşmetli bir makinenin Âletleri ve çarkları içinde derc edilmiştir. Elbette ve herhâlde, o kalbin Fâtırı, o kalbi işlettirmesini ve bilkuvve tavırdan bilfiil vaziyetine çıkarmasını ve inkişafını ve hareketini irade etmiş ki, öyle yapmış. Madem irade etmiş; elbette o kalp dahi akıl gibi işleyecek (MEKTUBAT, 29. Mektup)
İşitilen şeylerle akıl arasında bir yakınlık, ilgi bağı vardır. Ama aslında sözlerin madeni olan kalbin sözlerini, dilin aktarabilmesi her zaman tamamen olamaz. Derin meselelerde kalbin hissettiklerini dil ile ifade etmek yetersiz kalır. Ona nasıl tercüman olsun bilemez. Şair Mehmet Akif’in dediği gibi “Dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım”.
*kulağın dimağa karabeti ve akılla sıla-i rahmi vardır. Halbuki mâden-i kelâm olan kalp ise, lisandan uzak ve ecnebîdir. Ve hem de çok defa lisan kalbin dilini tamamen anlamıyor. Lasiyyema, kalb bazan meselenin derin yerlerinden, kuyu dibinde gibi bir tıntın ederse, lisan işitemez; nasıl tercümanlık edecektir?(MUHAKEMAT, 12. Mesele)
Aklın görmediği gerçekleri, insan bazen yaratılış özellikleriyle görür. Bunlardan vicdan bir seyirci, kalp ise bir penceredir. Vicdan kalp penceresinden bakıp görür.
Akıl ve vicdan, çirkin olan bir şeyi, imkânsız bulursa bunu kalp de kabul etmez. Akıl, kalp ve vicdan arasında daima manevi bir ilişki vardır.
*Akıl görmezse de fıtrat görüyor. Vicdan nezzardır; kalb penceresidir. (MUHAKEMAT)
*çirkin birşeyi vicdan ve akıl muhal görüyor. Kalb dahi kabul etmez(MUHAKEMAT)
İnançlı insanların duygusal, ruhi ve akli gelişimine bazı aylarda yapılan ibadetler olumlu katkılar sağlar. Örneğin Şaban ayında yapılan ibadetler, Ramazanda tutulan oruçlar insanları manevi yönde geliştirir. Mideler ağlar fakat kalp, ruh, akıl ve sır gibi manevi yapılar masum bir gülüş sergilerler.
*Şaban ve Ramazan'da, akıldan ziyade kalb hissedardır, ruh hareket eder. (MEKTUBAT, 29. mektup)
*Kalb ve ruh, akıl, sır gibi letâifin o mübarek ayda oruç vasıtasıyla çok terakkiyat ve tefeyyüzleri vardır. Midenin ağlamasına rağmen, onlar mâsumâne gülüyorlar. (MEKTUBAT, 29. Mektup)
*şu kâinatta insan bir fihriste-i câmia olduğundan, insanın kalbi binler Âlemin harita-i mâneviyesi hükmündedir. Evet, insanın kafasındaki dimağı, hadsiz telsiz telgraf ve telefonların santral denilen merkezi misilli, kâinatın bir nevi merkez-i mânevîsi olduğunu gösteren hadsiz fünun ve ulûm-u beşeriye olduğu gibi, insanın mahiyetindeki kalbi dahi, hadsiz hakaik-i kâinatın mazharı, medarı, çekirdeği olduğunu, had ve hesaba gelmeyen ehl-i velâyetin yazdıkları milyonlarla nuranî kitaplar gösteriyorlar.
İşte, madem kalp ve dimağ-ı insanî bu merkezdedir; çekirdek hâletinde bir şecere-i azîmenin cihazatını tazammun eder ve ebedî, uhrevî, haşmetli bir makinenin Âletleri ve çarkları içinde derc edilmiştir. Elbette ve herhâlde, o kalbin Fâtırı, o kalbi işlettirmesini ve bilkuvve tavırdan bilfiil vaziyetine çıkarmasını ve inkişafını ve hareketini irade etmiş ki, öyle yapmış. Madem irade etmiş; elbette o kalp dahi akıl gibi işleyecek. Ve kalbi işlettirmek için en büyük vasıta, velâyet merâtibinde zikr-i İlâhî ile tarikat yolunda hakaik-i imaniyeye teveccüh etmektir. (MEKTUBAT, 29. Mektup)
*hevesatları galeyanda, hissiyata mağlûp, cüretkâr akıllarını her vakit başına almayan o gençler(A. MUSA)
*Hem insanda hissiyat galip olsa, aklın muhakemesini dinlemez. Heves ve vehmi hükmedip, en az ve ehemmiyetsiz bir lezzet-i hazırayı ileride gayet büyük bir mükâfâta tercih eder. Ve az bir hazır sıkıntıdan, ileride büyük bir azâb-ı müeccelden ziyade çekinir(LEMALAR, 13. Lema)
*Hem âkıbeti görmeyen ve hazır zevke müptelâ olan insandaki nebâtî ve hayvânî kuvvelerin tatmini, telezzüzü için hürriyeti vardır ki, akıl ve kalb gibi letâif-i insaniyeyi insaniyetkârâne ve âkıbet-endişâne olan vazifelerinden vazgeçiriyorlar. (LEMALAR, 13. Lema)
*Şeytanın en büyük bir desisesi, hakaik-i imaniyenin azameti cihetinde dar kalbli ve kısa akıllı ve kâsır fikirli insanları aldatır(LEMALAR, 13. Lema)
*insan yalnız cesetten ibaret değil; cesedi beslemek için kalb, dil, akıl, dimağ koparılıp o cesede yedirilmez. Onlar imhâ edilmez; onlar da idare ister. (LEMALAR, 22. Lema)
*müstakîm akıllardan ve münevver kalblerden (A. MUSA)
*Çoğunu göz görüyor, diğer kısmını akıl görüyor. (A. MUSA)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.