Dr. Selçuk ESKİÇUBUK
Bediüzzaman’ın penceresinden ‘meşveret ve milli hâkimiyet’ nedir?
İşlerin konuşup anlaşma yoluyla halledilmesine eski dilde,“meşveret", dinin istediği meşverete “meşveret-i meşrua” ve dine uygun olarak yapılan meşverete ise “meşveret-i şer’iye“ denir.
Günlük hayatın akışında insanlar doğru bir karar vermek için, birilerine danışmak, fikir sormak ihtiyacını duyabilirler. Bu kişilere yol göstermek için danışılan kişi hakkındaki kanaatini ve bildiği doğruları söylemekte dinen bir engel yoktur.
Bediüzaman bu konuda şöyle söylüyor:
*Bir adam onunla teşrik-i mesai etmek ister, seninle meşveret eder. Sen de, sırf maslahat için, garazsız olarak, meşveretin hakkını edâ etmek için desen: "Onunla teşrik-i mesai etme. Çünkü zarar göreceksin."(MEKTUBAT, 27. Mektup)
Başka birileri de kendi aklını beğenir, kimseye bir şey sormaz, öylece hareket edebilir. Onlar bir şey sormadığı için fikir vermek de gerekmez.
Meşveret etmek ortak akılla çözüm bulmak demektir. Dernekler, vakıflar, kulüpler ve meslek odaları gibi kuruluşlar alacakları kararları yönetim kurullarına getirirler ve orada ortak akılla hareket ettikleri için az hata yaparlar.
Bir şahs-ı manevi teşkil etmiş olan Cemaatler de meşveret etmeli, ortak akılla karar vermeli ve siyasete, hükümetin işine karışmaya uzak durmalıdır. Yalnızca kendi dini hizmetlerini yapmalıdır.
Meşveretin kendine has kuralları var mıdır? Herkesle her konuda meşveret edilebilir mi? Bu konuda nasıl hareket edilmelidir ki doğru bir meşveret olsun?
Bediüzzaman bu konuda talebelerini uyarır, meşveretin önemine dikkatlerini çeker ve onların dünya işlerindeki meşveret kararlarına kendisinin de uyacağını söyler:
*Dikkat ediniz, küfr-ü mutlakı müdafaa eden gizli komite içinize parmak sokmasın. Benim komşudaki koğuşa parmağını soktu, beni azap içinde bıraktı. Şimdi siz, mâbeyninizde münakaşasız bir meşveret ediniz. Kararınızı kabul ederim. (ŞUALAR, 13.Şua)
*Sen nasıl dünya işlerinde hasları tevkil ettin, erkânların meşveretlerine bıraktın ve isabet ettin. (ŞUALAR, 14.Şua)
*Mümkün olduğu kadar geçici rüzgârlara ehemmiyet vermeyiniz, bakmayınız. Zaten mabeyninizde samimi tesanüt ve meşveret-i şer'iye, sizi öyle şeylerden muhafaza eder. İçinizdeki şahs-ı manevinin fikrini, o meşveretle bildirir. (K.LAHİKASI)
*Medâr-ı nizâ bir mesele varsa meşveret ediniz. Çok sıkı tutmayınız; herkes bir meşrepte olmaz. Müsamahayla birbirine bakmak şimdi elzemdir. (K.LAHİKASI)
*Dikkat ediniz, ihtilâf-ı meşrebinizden ve zayıf damarlarınızdan ve derd-i maişet zaruretinizden ehl-i dalâlet istifade edip, birbirinizi tenkit ettirmeye meydan vermeyiniz. Meşveret-i şer'iyeyle reylerinizi teşettütten muhafaza ediniz. (K.LAHİKASI)
İnsanlar yaşadıkları devirlere ve topraklara göre tarih boyunca çeşitli idareler gördüler. Aşiretler, Beylikler, Hanedanlar, Krallıklar ve Padişahlık gibi kendine özel idari yapılanmalarda hayat geçirdiler. Bizden önce de bu topraklarda birçok beylikler, İmparatorluklar geldi geçti, Romalılar, Selçuklular ve Osmanlılar yaşadı.
Osmanlılar padişahlık adı verilen bir sistemle uzun yıllar devleti idare ettiler. Ancak dünya değişiyor, toplumlar birbirini etkiliyor ve devletin idaresinden memnun olmayanlar sistemi değiştirmek istiyorlardı. Özellikle 1789 Fransız ihtilali bu hareketlerin kaynağını teşkil ediyordu. Osmanlıda da Padişahlık idaresine başkaldırmalar ortaya çıktı, “Meşrutiyet” istekleri doruk noktaya geldi. 23 Aralık 1876 da Osmanlıda Kanun-i Esasi adı verilen Anayasının kabulüyle I.Meşrutiyet ilan edildi ama çıkan savaşlar nedeniyle uzun sürmedi, 13 Şubat 1878 de meclis kapandı.
23 Temmuz 1908’de ise Osmanlı imparatorluğunda II. Meşrutiyet ilan edildi. Meşrutiyet; padişahın yetkilerinin kısılması ve tek adam idaresinden milli hâkimiyet denilen halkın seçtiği kişilerin de meclise girmesi tarzında bir yeni idare şekliydi. O devirde milli hakimiyetin yolu Meşrutiyetten geçiyordu. Ancak yıllardan beri halk, böyle bir idari sistem görmemişti. Osmanlı toplumunda, avam halk tarafından dine aykırı bir idare şekli zannedilerek başlarda Meşrutiyet’e itirazlar geliyordu.
Bediüzzaman; halkın itirazlarına karşı çıkıyor, İstibdat’ı yeriyor ve onlara Meşrutiyet’in şeriata uygunluğunu, ”Meşrutiyet; Adalet, meşveret ve kuvvetin kanunda olmasıdır” diyerek anlatıyordu:
*meşrû, hakîki meşrûtiyetin müsemmasına ahd ü peyman ettiğimden, istibdat ne şekilde olursa olsun, meşrûtiyet libası giysin ve ismini taksın; rast gelsem sille vuracağım. Fikrimce, meşrûtiyetin düşmanı, meşrûtiyeti gaddar, çirkin ve hilaf-ı Şeriat göstermekle meşveretin de düşmanlarını çok edenlerdir. "Tebeddül-ü esma ile hakaik tebeddül etmez." (T.HAYAT)
Evet Meşrutiyet gelmişti ama ya kanunlar, Batı’dan mı gelmeliydi. Bizim kanun yapacak kendi hukuk kaynaklarımız, örfümüz, birikimimiz yok muydu? Bir dilenci gibi Batıya el mi açacaktık?
*Meşrûtiyet ki, adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir. On üç asır evvel Şeriat-ı Garra teessüs ettiğinden, ahkamda Avrupa'ya dilencilik etmek, dîn-i İslama büyük bir cinayettir ve şimale müteveccihen namaz kılmak gibidir.
Kuvvet, kanunda olmalı; yoksa istibdat tevzî olunmuş olur.” innellahe legaviyyun aziz ” (I) hakim ve amir-i vicdanî olmalı. 0 da, marifet-i tam ve medeniyet-i amm veyahut dîn-i İslam namıyla olmalı; yoksa istibdat daima hükümferma olacaktır.
İttifak hüdadadır, hevada ve heveste değil. İnsanlar hür oldular, amma yine abdullahtırlar. Herşey hür oldu. Başkasının kusuru, insanın kusuruna senet ve özür olamaz. Yeis manî-i her-kemaldir. "Neme lazım, başkası düşünsün", istibdadın yadigarıdır.
(I)”Şüphesiz Allah kuvvet ve izzet sahibidir” (Hac Sûresi: 74.) (T.HAYAT)
*Meşrûtiyet ve kanun-u esasî işittiğiniz mesele ise; hakîki adalet ve meşveret-i şer'iyeden ibarettir. Hüsn-ü telakkî ediniz, muhafazasına çalışınız. Zîra, dünyevî saadetimiz meşrûtiyettedir. Ve istibdattan herkesten ziyade biz zarardîdeyiz. (T.HAYAT)
*Meşveret-i şer'iyeden aldığım ders budur: Şu zamanda bir adamın bir günahı, bir kalmıyor; bazan büyür, sirayet eder, yüz olur. Bir tek hasene bazan bir kalmıyor, belki bazan binler dereceye terakkî ediyor. Bunun sırr-ı hikmeti şudur:
Hürriyet-i şer'iye ile meşveret-i meşrûa, hakîki milliyetimizin hakimiyetini gösterdi. Hakiki milliyetimizin esası, ruhu ise İslamiyettir. Ve Hilafet-i Osmaniye ve Türk ordusunun o milliyete bayraktarlığı îtibarıyle, o İslamiyet milliyetinin sadefi, kal'ası hükmündedir. Arap-Türk, hakîki iki kardeş, o kal'a-i kudsiyenin nöbettarlarıdırlar.
İşte, bu kudsi milliyetin rabıtasıyla, umum ehl-i İslam bir tek aşîret hükmüne geçiyor.. Aşîretin efradı gibi, İslam taifeleri de birbirine uhuvvet-i İslamiye ile murtabıt, alakadar olur. Birbirine manen (lüzum olsa maddeten) yardım eder. Güya bütün İslam taifeleri bir silsile-i nûraniye ile birbirine bağlıdır. (T.HAYAT)
*Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslamiyedeki saadetlerinin anahtarı meşveret-i şer'iyedir. ” ve emruhum şura beynehum ” (2) ayet-i kerîmesi, şûrayı esas olarak emrediyor.
Evet, nasıl ki nev-i beşerdeki telahuk-u efkar ünvanı altında asırlar ve zamanların tarih vasıtasıyla birbiriyle meşvereti, bütün beşeriyetin terakkiyatı ve fünûnun esası olduğu gibi; en büyük kıt'a olan Asya'nın en geri kalmasının bir sebebi, o şûra-i hakîkiyeyi yapmamasıdır.
(2) “Onların aralarındaki işleri istişare iledir.” (Şura Sûresi: 38.) (T.HAYAT)
* Meşrûtiyet ;” ve emruhum şura beynehum ” (3) ” ve şavirhum fil emri ”(4)
âyet-i kerîmelerinin tecellîsidir ve meşveret-i şer'iyedir. O vücud-u nûrânînin kuvvete bedel, hayatı haktır, kalbi mârifettir, lisânı muhabbettir, aklı kânundur, şahıs değildir.
Evet, meşrûtiyet hâkimiyet-i millettir; siz dahi hâkim oldunuz. Umum akvâmın sebeb-i saadetidir; siz de saadete gideceksiniz. Bütün eşvâk ve hissiyât-ı âliyeyi uyandırır; uyku bes, siz de uyanınız. İnsanı hayvanlıktan kurtarır; siz de tam insan olunuz. İslâmiyetin bahtını, Asya'nın tâliini açacaktır.
(3)”Ve işlerde onlarla istişare et.”(Al-iİmran sûresi:159)
(4)”Onların aralarındaki işleri istişare iledir.” (Şura Sûresi: 38) (MÜNAZARAT)
Osmanlı toplumunun birçok milletten ve dinden gelmiş tebaaları, onların içinde ise Hıristiyanlar ve Yahudiler vardı. Milli irade tecelli ederken onlar da meclise gireceklerdi, acaba bu şeriata aykırı mı idi?
Bediüzzaman bu konudaki tereddütleri de şöyle gideriyordu:
*Suâl: "Meclis-i Mebusânda Hıristiyanlar, Yahudîler vardır; onların reylerinin şeriatta ne kıymeti vardır?"
Cevap: Evvelâ, meşverette hüküm ekserindir. Ekser ise, Müslümandır, altmıştan fazla ulemâdır. Mebus hürdür, hiçbir tesir altında olmamak gerektir. Demek, hâkim İslâmdır.
Sâniyen: Saati yapmakta veyahut makineyi işletmekte, sanatkâr bir Haço ve Berham'ın reyi mûteberdir; Şeriat reddetmediği gibi, Meclis-i Mebusândaki mesâlih-i siyâsiye ve menâfi-i iktisâdiye dahi ekserî bu kâbilden olduğundan, reddetmemek lâzım gelir. Ammâ ahkâm ve hukuk ise, zâten tebeddül etmez; tatbikat ve tercihâttır ki, meşverete ihtiyaç gösterir. Mebusların vazifesi, o ahkâm ve hukuku sû-i istimâl etmemek ve bâzı kadı ve müftülerin hilelerine meydan vermemek için bâzı kânunları yapmak, etrâfına sur etmektir. Aslın tebdiline gitmek olamaz; gidilse, intihardır. (MÜNAZARAT)
Asrısaadet adı verilen Peygamberimizin yaşadığı devir ile ondan sonra gelen 4 halifenin zamanında da toplum akıl, delil ve meşveret ile idare olunmuş, itaatsizliğe ve hiçbir şüpheye meydan verilmemişti.
*zaman-ı saâdette ve Selef-i Salihîn zamanlarında hükümfermâ hak ve bürhan ve akıl ve meşveret olduklarından, şükûk ve şübehatın hükümleri olmazdı. (MUHAKEMAT)
Ancak 5. asırdan sonra işler değişmiş, kuvvet hakkı yenmişti. Toplumların idaresinde güçlü olmak, gücü elinde bulundurmak esas kabul edilmişti.
*Beşinci asırdan şimdiye kadar kuvvet hakkı mağlup eylemişti (MUHAKEMAT)
Meşveret değil bir ülkenin, kıtaların özellikle Asya kıtasının bile çok önemli anahtardır. Bireyler nasıl ki birbirlerine danışırlar, fikir alış verişinde bulunurlar meşveretten faydalanırlarsa Asya’da yaygın olarak bulunan Müslüman halklar da meşveretin anahtarıyla baskılardan, ellerine ayaklarına vurulan zincirlerden kurtulurlar. Ancak Şeriatın insana çizdiği meşveret, hürriyet ve dini kurallar ile fertler ve toplumlar, süslenip batı medeniyetinin sefahatindeki günahlarına dalmaması gerekir.
*Asya kıt'asının ve istikbalinin keşşafı ve miftahı şûrâdır. Yani, nasıl fertler birbiriyle meşveret eder; taifeler, kıt'alar dahi o şûrâyı yapmaları lâzımdır ki, üç yüz, belki dört yüz milyon İslâmın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdatların kayıtlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak, meşveret-i şer'iye ile şehamet ve şefkat-i imaniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer'iyedir ki, o hürriyet-i şer'iye, âdâb-ı şer'iye ile süslenip garp medeniyet-i sefihanesindeki seyyiatı atmaktır. (H.ŞAMİYE)
Evet zaman geldi, devir ve şartlar değişti, bu ülkede Meşrutiyet de son buldu, Osmanlı İmparatorluğu yıkıldı ve Cumhuriyet kuruldu. Şimdi ne olacak? Bir zamanlar Meşrutiyet’e karşı çıkanlar olduğu gibi şimdi de Cumhuriyet’e de karşı çıkanlar oldu mu?
Bediüzzaman “Eski hal muhal; ya yeni hâl veya izmihlâl.”(MÜNAZARAT) fikriyle Cumhuriyet’e de karşı çıkmaz. İster Meşrutiyet olsun isterse Cumhuriyet, o idarelerde, Millet meclislerinin teşekkülü çok önemlidir. Orası milletin kalbi gibi olmalıdır, milli irade oraya taşınmalıdır. Medeni ülkelerin kılıcı gibi olan fikir hürriyeti ve meşveret o meclisin temel karakterleri olmalıdır. Bir kişinin sözünün geçtiği, eleştirinin yapılamadığı ve zorbalıkla ve silah zoruyla kanunların çıkarıldığı, muhalif milletvekillerinin sokak ortasında öldürüldüğü bir meclisin, millet iradesini taşıdığını kimse iddia edemez.
*yalnız kalb-i millet hükmünde olan meclis-i meb'usan ve fikr-i ümmet makamında olan meşveret-i şer'î ve seyf ve kuvvet-i medeniyet menzilinde bulunan hürriyet-i efkâr o devleti taşıyabilir ve idare ve terbiye edebilir. (D.HARBİ ÖRFİ)
Bu ülkede çok şeyler yaşandı, Padişahlık, Meşrutiyet ve 27 yıllık tek partili Cumhuriyet kuruldu. Daha sonra çok partili demokrasiye geçildi ama o dönemlerde bile milli hakimiyetin tam yaşandığını bugün kimse söyleyemiyor.
Dünyada insanın gerçek saadeti milli hakimiyetin asıl olduğu, vesayetlerin olmadığı sistemlerde olur. Askeri, bürokratik veya hukuki bir vesayetin milli iradeyi esir aldığı idarenin adı ne olursa olsun, isterse Cumhuriyet olsun o meclis halkın gerçek meclisi değildir, orada demokrasi yoktur.
*meşrutiyet-i meşrua denilen dünyada beşer saadetinin bir sebebi ve hâkimiyet-i milliyeyi temin ile makine-yi hayatın buharı olan hürriyetteki irade-i cüz'iyeyi istibdat ve tahakkümün belâsından kurtaran meşveret-i şer'iyenin mayasıyla mayalandıran meşrutiyet-i meşrua sizi herkes gibi imtihana davet ediyor ki, sinn-i rüşde bülûğunuzu ve vasîye adem-i ihtiyacınızı görmek istiyor. İmtihana hazırlanınız. Mevcudiyetinizi ittihadla gösteriniz. (D.HARBİ ÖRFİ)
“Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” sözünün geçerliliği, çok partili siyasi hayatta hiçbir baskı olmadan halkın kendi özgür iradesiyle sandıklara gittiği, oyunu verdiği ve sandıktan çıkan hükümete herkesin razı olması ile kurulur. Millet kime iktidarı verirse o hükümeti kurar, kime de muhalefet görevini verirse o da iktidarı halk adına denetler. Muhalefet görevinden bıkanlar, arkalarına başkalarını alarak iktidar olursa bu iktidarları çok uzun sürmez. Millete güvenmeyenlere millet de güvenmez.
Vakti geldiğinde meşru yollarla halk isterse sandıkta iktidarı değiştirir, kimsenin silah gücüyle iktidarı değiştirmesine kalkışmaya gerek yoktur. Bu türlü müdahaleler hangi sebeple olursa olsun milli iradeye tecavüzdür.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.