Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU

Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU

Bediüzzaman'ın veziri Zübeyr Gündüzalp Ağabey-3

بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ

(1953 Ramazan ve 1960 Ramazan dönemi)

Kısa Bir Arka Plan

Zübeyr Gündüzalp üstadın emriyle, hükümet konağına yakın 2 katlı müstakil bir ev tuttu. Bedüzzaman Afyon hapsinden çıktığı, 20 Eylül 1949'dan 2 Aralık 1949'a kadar bu evde Zübeyr ve Ziya Arun'la birlikte kaldı.

Said Nursi bu sırada kendi ifadesiyle; "3.Said”devrine girmişti.

Bu dönüşüm hapishanenin ikinci katındaki bir küçük odada gerçekleşti.

Zübeyir Gündüzlp 3 Aralık 1949’da Isparta'ya mektup yazarak, üstadın dün Emirdağ'da ikamet etmesi için sevk edildiğini bildirdi.

Kendisi mahkeme gününü Afyon'da bekleyeceğini, "bu ayrılığın çok acı geldiğini, üstadın odasına çıkamadığını ancak namazını odasında teessür ve ye's içinde kıldığını”belirtir.

Bediüzzaman'ın Emirdağ'da oturmasından yaklaşık 5 buçuk ay sonra, 14 Mayıs 1950’de Türkiye'de ilk serbest seçim gerçekleşti ve 28 senelik istibdat (1923/1950) ile Said Nursi ve talebelerinin işkenceli hayatı sona erdi.

Demokrat Parti hükümetinin ilk icraatlarından biri Muhammedi Ezan'ı aslına döndürmek oldu. (16 Haziran 1950).

Üstad DP iktidarının sevincini talebelerine bir mektupla bildirdi.

Ayrıca Celal Bayar'ı da tebrik eden bir mektup yazdı ve onun cevabi mektubunu da Tarihçe-i Hayat'a kaydettirdi.

Gündüzalp'in Üniversite Öğrencilerine Konferansı

(Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Camisi, 1950 Kasım Cuma akşamı)

Abdullah Yeğin Abi'nin dinlediği ve anlattığı:

Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Camii'inde yatsıdan sonra başlayan Gündüzalp'in semineri gece 01’e kadar devam etti. Seçkin davetliler ve diğer fakültelerden öğrencilerle cami tıklım tıklımdı. (1950 Kasım Cuma akşamı.)

Mustafa Sungur anlatımına göre:

Gündüzalp bu semineri düzeltip üstadı Said Nursi'ye okudu.

"Bunu kim yazdı”sorusuna, “Ankara'da kardeşler” cevabına karşı; “yok yok, bunu Nur'un bir kurmayı yazdı” cevabını verdi ve Sözler'in arkasına “Konferans” adıyla ekletti.

23 Temmuz 1950’de DP iktidarı umumi bir af çıkardı. Bu aftan Bediüzzaman, Nur talebeleri ve Zübeyr Ağabey de yararlandı. Ziraat Fakültesi Konferansı'ndan sonra tayin edildiği Islahiye PTT’deki görevi için, 15 günde Ankara'da işini bitirip harcırahını alır. Ermenek'te ebeveynini ziyaretten sonra Islahiye'de görevine başlar.

6-009.jpgGaziantep/Islahiye PTT’si (Bugün)

Gitmek istemese de, üstad, ”hayır hayır şimdi mücahid olarak gideceksin, yalnız hizmet için gideceksin” deyince görevine başlar.

Artık Risale- i Nur hizmeti için daha serbest bir ortam ve daha özgür bir iklim  doğmuştu.

Islahiye Nur Hizmetleri 1950/51

İlk işi lise müdürüyle tanışmak olur, PTT’deki tüm işleri için yardıma hazır olduğunu bildirir.

Sonra bir öğrenciyle veli olur, tüm masraflarını görür, veli-öğretmen toplantılarına katılıp hepsiyle tanışır ve yakın alaka gösterir.

Fransızcası iyi olduğundan, isteyen öğrencilere ücretsiz Fransızca kurs verip hizmet ve davasını anlatır.

Hemen Islahiye Spor Kulubü'ne üye olur ve yakasına rozetini takar ve tanışıp bilişir.

Bir yandan telgraf yazarken arada karşısındaki Risale-i Nur'u okur, bir dakikasını bile boş geçirmezdi.

Başına gelecek takip ve soruşturmaları bildiğinden bu tanışma ağını yıldırım hızıyla yapıyordu.

Başta kaymakam savcı olmak üzere tüm yöneticilerle tanışıp iletişim kurdu.

PTT’de mesaiye kaldığı akşamlar mesaiden sonra, PTT bahçesinde diğer akşamlarda ise evinde hergün her çeşit insana ders yapar, iman Kur'an davasını yaşayarak anlatırdı.

[Bu arada da, 25 Şubat 1951’de Ticaniler'e, Kırşehir'de M.Kemal büstünü kırdırtıldı ve bu saldırılar devam edince; 23 Temmuz 1951’de, 5816 sayılı Atatürk'ü koruma kanunu çıkartıldı.]

Zübeyr Gündüzalp, Islahiye'den üstadın emriyle 1951’de önce Adana Fevzipaşa Postanesine, 1952 başında ise Şanlıurfa Postanesine atamasını yaptırır.

1952 yılında gittiği Şam'dan İstanbul'a şu tebrik kartını gönderiyordu.

"Aziz sıddık ve sevgili kardaşlarımız.

İstanbul'daki bütün Nurcu kardaşlarımızla beraber bayramınızı tebrik eder, sevgiyle gözlerinizden, hürmetle ellerinizden öperiz.

Çok kusurlu kardaşlarınız Ahmed Ramazan ve Zübeyir.”

Ayrıca Hutbe-i Şamiye'nin kapağına, Emeviye Cami ve minber resminin konmasını istiyordu.

Urfa'da Unutulmaz İman Hizmetleri

Urfa Postanesi'nde çalışma ve dava arkadaşı merhum Cafer Sadık Çim anlatıyor:

“Ziver Abi Urfa'ya geldiği gün PTT müdürü Cenap Bey “Cafer Bey hadi gidelim Ziver Bey'i karşılayalım” dedi. “Hay hay” dedim ve Urfa Garajı'nın ilerisinde karşıladık. Sonra postaneye getirip sohbet edip tanıştık, beraberce dersaneye gittik.

Müdür Cenap Bey Nur talebesi olduğu için, Van PTT bölge müdürüyken tenzili rütbe ile PTT Urfa İl Müdürlüğüne atanmıştı.

"Zübeyr Ağabey'in Urfa'ya gelişini hiç unutamıyorum; omuzlarına kadar inen upuzun saçları vardı. Cenap Bey, uzun saça izin verilmediğini söyleyip ısrar etse de saçını kestirmedi. Üstadın da saçının uzun olduğunu ve sünnet-i Resulullah olduğu için uzattığını söyledi ve bir zaman sonra saçını kısalttırdı.

Gündüzleri PTT’de olmak üzere sürekli birlikteydik. Urfa'ya 1952 yılı ilk aylarında gelmişti. Nöbetçi olduğu gecelerde postane bahçesinde, çok verimli ve heyecanlı dersler yapardık. Hal, hareket, konuşma heyecan ve bilgisiyle hepimizi çok etkilerdi. Derslere vali yardımcısı ve emniyet müdürü gibi üst düzey il yöneticileri de katılırdı.

Zübeyr abinin beni en çok etkileyen yönü nezaketiydi. Sesli gülmez çok ciddi bir insandı herkese iyilik etmek isterdi. Bir meseleyi anlatırken hiç ben demez, olayı bir kardeş bir arkadaş üzerinden anlatırdı. Zübeyr Abi ders yaparken fazla izah etmezdi. Yaptığı hizmetlerden örnek verirken bir kardeş şeklinde anlatırdı. Bir meseleyi, başka bir Risale'de bulunan benzer izahlarıyla açıklaması esastı.

Eyüp Ekmekçi Abi:

"Zübeyir Ağabey, sohbetlerinin sonunda ekseriyetle “Kardeşim! Konuştuklarımızın Risale-i Nur’dan yerini bulun” derdi. “Ben nakilciyim, Üstad’ımdan naklediyorum” buyururlardı. Bir kardeşe de, “Kafadan hareket etme, kafanı çalıştır!” diye bir ikazı var.

Fırıncı Ağabey “Biz bazen kafadan konuştuk mu, ‘Satırdan kardeşim!’ diye ikazını yapardı.

Vefatından önce Kirazlı Mescid Sokağı 46 numaralı dersanede teyp kasetlerinde, kayıtlı açıklamalarında bir soru üzerine “hakiki bir nurcunun” vereceği örneklerin de Nur'dan olacağını belirtip, Vesvese Risalesi dersinde çeşitli misaller ve açıklamalar yapmıştır.

“Mesleğimiz cihad-ı manevî olduğundan, muvaffak olanlar tecrübelerini yazsalar havadis-i Nuriye hükmüne geçer” demiştir.

5-015.jpg1952 başında Urfa'ya tayini çıkınca, Urfa Müftüsü merhum; Hacı Abdurrahman Aksoy (31-5-1950/10-11-1953 Urfa Müftüsü) ile tanışıp onun yardımıyla Vakıflar'a ait Halilürrahman Dergahı'nda Balıklıgöl kenarında bir odada kalmaya başlarlar.

Hüsnü Bayram ve Abdullah Yeğin de yanındadır.

Tek Başına Bir Millet!

Cafer Sadık Çim anlatmaya devam ediyor:

“19 Mayıs'ta tatil günü Balıklıgöl'deki dersanede bulamayınca, Ermenekli Mehmed adında hemşerisiyle ufak bir kahvede bulduk Zübeyir ağabeyi. Baktık başını iki elinin arasına almış ağlıyordu. “Ne yapıyorsun burada? Biz seni aradık bulamadık” dedik.“Bugün eğlenecek, konuşulacak bir gün değil, ağlanacak gündür… Kızları çırılçıplak soymuşlar… Ben bundan haya ediyorum…” dedi.

"1957 de Isparta'daki evinde Üstadı Salih Özcan'la ziyaret ettik. Zübeyr Abi de ordaydı. Üstad alnımdan öptü ve bana, “Risale-i Nurları okuyor musun?” dedi. “Okuyorum Üstadım” dedim. “Hangilerini okudun?” dedi. “Mektubat, Lem’alar, Asay-ı Mûsa’yı okudum efendim” dedim.

“Nasıl okuyorsun?” dedi. “Lûgata bakarak okuyorum efendim” dedim. “Lûgatı nerden buldun?” dedi. (Mustafa Özön’ün bir Türkçe Lûgatı vardı. O yüzde seksen kelimeleri karşılıyordu. O zaman daha Abdullah Yeğin’in Yeni Lûgatı yoktu). “Mustafa N.Özön’ün lûgatıyla okuyorum üstadım” dedim. “Oku. Fakat manasına girmeye çalış” dedi üstad bana.

2-067.jpgUrfa'dan tayinim çıkıp bir bavul Risale'yle ayrılırken Zübeyr Ağabey yemin ettirip dedi ki "Risale-i Nur'ları okuyana vereceksin. Okumayacak insanların ellerine vererek telef ettirme!"

Urfa'dan önce İzmir/Dikili'ye bir süre sonra da memleketim Turgutlu'ya atanınca irtibatımız sürdü, bana çok sayıda mektup yazdı. Zübeyr Abi, 1948’de Afyon hapsine girdikten sonra; 3 seneye yakın açığa alındı ve 1950’den sonra çıkan afla dilekçe verip Islahiye Postane'sinde göreve başlamıştı.

Kendim bizzat şahidim aldığı toplam 3 yıllık maaşa dokunmadan üstada gönderdi. Urfa Dersanesi'nin masrafları da kendine aitti. 1952 yılında Kadıoğlu Camii'nin boş bir odasına taşınıp derslere burada devam ettik. Nöbetçi olduğu gece yanına gider, onun işini yaparken o arka kısma geçer, sabahlara kadar Risale yazardı. Kendim de 15 gün içinde Osmanlı yazısını öğrenip yazmaya başladım. Yazdığımız kitapları kendimiz ciltler öyle okur ve hediye ederdik.

Zübeyr Abi'yi üstad Urfa'ya, İslam Alemi ile münasebet kursun diye göndermişti. Suriye ve Mısır'daki tanıdık insanlara kolilerle Risale-i Nur gönderiyorduk. 1953 yılı başında takip ve tarassutlar iyice yoğunlaştı. Zübeyr Ağabey, cami ve cemaate çok dikkat eder, postane zamanı haricindeki namazlarını hep camide kılardı."

Bugünleri Zübeyr Abi Kendisi Anlatıyor:

“Şevk içinde hizmet ederdik. Sabahleyin işe başlamadan önce memurlar yanımıza uğrar ve 5-10 dakika da olsa Risale okurduk. Onlar kalkar kalkmaz ilkokul çocukları gelirdi. Onlara önce Kur'an-ı Kerim öğretir sonra ders yapar, üstad ve hizmetleri anlatırdık. Akşamları Urfa esnafına ders yapardık, hiç boş vaktimiz olmazdı, her günümüz böyle geçerdi. Bizi takip ettiklerini ve birgün engelleyeceklerini iyi biliyorduk. Bu yüzden her zaman teyakkuzdaydık."

İşte kalabalık bir gece dersinde, Urfa Emniyet'i Ankara'ya bildirip cevap beklerken ders bitip herkes dağılıyor, baskında Zübeyr, Abdullah ve Hüsnü abiler gözaltına alınır. Emniyete götürüp kitaplarını müsadere edip kendilerini serbest bırakıyorlar. Daha sonra üstaddan gelen bir mektubu çoğaltıp, başına da “Biismihi subhanehu ve inminşeyin…” yazıp, Valilik, Emniyet, Savcılık başta olarak tüm resmi kurumlara elden dağıtırlar.

Bu mektupta “Risale-i Nur sadakayı makbule hükmündedir. Nerede okunursa orada bereket hasıl olur, bela ve musibet gelmez. Risale-i Nur'a engel olurlarsa belalar yol bulup gelir...” şeklinde devam ediyordu.

Sonra Emniyet Müdürü'ne bu mektubu verirken belediye tabibi de geliyor. Müdür; “deprem sel gibi şeyler kozmiktir, Risale Nur'a ilişmekle nasıl bağdaştırıyosunuz” deyince bir silahın kendiliğinden patlamayacağı üzerinden izah ederken, müdür üstada hakaret etmeye başlayınca Zübeyr Ağabey “parça parça etseniz de, Bediüzzaman'dan ayıramazsınız!” diyerek çok şiddetli ve hiddetli mukabele eder.

Bunun üzerine savcılığa sevk edilip ifadeleri alınır ve Urfa Hapishanesi'nde tevkif edilip 40 gün yatarlar.

Abdullah Yeğin Abi anlatıyor:

"Hapishaneye girdiğimizde tanıdık gardiyanlar bizi iyi karşıladı ve iyi yataklara aldılar. Mahpuslar etrafımızı sarıp soru sordular. Sonra savcı bizi ayrı bir odaya koydurdu ama mahkumları görmemize engel olmadılar. Bütün koğuşlarda her gece dersler yapıyorduk. Birkaç kişi hariç bütün mahkumlar namaz kılmaya başladı. Birgün cemaatle öğle namazı sırasında savcı baskın yapıp üçümüzü tek kişilik bir boğucu ve nemli hücreye attılar. Oturup yatarken hep yanlamasına sıkışır ancak namaz vakti biraz ferahlardık. Birgün savcı çağırıp, 1953 Nisan ayı son günlerinde Isparta'ya gönderileceğimizi söyledi."

Bu sırada Hüseyin Üzmez A. Emin Yalman’ı vurmuş, tüm nurcular Isparta Mahkeme ve Hapishanesi'nde toplanmıştı. Sonra Isparta Hapishanesi'nde 15 gün lağım borularını geçtiği zifiri karanlık ıslak bir hücrede kalıp sonra normal koğuşa çıkartılırlar. (14 Mayıs 1953 yılı Ramazan'ın birinci günü).

12 Haziran Cuma günü, 1953 Ramazan ayı arife gününde tutuklulukları sona erer ve bayramın ilk günü (Cumartesi) üçü birden İstanbul'da Üstadlarına kavuşurlar.

Fırıncı Abi'nin evinde ikamet eden üstadın yanında 20 gün kalan Yeğin ve Bayram yeniden Şanlıurfa'ya gönderilirken, üstad Zübeyr Gündüzalp'i yanına alır. Üç kurmay talebesinin birlikte hürriyetine kavuşup ziyaretine gelmeleri, üstadı tarifsiz sürura boğdu ve bayram sevinci katlandı.

Zübeyr Abi'nin gelişiyle hizmetlerin hızı ve çehresi değişir.

Sözler'i yeni yazıya çevirme ve teksir işleri süratlenir.

Bu hizmetlerin ilk merkezi merhum Hakkı Yavuztürk'ün Yenikapı'daki evinin birinci katıydı.

İlk defa 3 yeni eseri teksir makinesinde bastılar.

- Asa-yı Musa'dan Akan Bir Nur Çeşmesi'ne (45 düşünürün Kur'an, Hz Muhammed (asm) ve İslam hakkında görüşleri eklendi.)

- Tamirci Atom Bombası (6. 7. 8. Meseleler-Meyve Risalesi'nden.)

- Urfa Kahramanlarının Müdafaası.

4-020.jpg

Zübeyr Abi gelince hizmet merkezi, Kirazlı Mescit Sokağı 46 nolu ilk İstanbul dersanesine  taşındı. (1954)

1960'larda 46 nolu dersane duvarına, ressam Refet Kavukçu'nun çizdiği bugün mevcut bir tablo.

***

22 Ocak Salı 1952 İstanbul

Gençlik Rehberi Mahkemesi (1.celse/oturum)

Merhum Abdulmuhsin Alev (Alkonevi) İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Felsefe Sosyoloji Bölümü öğrencisiyken, Ahmed Aytimur'un da desteğiyle 1951 yılında Gençlik Rehberini Tecelli Matbası'nda latin harfleriyle tab ettirir.

İstanbul Başsavcılığı müellif ve bastıran hakkında dava açar.

Üstadın Emirdağ'dan rahmetli Dr Tahir Barçın yardımıyla aldığı sağlık raporu, savcılıkça reddedilir.

Üstad İstanbul'a gitmek zorunda kalır.

2. celse 19 Şubat 1952 de bilirkişiye itiraz edilir, 19 Şubat 1952  Salı günü,  bugünkü PTT Müzesi olan Sirkeci Adliyesi berat kararı verir.

Beraattan sonra üstad yaz başında Emirdağ'a geri gelir.

1952 Ramazan ayında (25 Mayıs- 23 Haziran 1952) üstad kırlara teneffüs için çıktığında, bir başçavuş ve 3 asker zorla şapka giydiremeyince karakola çağırırlar.

Üstad bardağı taşıran bu zorbalığa son derece öfkelenip şikayet dilekçesi yazıp, Adalet ve İçişleri bakanlığına postalar.

Merhum kahraman Sungur Abi de, şikayet dilekçesini milletvekillerine elden ulaştırır.

Bu dilekçe Samsun'da yayınlanan Büyük Cihat Gazetesinde, yayın yönetmeni Mustafa Bağışlayıcı tarafından; “En Büyük İspat”başlığıyla yayınlanır.

Tam bu sırada; 22 Kasım 1952 de Hüseyin Üzmez, Malatya'da gazeteci A.Emin Yalman'a ateş edip yaralar.

Bu saldırı sonucu Türkiye irtica hortladı krizine yakalanır ve en az 25 yerde nurcular ihbar edilir, Nur talebeleri Isparta Cezaevi'nde topluca tutuklanır ve davalar açılır.

Bu kaos ortamında, B.Said Nursi, Mustafa Sungur ve M.Bağışlayıcı aleyhine Samsun'da dava açılır.

Üstadın Emirdağdan aldığı yaşlılık ve hastalık raporu kabul edilmez ve üstad Samsun mahkemesine gitmek için yeniden İstanbul'a gitmek zorunda kalır.

İstanbul Vakıf Gureba Hastanesi'nden alınan heyet raporu kabul edilir, üstad İstanbul'da sorgulanır ve takipsizlik kararı verir.

Üstad Nursi İstanbul'da ilkin, Beyazıt Maramara Palas Oteli'nde (Maramara Kıraathanesi üstü/Küllük) kalır, sonra Bağlarbaşı'nda Helvacı Şükrü Efendi'nin ahşap evinde kısa süre kalır.

Marmara Palas'tan, beton binadan rahatsız olduğu için, Şükrü Efendi evinden ise; bir zındık rahatsız edilip taciz edildiği için ayrılmak zorunda kalır.

İşte tam bu üzüntü ve sıkışıklıkta rahmetli Fırıncı Abi'nin babaevi imdada yetişir ve Çarşamba'da 4 aya yakın kalır.(1952/53 kışı).

Bu sırada; Merhum Bayram Abi Kore'de, Ceylan Abi Siirt'te asker, Sungur Abi ise; Samsun'da 1, 5 sene hapse mahkum edilir.

A.Yeğin, H.Bayram ile Z. Gündüzalp ise Isparta Cezaevi'nde tutukludur.

29 Mayıs  1953 yılında ilk defa İstanbul'un 500.Fetih Kutlamaları Fatih Camii, Akdeniz Medreseleri önündeki avluda yapıldı.

Rahmetli binbaşı Refik Bey'in yardımıyla üstad kutlamaları şeref tirübününde, İstanbul  Valisi F.Kerim Gökay'ın sağ yanında oturarak izledi.

Bugünlerde en son eseri Nur Alemi'nin Bir Anahtarı'nı yazdırır ve merhum ve  mağfur Ziya Arun ile Fener Patriği Athenegaros ile görüşüp onu kelime- i tevhide davet etti ve "kabul ettim"sözünü ağzından işittiler.

İstanbul'dan Emirdağ'a Dönüş

Üstad 1953 yılı yaz başında talebeleriyle Eskişehir üzerinden Emirdağ'a döndü.

Bugünlerde Abdulmuhsin Alev Emirdağı'na üstadını ziyarete gelir.

Üstad Alev'e (alkonevi ) : “Zübeyr memuriyetten istifa etmiş, buraya gelecekmiş”şeklinde arifçe ve zarifçe isteğini belirtir.

Bu arzu  üzerine hemen Ankara'ya giden Abdulmuhsin Abi, durumu Zübeyr Abi'ye bildirince derhal istifa dilekçesini verip PTT  memurluğundan ayrılır,  Emirdağ sürur ve coşkuyla döner.

En büyük hasret ve özlemi de böylece son bulur ve muradına erer.

Üstad bu sevincini bir lahikayla talebelerine duyurur “Hakiki fedakar Zübeyr, en lüzumlu ve hizmete şiddetli ihtiyaç zamanında buraya imdadıma geldi. Yoksa Isparta'dan o sistemde birisini isteyecektim."

Emirdağ'da üstadın evi karşısında çok eski bir evde, askerden yeni gelen Bayram Yüksel ile beraber kalmaya başlarlar.

Zübeyr Gündüzalp, kendi çapında bir dahi kahraman,  kişilik hacim ve oylumu son derece ince ve derindi.

Bu anlatılanlar,  elbette  yuvarlak ve hülasa gerçeklerden bir demet.

İdrak şuur bilinç fehim kavrayış farkındalık, feraset basiret takva akıl zeka cesaret nezaket gibi pekçok melekeleri kemalde ve yaratılışça harika,  özel özgün öncü lider bir kişilik ve kimliğe sahipti.

Bediüzzaman, "boğucu şiddette terbiye düsturlarını”yalnız ona uyguluyor, “keşke yer yarılsa içine girip ölsem”dediği anlar oluyordu.

Ateş/su arası erime ve dövmelerden ancak tek bir Zübeyr çıkabildi.

Talebeleriyle birlikteyken “bu Zübeyr taş kafa, camid,  kafasız,  memuriyeti bırakıp buraya geldi, hepiniz aldatılırsınız fakat bunu aldatamazlar” deyip kulunç sopasıyla dövüyor, Dersim Vakası'nı,  zulümlerini ayrıntılı anlattığında ise, çekilen ıztıraplara tahamül edemeyip, onu yanından kovup uzaklaştırıyordu.

Mustafa Sungur Ağabey'in anlatımlarına göre:

- Zübeyr Ağabey üstad için bir noktayı istinattır. Bu kumandandır.

Birgün Zübeyr Abi ayağındaki  ağır ağrı sebebiyle Sandıklı Hüdai Kaplıcası'na gitmek istedi ve bizimle konuştu.

Bu arada üstad yatağında mühim bir şeyini kaybetmiş gibi sağa sola dönüp duruyor “nerede Zübeyr  Zübeyr nerde”diye bağırıyordu.

Zübeyr Abi'yi çağırdık geldi ve üstad sakinleşti.

Birgün üstad “Zübeyr sen fenafilüstad olmaya mecbursun.Sıngur da fenafinnur olmaya mecburdur..demiştir.

Yeniden yanında iman Kur'an hizmetine başlamasını Mahmut Çalışkan'a şöyle anlatıyordu.

“Beni eskiden komünist ve masonlar mağlup edebilirdi.Zübeyr geldi artık kimse mağlup edemez!"

Bayram Yüksel Abi anlatıyor:

"Üstad Emirdağ'da 3 ay kadar kaldığı sırada, Zübeyr Abi ile hergün kıra çıkar bir saat hava alır gelirdi. Birgün yoldan giden kaymakam tarladaki Zübeyr Abi'nin takkesini başından aldırıyor.

Bunun üzerine çok hiddetlenen üstad, Zübeyr ve Ceylan'ı Eskişehir'e gönderip, Yıldız Oteli'nde 2 oda tutturuyor ve oraya yerleşiyorlar.

Eskişehirde iken

Tahiri Mutlu ve Rüştü Çakın'ın bizzat gelerek Isparta'ya davet eder ve kalacağı,  şimdi müze olan 2 katlı evin üst katı düzenlenip, 23 Ağustos 1953 günü talebeleriyle bu eve yerleşir.

.Said dönemi hizmet tarzı yepyeni biçimde bu evde başlar.Üstad lahikalarda sıkça “Isparta sistemi, Isparta kahramanları”ifadelerine yer verir.

“Ana PTT memurluğundan ayrıldım!"

Memurluktan ayrılışını rahmetli M.Emin Birinci'ye anlatmış, onun ağzından dinliyoruz:

“Memurluktan ayrılınca ana- babamı ziyaret ettim. Bütün akrabalar toplanmıştı.

İstifa ettiğimi söyleyince hep bir ağızdan hayret edip “olur mu yaa nasıl olur”dediler.

Onlar dünya ipinin bir ucundan, ben diğer ucundan çektim, ip kopunca üstadın kucağına düştüm”demiştir.

3.Said; Yeni Dönem Yeni Tarz

Üstad Bediüzzaman 1953te Isparta'daki evine yerleştikten sonra, tüm eski Said dönemi eserlerini yeniden tanzim ederek neşretmeye başladı.

Artık telif dönemi bitmişti. Sungur Abi'nin anlatımıyla üstad yatsıya yakın talebelerinin odasına gelip:

“Bir ihtar var! Size Arabi risalelerimi ders verip, Arapça öğreteceğim, yarın sabahtan itibaren başlayacağız”dedi.

Üstad, önce Mesnevi-i Nuriye'nin Türkçe, sonra Arapça Mukaddemesi'ni ve Arapça bir parça okuyup izah ettiler.

Bu suretle Arabi derse başladık ve her sabah devam ettik.

Mesnevi'den sonra İşarat'ül İ'caz'a başladık demiştir.

Üstad sabah namazı sonrası lahikaları/ekleri okutup “bunlar Risale- i Nur fakiheleri (hizmet meyveleri) derdi”demektedir.

Bayram Abi'de bu dersleri teyit edip, öğle namazına kadar süren bu dersleri Zübeyr Abi'nin uyanık kalmak için vücuduna iğne batırdığını belirtir.

Çünkü Zübeyr Abi adeta gece yatmaz, üstadın odasının eşiğine başına koyup yatar.Üstad bir iş için zile basınca ve sabah ezanı için üstadın abdest suyunu hazırlar ve abdestini aldırırdı.

Bayram Abi “Üstadımız en mahrem iş ve hizmetleri, içtimai siyasi meseleleri Zübeyr Abi'ye havale ederdi."

Üstad onu çağırır “Zübeyr böyle yapalım mı”diyerek işaret eder, o da “evet üstadım yapalım”derdi demiştir.

Bu meselelerde daha sonra; Sungur ve Caylan Abiler önde geliyordu.

1956- 60 arasında,  Muhakemat, Sünuhat ve Münazarat eserleri Zübeyir Gündüzalp’in destekleriyle yeniden tanzim edildi.

1957 15 Nisan tarihinde, üstadın emriyle “Acip Bir Hadise”başlığında “Demokrat Nur Talebeleri”imzası ile Adnan Menderes’e bir mektup gönderdi.

Afyon Hapishanesi ve diğer tüm mektuplar Zübeyr Abi'nin defterlerinde kayıtlı ve üstadın vefatından sonra izin verdiklerini neşrediyor, izin vermediklerini saklıyordu.

Tüm mektuplar ve Tarihçe- i Hayat'ta Zübeyr Abi'nin üslup ve tarzı hakimdir.

Vefatından önce mufassal bir Tarihçe hazırlama isteğini, Tahiri Abi'yle kalan Ömer Çiçek'te teyit etmiştir.

“Zübeyr Olmadan Ders Yapmıyorum!"

Gündüzalp'in hemşerisi Ahmed Gümüş anlatıyor;

- Zübeyr Abi'de dolama çıkmıştı.(parmak ekleminde ve tırnak kökünde,  mikrobik iltihaplı zonklamalı titremeli ve ateşli yara) çıkmıştı ağrı ve acı dayanılmazdı.

Hatta doktora gitmişti.

Bir sabah dersinde bize “parmağımdaki şiddetli ağrı yüzünden dikkatim parmağıma gider, üstadım üzülür, dünyevi meseler düşünüyor der, beni idare edin”der.

Sabah namazından sonra üstadın odasına ders okumak için vardık.

Zübeyr Abi'nin olmadığı anlaşılınca; gidin Zübeyr'i bulun, ehli dünya Zübeyr'i kandırmış olabilir, Zübeyr gelmeyince ders yapmıyorum”der.

Sonra Zübeyr Abi'yi odasından getirdiler  "sen neredeydin”diye sorunca”üstadım odadaydım”der ve;

“Bütün bunları ifsat eden sensin”deyip tokatlar, bazen de kulunç deyneği ile vuruyordu. O ise üstadın önünde diz çökmüş hürmetle oturuyor, o vurdukça yüzünü üstadın dizlerine koyuyor, kendine sığındıkça “sen kasten yapıyorsun”deyip itekliyor ve tekrar dövüyordu.

Sonra konuşmasını sürdürüp “Ben Zübeyr'i zannederdim ki, değil parmağı, başsız gövdesi, gövdesiz başı olsa yine,'Risale-i Nur, Risale-i Nur! diye koşacak.

Ehl- i küfür beni bıçaklarla parça parça etse Said yine'iman, Kur'an, Risale- i Nur'diye gider. Ben böyle talebe istiyorum.

Ufak bir parmak meselesinden üzülen kırılan talebelere, Risal-i Nur'un ihtyacı yoktur.

Uhuvvet ve ihlası gaye edinen talebelere ihtiyaç vardır”dedi ve hepimizi talebelikten azletti.

Hepimizi çeşitli şehirlere dağıttığını söyledi ve 'ben tek başıma kalacağım!' dedi.

O gece kapısının önünde affetsin diye sabaha kadar bekledik.

Atabey'den dönen Tahiri Ağabey'in hürmetine bizi affetti demiştir.

Zübeyr Abi'nin bu meseledeki anlatımından, parmak meselesinin bardağı taşıran son damla olup, üstadın hepsine olan birikmiş öfkesini Zübeyr'den çıkarttığını anlıyoruz.

Bu duruma rahmetli Ceylan Abi “resmi geçit” adını vermiş.

Bayram Yüksel “üstad bize kızıp darılsa Zübeyr Abi'yi döverdi.

Üstadı her konuda en iyi Zübeyr Abi temsil ederdi”demiştir.

Benzer bir olaya vahşi Şaban Akdağ Abi'de tanık olmuş ve sonunda üstadın “ben Zübeyr'imi kainata değişmem”dediğini aktarmıştır.

Tüm bu çetin sınamalardan anladığımı şöyle özetleyebilirim.

1- Her insanın, özellikle manevi önderlerin de; bir sır arkadaşı samimi bir çile ve dert arkadaşı vardır. Bediüzzaman 1948 den sonraki sırdaşı ve dert ortağı da en başta Z.Gündüzalp'tir.

2- Bediüzzaman; tesis ettiği yeni Kur'an iman sistemini temsilen, lider bir talebe olarak Gündüzalp'i yetiştiriyordu.

3- Özelllikle vefatından sonra kurduğu davasının, yıkılmadan kökleşmesi başlıca gayesiydi.

İlerde bu nur çarkının başına gelebilecekleri elbette öngörüyor ve ürperiyordu.

Bu nurlu dinamonun işletmebaşı olarak; her çeşit eğitim, terbiye, çelikleme işlemlerini de onda gerçekleştiriyordu.

Çünkü son derece sağlam bir karakter ve tabiata sahip olduğunu sayısız kere ispatlamıştı Zübeyr.

4-Said Nursi her şeyi ile nurlu berrak net bir insandı. Bunu talebelerinde de görmek istiyordu. Misyonu en kaliteli ve eritme/durultma potalarından geçebilen öğrencilerince sürdürülebilirdi.

Bu sebeple sinir testleri ve psikolojik yöntemlere tabi tutuyor, çelikleştirme ameliyatları yapıyordu.

Rahmetli M.Fırıncı Gündüzalp'ten işittiklerini anlatıyor:

- Birgün kırlara giderken üstada ; Islahiye posta müdüründen dinlediğim; Dersim facialarını tafsilatlı anlattım.

Bir tepeye çıktı, biraz geçtikten sonra yanıma geldi ki,  karabulut gibi gibiydi.

Bana dönüp son derece kızgın şekilde:

"Doğru söyle seni buraya kim gönderdi?

Seni bana casus olarak mı gönderdiler?

Mukavemetimi kırmak için din düşmanları mı gönderdi seni?" derken, neye uğradığımı şaşırdım " üstadım tövbe estağfurullah" diyordum.

" Peki bunları bana niye anlattın? Seni buraya kim gönderdi?"  şeklinde konuştukça adeta çırpınıyor,  ölsem de kurtulsam" diyordum.

"Sonra bir kenara oturdu, durdu ve duruldu."
" İhtar var, hata olarak yapmışsın affedildin" dedi." Elhamdülillah dedim" demiştir.

Bu olaydan çıkardığım ders; üstadın her şeyi konuyu çok net, berrak görme karakteri olduğudur.
Son derece duyarlı ve ilgili his ve letaif anteni adeta burda karışmış gibidir.
Bu kısa devre hali bu şekilde düzeltilmiş.

Ona son derece güvenmeseydi muhtemel ki, duygu hatları karışmazdı.

Diğer yandan Zübeyr'in  sinir ve ruh sistemi, son derece çetin bir ortamda yeniden ayar ve akord ediliyordu ki, bunun fayda ve hikmeti ilerde görülecekti.

Buna benzer pekçok test ve cendereden geçirilen, bir sistem sürdürücü lider kişilikti Nur'un kurmay kumandanı Zübeyr Gündüzalp ra.

Bu dönemde Arapça Mesnevi- i Nuriye ve İşara'tül İ'caz'ın Türkçe tercümeleri de,  Zübeyr Abi'nin çok yönlü görüşme ve ikna trafiği sayesinde Abdulmecid Nursi tarafından başarıyla gerçekleştirilmişti.

Risale-i Nur'un Latin Harfleriyle Basılması

1950 den sonraki en kıymetli hizmet, Risale-i Nur'lara son şeklinin verilip yeni harflerle matbaalarda tab edilmesi diyebiliriz.
Bu doğrultuda 1947 de Ceylan Çalışkan, Gençlik Rehberi'ni Eskişehir'de alfabe ile bastırdığını görürüz.

1956 yılı ilkbaharına kadar Risaleler; parça parça olarak matbaa ve teksir cihazıyla ülkenin çeşitli yerlerinde basılıp çoğaltılıyor, ciltlenip dağıtılıyordu.

İstanbul, Ankara, Antalya, Isparta, İnebolu, Samsun başta gelen merkezlerdi.

İlk defa 1956 da, Atıf Ural,  Mustafa Türkmenoğlu başta olmak üzere, Said Özdemir, Tahsin Tola vb zatların olağanüstü çabalarıyla Risale-i Nur'lar Ankara'da önce Ayyıldız sonra Doğuş Matbalarında dizilip basıldı ve ciltlenip satılmaya başladı.

Bu süreçte üstadın bütün dikkat ve yoğunluğu basım işine odaklanmıştı.

Mustafa Türkmenoğlu, Z.Gündüzlp'ten dinlediğini anlatıyor:

"Üstad ile kırlara teneffüs için çıktığımızda; matbaada basılan Nur'ların tashihi ile meşgul olurdu.
Otururken aniden yerinden kalkıp 'hadi gitmemiz lazım bizi bekleyenler var'derdi.

Kalkıp Isparta'ya geldiğimizde evin önünde Ankara'dan getirilen formalarla bekleyen kardeşleri bulurduk" demiştir.

Gazete Meselesi

" Risale- i Nur, bu mübarek vatanın manevi bir halaskarı olmak cihetiyle, şimdiki iki dehşetli manevi belayı defetmek için, MATBUAT LİSANIYLA ile tezahüre başlamak, ders vermek zamanı geldi veya gelecek gibidir zannederim" demektedir.
( Tarihçe- İ Hayat, 1946/ Emirdağ Hayatı)

Bediüzzaman 3. Said döneminde; gazete okuma ve takip işine yeniden döndü.
Çünkü vatan sathında; hürriyet ve özgürlük rüzgarları esiyor, fikirler serbestçe açıklanıp yazılabiliyordu.
28 yıllık istibdat ve dinsizlik devri kapanmak zorunda kalmıştı.

Dünyadaki rüzgarlar da bu yöndeydi.

Üstad iman İslam davası adına o günkü medyayı takip etmek zorundaydı.
Çünkü gelişmelerin ana ekseni ve yönü hizmetlerini doğrudan etkiliyordu.
Bütüncü ve hakikatçı olmanın gereği olarakta haberleri takip gerekiyordu.

1958 de bastırılan Tarihçe- i Hayat adlı otobiyoğrafisinde ilgili birçok gazete haberi yer alır.
Mesela; Nisan 1957 de temelini attığı, Isparta 3.Eğitim Tümen Camii haberini, Antalya İleri Gazetesi'nden aldırıp koydurmuştu.

Yeni dönemde; 1948 Afyon Hapsi sonrası, üstad ilgili gazete ve haberleri bayiden ücretsiz emanet getirttirip, Zübeyr Abi'ye okutur ve geri göndertirdi.

Bu konuda bir çok  Emirdağ şahidinden başta geleni rahmetli Mehmed Çalışkan:

- Üstad 1948 Afyon Hapsi'nden sonra bize, emanet gazete getirtir ve okuturdu.
Bayiden 2- 3 gazete alır, iç cebimize kor getirirdik.
Bu gazetelerden gösterdiği yerleri kendisine okurduk" der.

Yine bu devrede Rahmetli Zeki Çalışkan:
- başucunda radyosu bulunurdu demektedir.
Bu radyodan özellikle yeni okunmaya başlanan Kur'an kıraatını, bazen de haberleri dinliyordu.

Nur Aleminin Bir Anahtarı adlı eserini  radyo dinlemelerinden hareketle yazdırmıştır.
Zübeyr Gündüzalp 1953 yaz sonundan  itibaren,  Isparta'da üstadla devamlı kalmaya başladığında, gazete okuma okutma vazifesini tamamen ona yükledi.
Çünkü o bu işte son derece kabiliyetli ve liyakatlıydı.

Ayrıca Risale-i Nur hizmeti şahsı ve talebeleri aleyhine yayın yapan gazetelerek karşı da tekzip ve düzeltme ödevlerini Zübeyr'e vermişti.
Emirdağ Lahikası'nda bu tip örnekler yer alır.

Siyaset Meselesi

" Hakikat-ı İslamiye bütün siyasetlerin fevkindedir" diyen Bediüüzzam daima  "yüksek İslam siyaseti" dediği, İslam davasının esasını takip etmiştir.

Bu çerçevede devlet ve parti merkezli siyasetini  de "yüksek İslam siyaseti" nin bir cüzü bir parçası olarak görmüş ve değerlendirmiştir. Yani siyasetin müstakil tek başına bir anlam ve önemi yoktur.
Ancak İslam'ın ana eksen ve yörüngesi etrafında bir meseledir.
Diğer tüm dünyevi,  fani meslek ve sahalarda olduğu gibi.

Aralık 1907 de İstanbul'a geldiğinden Nisan 1923 Ankara'dan Gebze/ İstanbul'a gidene kadar tüm siyasi etiketli çabaları, yüksek İslami siyasete destek ve vasıta ol ması içindi.

1922/ 23 yıllarında ilk TBMM indeki amacı da, yeni kurulan devletin temel esaslarını bu yüksek İslam siyasetine göre kurdurma çırpınışıydı.
Doğrudan siyaset değil siyasete yön ve yörünge kazandırma gayretiydi.
Ama Ankara dahileri karşısında yalnız bırakıldığı için muvaffak olamadı ve Ankara'dan derin bir kederle ayrıldı.

1950 de bu yüksek İslam siyasetini etkileyip yönlendirme şartları, özçabaları sonucu yine karşısına çıkmıştı.

28 yıllık sürgün işkence ve zehirlenmeler, zındık ve zalim siyaset çarkını tersine ve normale çevirmişti.
Bu dönüşümün  en önemli biricik faili talebeleri ve kendisiydi.

Bu ümitvar döneme ilgisiz kalması, kendi hasat ve harmanına ilgisiz kalması demekti!
DP yi 2. Meşrutiyette formülleştirdiği "Ahrarlar/ hürriyetçiler" olarak değerlendirdi.
Emirdağ ilçe teşkilatında kendi talebeleri yer aldı  ve Hamza Emek'in ilçe başkanı olmasını kendisi istedi.

Hamza Emek anlatıyor:

- Üstad bir gün M.Çalışkan ve beni çağırıp " kardaşlarım sizler benim ve Risale- i Nur'un bedeline Demokrat Partiye kaydolun" dedi.
Üstad Isparta'dayken ilçe başkanlığı teklif edildi, tereddüt içindeyken, Zübeyr Abi'den gelen telgrafta 'Kardaşım sana verilen vazifeyi kabul et' yazıyordu kabul ettim" demiştir.( 1953)

1950 ve 54 seçimlerinde üstad seçimlerde oy kullan(a)madı.
Ama 27 Ekim  1957 seçimlerinde, aleni ve vurgulayarak Isparta'da sandığa gidip reyini kullanmıştır.

Oy kabinine Zübeyr Abi ile giren üstad Nursi bu arada yüksek sesle " Zübeyr hangi pusula Demokrat " diyerek oyunun rengi açıkça belli etmiştir.

Üstad siyasette de vasat ve meşru yolu tercih etmiş, Eşref Edip gibi sevdiği dostlarınca kurulan İslam Demokrat Partisi gibi, dindar siyasi partilerden uzak durup yüz vermemiştir.

Özelllikle 1948 Afyon Cezaevi ve sonraki yılarda Emirdağ Hayatı'ndaki takip ve kontrollerden bıkıp usanan üstad, A.Menderes ve milletvekillerine bu çilelerini anlatan mektuplarını Zübeyr Gündüzalp'e yazdırıp Ankara'ya ulaştırıyordu.

Bediüzzaman gözetim kontrol hürriyetsizlik taciz ve ıztıraplarını; ancak kırlara çıkarak giderip ferahlamaya çabalıyordu, başka bir çaresi de yoktu.

Bu sebeple " ekmeksiz yaşarım ama hürriyetsiz yaşayamam" şiarına bir de " ekmeksiz yaşarım ama seyahatsız yaşayamam" sözünü eklemişti.

Emirdağ'da at fayton kiralık cip derken  talebelerinin ve kendinin maddi  katkılarıyla 1956 yılında Ankara Kavaklıdere'den alınan,  1954 model  2.el bir Şavrole İmpala'sı  ( Ceylan) olmuştu.

Plakası;  Isparta 2001 idi.

Emirdağ'da Halil Çalışkan, Isparta'da ise Hüsnü Bayram şoförlüğünü yapıyordu.

1959 Aralık (Karakış)  ayına kadar Isparta, Eskişehir Emirdağ, Afyon'daki talebelerini ziyaret eden Said Nursi, 2 Aralık'ta  "Zübeyr arabayı hazırlayın Ankara'ya gidiyoruz" der..
Beyrut Palas'ta bir gece talebeleri ile görüşür ve Emirdağ'a döner. Talebeleri onu Polatlı'nın göründüğü bir yerde karşılayıp Ankara'ya getirdiler.

Bu ilk  ziyaretten talebeleri dışında  kimsenin bilgisi olmadı.

Emirdağ gittikten sonra şu mektubu Gündüzalp'e yazdırıp yayımlattı.

" Ankara'ya bu sefer geldiğimin mühim  sebebi, İslamiyet'e ciddi taraftar olan Dahiliye Vekili Namık Gedik'i görmek ve İslamiyet'in bir kahramanı olan Adnan Bey ve Tevfik İleri gibi mühim zatlara bir hakikatı söylemektir."

Bu hakikat, yaklaşan korkunç ihtilale karşı Ayasofya'yı ibadete açıp Allah nezdinde ve millet gönlünde iktidara güç kazandırmak ve bilemediğimiz bazı uyarı ve tavsiyelerdi ama bu ümidi gerçekleşmedi.
Çünkü darbe için harekete geçilmiş ve hükümet üyeleri ve başbakan da artık  kuşatma çemberine girmişti.

Çok sıkıntılı da olsa, göreceli hak ve hürriyet ortamı bu gezilere imkan ve fırsat veriyordu.
Bu seyahatlerde daima ve başta Zübeyr Gündüzalp bulundu.
9 Aralık Çarşamba günü1959 da,  Emirdağ'dan Konya'ya gider, Mevlana'yı ziyaret eder ve kardeşi Abdulmecid Ünlükul ile görüşüp, o gün Emirdağ geri döner.
Aralık ayında üstad 3 kere Konya'yı ziyaret eder.

Bu ilk ziyaretin şahidi Mazhar İyidöner anlatıyor:
- Üstad Konya'ya gelince Mevlana Meydanı'nda durdu. Mahşeri bir kalabalık toplanmıştı.
Zübeyr Abi araba kapısında tam bir erkan- harp/ kurmay gibi bekliyordu.
Herkese özellikle gazetecilere izahat yapıyordu.
Bir taraftan da göz ucuyla sürekli üstadı gözetiyordu.

Üstad ikinci olarak,  1959 yılı 29 Aralık Salı günü Ankara'ya geldi ve Denizciler Caddesi'indeki Beyrut Palas Oteli 38 nolu odada konakladı.

31 Aralık yılbaşı gecesi ise İstanbul yolundaydı. 1960 ın ilk günü, 1 Ocak (Zemheri'de)  Cuma günü İstanbul'a ulaştı.

İstanbul Piyerloti Oteli'nde kaldığı ilk ve tek gecede, bir gazeteci tam karşı odadan gizlice üstadın fotoğrafını çekecekken engel olmak istediler, Zübeyr ise " bırakın çeksin o fotoğrafı çekilecek zattır" deyip müsade etti.

İstanbul'a vardıkları 1 Ocak 1960 Cuma günü, Gündüzalp üstadın emriyle otel lobisinde gazetecilere basın açıklaması yaptı.

Bir gazeteci:" Said Nursi doktora gider miydi?" diye sorunca Gündüzalp ;" Bediüzzaman tıbba aşinadır!" cevabını verdi.

3-033.jpg

Divan Yolu Caddesi'ne açılan  Piyerloti Sokağı'ndaki Piyerloti Oteli çatı katında, 1/ 2 Ocak gecesi talebeleriyle odasında buluştu ve İstanbul'da son dersini verdi.

Ali Demirel, Mehmed Fırıncı, Mehmed Emin Birinci, Bekir Berk, Hail Yürür gibi birçok talebesini yakından tanıklığıyla üstad o gece tek kelimeyle muhteşemdi.

Yatağından bazen ayağa fırlıyor:" küfrün belini kırdım Risale- i Nur'ların neşrini önleyemeyecekler!" diyerek kükrüyordu.

" Eski Said'ten korkuyorlardı, şimdi genç Said'ler binler oldu, ehli dalalet titremeli!" derken  otel odasını çınlatıyordu.

2 Ocak Cumartesi günü bu İstanbul'dan  ayrılarak geceyi yolda geçirip,  3 Ocak'ta Ankara'ya ulaştılar.

Üstad 3/4  Ocak 1960 gecesini yine Beyrutpalas'ta  geçirdi ve çeşitli temaslarda bulundu, mebus talebesi Tahsin Tola vasıtasıyla Ankara Valisi ve Ankara Savcısıyla görüşmek için çırpındıysa da muvaffak olamadı.

Emek'te bulunan Tahsin Tola'nın damadına ait evde istirahat etti.

Bu sırada Diyarbekir'de Dicle kenarındaki Fiskaya'da bulunan, 2 katlı ve altı Nur Dersanesi, üstü Mehmed Kayalar'ın evi tank ve askerlerce çevrilmiş, girip çıkanlar kimlik kontrolünden geçiriliyordu.

Bu aslında 27 Mayıs İhtilali'nin ayak sesleriydi  Üstad,  Menderes veya üst seviyede bir siyasi yetkiliyle muhatap olup bu tehlikeyi izah etmek ve Ayasofya'yı açtırarak manen çözüm bulmak istiyordu.

Bu izdiham ve gerilim anında; Diyarbekir Posatanesi'nde çalışan bir Nur talebesi durumu Zübeyr Abi'ye bildirdi.

O da üstada aktarınca Kayalar Abi uçakla derhal Ankara'ya oteline çağrıldı ve ünlü Müsbet Hareket adlı son dersini bu odada tüm talebelerine söylerken, Zübeyr Gündüzalp sesinin kısık ve anlaşılmaz olduğunda araya girip, üstadına ses ve nefes olurken, Mustafa Sungur bu nutku yazıya geçiriyordu.

Ankara'dan 5 Ocak Salı günü, Ankara'dan   ayrılıp Konya'ya  doğru yola çıkmadan otelin lobi ve etrafını saran gazetecilere Gündüzalp kısa bir basın açıklaması yaptı.
Bediüzzaman'ın gayesini kısaca anlattı ve üstadın şu mesajını iletti: " Millete faydalı ve günahsız şeyleri yazsınlar!"

Ertesi gün muzır gazeteler onu ;"Said Nursi'nin başmüridi ve en yakın yardımcısı" olarak yazdılar.

5 Ocak 1960 Salı günü Ankara'dan ayrılırken başta Bekir Berk ve talebeleri üstadı Ankara Garı önünden Orman Çitliği önünden geçen Konya Yolu'na yürek yakan bir aşk ve hasretle uğurladılar.

Konya'da kardeşi Abdulmecid'i  evinde,  ilk ve son kez ziyaret edip Isparta'ya yöneldiler.
  
             ***
Bediüzzaman Ankara'ya Sokulmuyor! (11 Ocak 1960)

Bu tarihte Zübeyr Abi'ye " arabayı hazırlayın, kardeşlerim bekliyor, acele Ankara'ya gideceğiz!" dedi.

Bu davet mektublarını Ankara talebelerini temsilen, Ali Riza Sağlamer, Dursun Kutlu ve (Allah sağlığını artırsın) Refet Kavukçu Emirdağ'a ulaştırıp üstadın önüne koydular.

Ankara'yı temsilen gelen mektubu Zübeyr'e  verip okutturdu.

" Görüyorsunuz çok hastayım, yolda öleceğimi bilsem de bu davete icabet edeceğim, acele arabayı hazırlayın" dedi.

Bu tavrı Hz Hüseyin ra ın, Kerbela davetçilerine evet demesine benzer bir sadakat ve vefa timsaliydi.

Evden çıkar çıkmaz 3 davetçiyi polisler tutuklayıp birkaç saat sonra saldılar.
Hareket ettiklerinde Isaparta 2001plakalı Şavrole/ İmpala, Afyon/ Ankara yolu Emirdağ çıkışında onları bekliyordu.

Önce davetçilerin arabası önden gitti, sonra üstadın arabası öne geçti.

Sonra arkadaki arabayı beklediler ve Zübeyr Ağabey yanlarına gelip,  "üstadımız diyor ki; kardaşlarım korkmasınlar küfrün belini kırdık, küfür beli kırık yılan gibidir" diyor dedi ve yola devam ettiler.

Bediüzzaman,  Emirdağ'dan çıkmaması için,  öğlen  haberlerinde hükümet bildirisini arabadaki  radyodan duyunca,  paratoner olarak öne geçti ve " biz Ankara'ya gideceğiz, kardaşlarım merak etmesinler" diye emniyet aşıladı.

Refet Kavukçu:
- Haymana'yı geçince üstad bir ağaç altında, biz de yol kenarında öğlen namazınını kıldık ve Ankara  Gölbaşı'na ulaştık" diyor.

Burda polisler yollarını kesti ve hükümet bildirisini hatırlattılar.

Üstad " bu emri verenler ya komünist ya mason veya din düşmanlarıdır.
Biz bunların emrini dinlemiyoruz, hiçbir kuvvet bizi durduramaz!" diye haykırdı.

Abdulkadir adlı polis komseri yaklaşıp  "Emir aldık Allah rızası için dönün" dedi.

Bediüzzaman ise " Ankara'yı darmadağın edebiliriz, biz kimsenin burnunun kanamasını istemiyoruz!" deyip geri döndü.

***

Urfa Yolculuğuna Doğru!

1960 Ramazan ayı 28 Şubat Pazar günü başladı.

Bayram Yüksel anlatıyor:
- Bu son Ramazan'da yatsı namazlarını Üstadımız, teravihleri ise Tahiri Abi oturma odasında kıldırıyordu.

Ramazan'ın tam 15.gecesi üstadımız çok rahatsızlandı, Zübeyr Abi'nin teravi yarım kılalım  teklifine üstadımız " yok tamamın kılacağız" dedi ve tamamını kıldık.

Bu tarihten itibaren Zübeyr Abi'nin anlatımıyla üstad, yemekten iyice kesildi.
Yaptığı çorbasını iftarda önüne koyduğunda, " kaldır!" der ve biraz su içerdi.
O Ramazan böyle geçiyor,  üstad iyice ruhani ve melek gibi bir kişilik kazanıyordu.

17 Mar'ta Emirdağ giden üstad orda şiddetli şekilde hastalandı.

Zübeyr Gündüzalp ve Hamza Emek Dr Tahir Barçın'ı çağırdılar, iğne yapıp serum verdi ve ağır bir zatürre geçirdiğini söyledi.

Üstad Emirdağ'da Tahir Barçın'a Aralıktan beri diline pelesenk ettiği şu sözleri tekrarladı.
" Kardaşım! Risal- i Nur bu vatana hakimdir, mason ve komünistlerin belini kırmıştır, biraz sıkıntı çekeceksiniz, sonunda iyi olacaktır" dedi.

Bu sözü Urfa yollarında da yine,  yeniden haykırdı durdu.

19 Mart Cumartesi günü ağır hasta olarak Isparta'ya döndüler.

Üstad hemen ve sıkça " Urfa'ya Diyarbekir'e gideceğiz.." demektedir.
Sonradan ise" Hazırlanın Urfa'ya gideceğiz" demeye başlar.

19 Mart gecesi odasında, Zübeyr kollarını Bayram da, ayaklarını ovarken saat 02/ 03 arasında "gideceğiz.. Urfa Diyarbekir..gideceğiz" dedi.

1-082.jpg20 Mart Pazar günü,  arabanın arkasındaki yatakta üstad, şoför mahallinde Zübeyr, Bayram ve kaptan Hüsnü Bayram   yağmur altında Isparta'daki, 23 Ağustos 1953 te Eskişehir'den gelip yerleştiği  bahçeli 2 katlı Fıtnat Hanım'ın evinden, 20 Mart 1960  sabah  9 oo da Urfa'ya gitmek üzre Eğirdir yoluna girdiler.

Bu evde üstad ve talebeleri tastamam 2401 gün yaşadılar.

***
Üstadın evinin önünde 2 polis bekliyordu.
Eğirdirde yağmur şiddetlendi ve polisler içeri girmişti görmediler, Şarkikaraağaç'varmadan plakayı çamurlayıp geçtiler.

Konya Meram Bağlarında üstad hastalandı ve hiç konuşamıyordu.
Konya girişinde iftarlık olarak peynir zeytin aldılar, parasını üstad verdi.

Konya Valisinin şerrinden çekiniyorlardı ama Mevlana Camii yanından Adana yoluna geçtiler.
Ereğli'ye yaklaşırken Zübeyr ile Bayram'ın kulağına eğilip " Risale- i Nur dinsizlerin belini kırmıştır, evlatlarım hiç merak etmeyin" dedi.

Sabah 7 30 da Gaziantep'e ulaştılar, Nizip yoluna kar yağmıştı.

Urfa'ya Pazartesi tam saat 11'de girip, doğruca Kadıoğlu Camii'ne gittiler.

Ordan hemen İpekpalas Oteli'ne gidip, üstadın iki yandan koluna girip, 27 nolu odaya yatırdılar.
21 Mart Salı günü üstad iyileşir gibi oldu, gelen tüm ziyaretçileri kabul ediyordu.

Urfa'da bulunan Abdullah Yeğin yanına girdiğinde yine; "merak etme küfür ölmüştür, bir şey yapamazlar!" dedi.

Zübeyr Abi üstadın kapısında durup, gelen gurupları içeri alıyordu.

Bu arada polisler gelip Ankara'dan emir var Isparta'ya gideceksiniz dediler.
Üstad " Acayip ben buraya gitmeye değil, ölmeye geldim!" dedi.

Zübeyr ve Hüsnü'yü Emniyet'e çağırdılar.
Polis, gideceksiniz deyince Gündüzalp " hastalığı şiddetli gidemez, biz müdahele edemeyiz" dedi.
Polisler " amirlerimize bağlıyız" deyince, Zübeyr " ben de üstadıma bağlıyım bunu söyleyemem" dedi.

Gündüzalp Mahmut Hasırcı'yı alıp Emniyet Müdürü'ne çıktılar.
Müdür:
"Üstadınıza söyleyin, yoksa biz cebri olarak göndereceğiz" deyince, Nur'un kumandanı " biz üstadımıza bir şey söyleyemeyiz" deyince müdür " siz camit misiniz? " dedi.
Gündüzalp ise" evet biz camidiz.Üstadımız tekmeyle nereye vurursa biz oraya yuvarlanırız, üstadımız ne derse onu yaparız" dedi.

Müdür Gündüzalp'e ağır sözler söylerse de, dişleriyle dudaklarını ısırır ve fiziki bir karşılık vermez.

Zübeyr DP İl Başkanı Mehmed Hatipoğlu' nu harekete geçirir, uzun sert münkaşalar işe yaramaz ve Hatipoğlu tabancasını sertçe masaya koyunca ortalık biraz  sakinleşir.
Bu arada Bediüzzaman'ı kontrol eden doktor, ateşinin 40 derece olduğunu söyler.
Emniyet amiri yine gelip üstada " Emir kati, mutlaka Isparta'ya dönmelisiniz" deyince üstad güçlükle doğrulup " ben gidiciyim, siz suyumu hazırlamakla mükellefsiniz amirinize bildirin.." der.

Bu sözler üstadın son sözleri olur amir odayı terk eder.

Zübeyr bir haftadır uykusuzdur, üstad Bayram Yüksel'in boynuna sarılıp tuttu, bir şeyler demek ister gibiydi.
Saat 2 3o/ 3oo arasında üstad hayata gözlerini yumdu.
Zübeyr dahil 4 talebesi başucunda bekleşirken sahur da geçti ve üstadları uyanmadı..
23 Mart 1960 Çarşamba günü gökten ülkenin birçok yerine kırmızı çamur yağdı ve Urfa semalarını acayip kuşlar kapladı.

Zübeyr o gün postaneden Türkiye'nin dört köşesine üstadının vefatını telgraflarla duyurdu.
24 Mart Perşembe ikindi namazı sonrası Ulu Cami'de  ikindi namazı ardından cenaze namazı kılındı,   Dergah'taki hazır mezara gömüldü.

Olaya derhal Gündüzalp el koydu ve üstadın özel eşyalarını muhafaza altına aldı ve hakimi çağırtıp hukuki tutanaklar hazırlatıldı.

Mehmed Kırkıncı anlatıyor;
- Erzurum'dan Urfa'ya Cuma günü geldik. Dergah'ta Cuma'yı kılıp medreseye gittik.

Sungur Ceylan Tahiri abiler medresedeydi.
Zübeyr Abi cemaata üstadın vefatını ayrıntılı olarak anlattı ve vefat anında aldıkları tedbirleri anlattı.

Sonra ordaki cemaata şöyle hitap etti:

"Artık üstadımız gitti.Hizmet bizim boynumuzda kaldı.Ölünceye kadar bu hizmeti devam ettireceğiz.
Peygamberimiz vefat edince İslamiyeti yayma vazifesi durmadı, sahabeler üstlendiler.
Şimdi biz de; önümüze çıkan bütün engelleri hizmet uğrunda aşacağız.
Engeller ne kadar büyük olursa olsun, bizdeki himmet şehamet celadet cesaret ondan daha büyüktür.Bu hasiyetlerin karşısına hangi engel çıkarsa çıksın küçüktür."

Meşveret sonucu Urfa'da, Zübeyr Bayram Abdullah kalacaktı.

Urfa'da bir binbaşı ve sonra hakim bir üsteğmen bu 3 talebeyle oturup sohbet eder ve şimdi gidip bir iki ay sonra gelmelerini telkin eder.

Gündüzalp Antep'ten  kimseye demeden önce, Isparta'ya sonra baba ocağı Ermenek'e gitti.

Burda hem dinlendi hem Nur Külliyatı'nı yeniden okuyup tefekkür etti.

Daha sonra Sungur Abi'nin yazdığı " hizmete davet" mektubu ve İstanbul'a davet eden Üzeyr Şenler'in bizzat daveti üzerine İstanbul'a gitmek için Ankara Çankırı Caddesi'ndeki apartmanın çatı katındaki dersaneye çıkınca polisler baskın yapıp tutukladı, sonra salıverdiler.

Zübeyr Gündüzalp bu tutuklamayı bir işaret kabul edip, Ankara Hacı Bayram Camii arka sokağındaki 27 numaralı Nur dersanesine yerleşti.

7-006.jpg

Zübeyr Abi'nin (rh), Notları'ından oluşan kitapçıklar

Zübeyir Gündüzalp, Üstadın vefatından sonra cemaatte meşveret sistemini yerleştirdi.
Hizmeti meslek ve meşrep açısından şekillendirdi. Bu maksatla Sözler'den derleme Hizmet Rehberi, Beyanat ve Tenvirler risalelerini hazırladı. II. Emirdağ Lahikasını İttihad Gazetesi'nde tefrika ettirdi.

Kaynak:
Tarihçe-i Hayat
Emirdağ Lahikası
Mufassal Tarihçe-i Hayat 3/ Abdulkadir Badıllı
Zübeyir Gündüzalp/ İbrahim Kaygusuz
Ateşten Yıllar/ Abdulkadir Selvi
Nura Adanan Bir Ömür; Zübeyir Abi/ Necmeddin Şahiner
Son Şahitler 3/ Necmeddin Şahiner
Nur'un Büyük Kumandanı/ İhsan Atasoy
Hayatım- Hatıratım/ Mehmed Kırkıncı
Abiler Anlatıyor 1/ Ömer Özcan
Zübeyir Gündüzalp/ 50. Yıl Hatırası

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum