Niyazi BEKİ
Bedizzaman’ın penceresinden Kapitalist ve Komünist Felsefesi
Zaman içerisinde ara sıra sözkonusu edildiği gibi bu günlerde de medyada yine Bediüzzaman’ın “Hristiyanların dindar ruhanileriyle dayanışma” yı tavsiye eden ifadelerine dikkat çekilmektedir. Lehte veya aleyhte yazılan, konuşulan bu meselenin açıklanmasında bir zaruret hâsıl olduğunu düşünüyoruz. Çünkü bu konu, seslendirenler tarafından çok kısa bir şekilde sözkonusu edildiği için, yanlış anlaşılmalara meydan vermekte ve hakikatin önemli boyutu haksızlığa uğramaktadır. Bu günlerde Rusya ile ilişkilerimizin olumsuz bir yörüngeye girmesi de meseleyi güncel bir formatla hafızalarda canlandırmak önem arz etmektedir. Bu yazımızda Bediüzzzaman’ın görüşleri doğrultusunda kapitalizm ve komünizmi ve bu iki rejimin temsilcileri sayılan Amerika ve Rusya realitesini irdelemeye çalışacağız.
Kapitalizmin Zulmü
Kapitalist rejimlerin temel felsefesini iki notada toplayan ve iki kelimeyle özetleyen Bediüzzaman hazretleri, faizci ve sömürücü düzenlerin insanlık ailesinin katmanları arasına büyük bir fitne-fesat soktuğunu şu sözlerle ifade etmiştir: “Bütün ihtilalat-ı beşeriyenin madeni bir kelime olduğu gibi, bütün ahlâk-ı seyyienin menbaı dahi bir kelimedir.
Birinci kelime: "Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne."
İkinci kelime: "Sen çalış, ben yiyeyim" (Sözler,408).
Hakikaten işçileri çok az bir ücretle çalıştıran ve aşırı konforlu hayat yaşayan, elde ettikleri servetlerini hakça paylaşmayan faizci ve sömürücü patronlar, kurdukları ekonomik düzende adalet namına işleyen bir mekanizmaya yer vermemişlerdir. Aslında sosyal hayatı paylaşan zengin ve fakir kesimlerin barış ve huzur içinde yaşamalarını temin eden yegâne formül, kazançların hakça ve adil oranlarda bölüşmesi ve paylaşmasıdır. Bu adil reçete ile hareket edildiği takdirde, toplum hayatında yer alan zenginlerin fakirlere karşı şefkat ve merhamet duygusunu beslemeleri, fakirlerin de zenginlere karşı dürüst davranmaları ve saygı göstermeleri sağlanacak ve toplumsal hayatın barış ve huzuru temin edilmiş olacaktır. Ne var ki, Kapitalist düzende: "Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne!" felsefesi, zenginleri, patronları ve elit tabakayı zulme, ahlaksızlığa, merhametsizliğe sevk etmiştir. “"Sen çalış, ben yiyeyim" felsefesi ise, fakirleri, işçi sınıfını ve avam tabakasını kin ve haset beslemeye ve sonuç olarak da bir direniş ve mücadele içine girmeye itmiştir. Bu zulmün sonucu olarak birkaç asırdan beri insanlığın rahat ve huzurunu bozduğu gibi, bu son asırda da emek ve sermaye mücadelesi formatında ortaya çıkmış ve özellikle Avrupa’da malum büyük olayların patlak vermesine sebebiyet vermiştir(bk. Sözler, 408-409).
İşte kapitalist batı medeniyeti bütün hayır kurumlarına, ahlak eğitimini veren okullarına ve çok sert kanun ve inzibat, güvenlik tedbirlerine rağmen insanların bu iki kesimini barıştıramamış, sosyal hayatın bu müthiş yarasını tedavi edememiştir. Buna mukabil İslam dini, zekât kurumuyla birinci kelimenin yarasını tedavi ettiği gibi, faizi yasaklamakla da ikinci kelimenin açtığı yarayı tedavi etmiştir(bk. a.g.y). Gerçekten Hadis-i şerifte, birinci kelimenin zekât kurumuyla tedavi edildiğine işaret etmek için şu veciz ifadeye yer verilmiştir: “Zekât İslam’ın kurduğu bir köprüdür”, zenginlerle fakirler, patronlarla işçiler bu köprüde buluşurlar, barışırlar ve kardeş olurlar. Ayet-i kerime ise, faizi yasaklamak suretiyle ikinci kelimenin açtığı yarayı tedavi etmiştir. Bediüzzaman’ın ifadesiyle: “Evet, âyet-i Kur'aniye âlem kapısında durup ribaya/faize yasaktır der. ‘Kavga kapısını kapamak için banka kapısını kapayınız’ diyerek insanlara ferman eder.” (bk. Sözler, a.g.y. )
Komünizmin Zulmü:
Bilindiği gibi Fransız ihtilali ile birlikte, aşırı özgürlük tohumlarıyla insanların aşılanması sonucunda sosyalistlik türedi, tevellüd etti. Ve sosyalistlik ise bir kısım mukaddesatı tahrib ettiğinden, aşıladığı fikir bilâhere bolşevikliğe inkılab etti. Ve Bolşeviklik/komünizm dahi, insanlığın, evrensel ahlakın, vicdanın ve kalbin saygı duyduğu pek çok mukaddesatı bozduğundan, elbette ektikleri tohumlar hiç bir kayıt ve hürmet tanımayan anarşistlik mahsulünü verecektir. Çünkü insanın kalbinden hürmet ve merhamet çıksa; akıl ve zekâ, o insanları gayet dehşetli ve gaddar canavarlar hükmüne getirir, daha siyasetle idare edilmezler”(Şualar, 588 ).
Kapitalizm ve Sosyalizmin Zararları
Bediüzzaman hazretleri, yaptığı bir değerlendirmede kapitalizmin zararlarının sosyalizmin zararlarından daha fazla olduğunu belirtmiştir.
"İnsan, gıdaya ihtiyacı gibi zevke de bir ihtiyacı var. Nefis ve heva cihetinde tatmin edilmezse, ruh ve hüda canibinde zevkini arayacaktır. İki adam, birisi seni muşa’şa, cazibedar, eğlenceli bir ziyafete teşrifleriyle davet eder. Diğeri sade bir yerde, basit bir çorbaya seni çağırıyor. Birincisine değil cemaat, sünnet belki namazı da terkedersin, gidersin. İkincisine sünneti de terketmezsin. Birincisi medeniyet(kapitalizm), ikincisi sosyalistliktir."(Asar-ı Bediiye, 674).
Amerika Müslümanlara Dost olmak zorundadır
Bedüzzaman’ın ön görüsüne göre, zaman içinde terör ve anarşi yüzünden Avrupa ve Amerika, İslam ülkeleriyle dost olmak zorunda kalacaktır. Kendi menfaati de orada olduğu için, Müslümanların lehine bir siyaset takip edecektir: “Eskiden Hristiyan devletleri bu ittihad-ı İslâma tarafdar değildiler. Fakat şimdi komünistlik ve anarşistlik çıktığı için; hem Amerika, hem Avrupa devletleri Kur'ana ve ittihad-ı İslâma tarafdar olmağa mecburdurlar”(Emirdağ Lahikası-2, 54 )
Üstad, Demokrat partililerin dine daha fazla taraftar olmalarının onların da lehine olacağını bildirirken şu noktalara dikkat çekmiştir:
“…bütün âlem-i İslâmı arkasında ihtiyat kuvveti yapmak ve uhuvvet-i İslâmiye ile dörtyüz milyon kardeşi bulmak ve Amerika gibi din lehinde ciddî çalışan muazzam bir devleti kendine hakikî dost yapmak, iman ve İslâmiyet'le olabilir”(Emirdağ Lahikası-2, 209 ).
Rusya da Müslümanlarla barış içinde yaşamak zorundadır.
Üstadın ön görüsüne göre, İleride Rus halkı komünizmden kaynaklanan dinsizlik pençesinden kurtulacaktır. Eski dinleri olan Hristiyanlığa da dönemeyecektir. Ya Müslüman olacak veya Müslümanlarla barış içinde yaşamayı ön görecektir. Aşağıdaki ifadeleri bu gerçeğin yankılarını yansıtmaktadır.
“İki dehşetli harb-i umumînin neticesinde beşerde hâsıl olan bir intibah-ı kavî ve beşerin tam uyanması cihetiyle kat'iyyen dinsiz bir millet yaşamaz. Rus da dinsiz kalamaz, geri dönüp Hristiyan da olamaz. Olsa olsa küfr-ü mutlakı kıran ve hak ve hakikata dayanan ve hüccet ve delile istinad eden ve aklı ve kalbi ikna' eden Kur'an ile bir musalaha veya tâbi' olabilir. O vakit dörtyüz milyon ehl-i Kur'ana kılınç çekemez.”(Emirdağ Lahikası-2, 72 )
Hristiyan Ruhanileriyle İttifak Gerekçesi
Bediüzzaman hazretleri, Hristiyanların dindar ruhanileriyle ittifak etmenin gerekliliğini iki noktadan değerlendirmiştir. Birincisi: Ahir zamanda Hz. İsa ile Hz. Mehdi’nin Deccala karşı ittifak edeceklerini bildiren hadis-i şerif. İkincisi: Komiteler halinde çalışan dinsizlik cereyanlarına karşı, elbirliğiyle mücadele edecek her türlü kuvvete kapıları açık tutmanın zarureti. Bu konuda en çok yardım elini uzatabilecekler dindar Hristiyanlardır. Çünkü:
a)Onlar da dinsizliğe ve ahlaksızlığa karşı çıkmayı bir görev sayıyorlar.
b)Onlar arasında birçok mütevazı, Allah için dünyayı terk etmiş zâhid ve ilim sahibi din adamı bulunur. Bu vasıfları ise, -Kur’an’ın açık ifadesiyle-onların Müslümanlara karşı sempati duymalarını sağlamaktadır. “(Reslüm!)Sen, iman edenlere, düşmanlık besleme bakımından onların en şiddetlilerinin Yahudiler ile müşrikler olduğunu görürsün. Müminlere sevgi bakımından en çok yakınlık duyanların ise ‘Biz Nasâra’yız (Hıristiyan’ız)’ diyenler olduğunu görürsün. Bunun sebebi, onlar arasında bilgin keşişlerin ve dünyayı terk etmiş rahiplerin bulunması ve onların kibirlenmemeleridir”(Maide, 5/82) mealindeki ayette bu gerçeğin altı çizilmiştir.
c)İleride Amerika Müslüman ülkelerle işbirliği yapma ihtiyacını hissedecektir. Özellikle evrensel terör ve anarşi unsurları, bu işbirliği ihtiyacını daha da hissettirecektir.
İşte bu ve benzeri gerçeklerden hareket eden Bediüzzaman hazretleri, İslam’a hizmeti görev bilen Müslümanlara şu tavsiyede bulunmuştur:
“Hadîs-i sahihle, âhirzamanda İsevîlerin hakikî dindarları ehl-i Kur'an ile ittifak edip, müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları gibi; şu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat, değil yalnız dindaşı, meslekdaşı, kardeşi olanlarla samimî ittifak etmek, belki Hristiyanların hakikî dindar ruhanîleri ile dahi, medar-ı ihtilaf noktaları muvakkaten medar-ı münakaşa ve niza' etmeyerek müşterek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar...”(Lem'alar,151).
Demokrat parti hükümetine “İttihad-ı İslam” dairesine girmelerinin vatan ve millet için büyük faydalar sağlayacağını bildirirken de şu ifadelere yer vermiştir:
“…Onun için şimdiki bu hükûmetimizin hakikî kuvveti, hakaik-i Kur'aniyeye dayanmak ve hizmet etmektir. Bununla ihtiyat kuvveti olan üç yüz elli milyon uhuvvet-i İslâmiye ile ittihad-ı İslâm dairesinde kardeşleri kazanır. Eskiden Hristiyan devletleri bu ittihad-ı İslâma tarafdar değildiler. Fakat şimdi komünistlik ve anarşistlik çıktığı için; hem Amerika, hem Avrupa devletleri Kur'ana ve ittihad-ı İslâma tarafdar olmağa mecburdurlar”(Emirdağ Lahikası-2, 54 ).
Ayet ve hadislerle desteklenen bu büyük hakikati kavramayanlar, işi yanlış yöne çekmekte bir sakınca görmeye bilirler. Fakat hakikat-bin olanlar bu ittifakın Müslümanların ve İslam dininin lehine olduğunu anlamakta zorlanmazlar.
"Evet ümidvar olunuz, şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sadâ, İslâm'ın sadâsı olacaktır!"(Tarihçe-i Hayat,133).
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.