Bekir Berk'e Nurcuları sevdiren o tek cümle
O günden sonra Risale-i Nur'un iman davasını, davası bilen Bekir Berk ağabey iftiharla şöyle diyecekti...
Risale Haber - Haber Merkezi
Akit yazarı Yavuz Bahadıroğlu bugünkü "Avukatım Bekir Berk" yazısında Bekir Berk Ağabeyden bahsetti. Bahadıroğlu, Bekir Berk Ağabeyin hayatından anekdotlar aktararak davasına bağlılığını ve en zor şartlarda bile naçar kalmadan Tarık bin Ziyad'a benzediğini anlattı.
Risale-i Nur'un "Gençlik Rehberi" mahkemeleri esnasında davanın sanıkları Nur talebeleri ile görüşen Bekir Berk'e Nur talebelerini sevdiren bir tek cümle olmuştu: “Davamızı savunun!..” dediler ağız birliği içinde, “biz kıyamete kadar cezaevinde kalmaya razıyız, yeter ki davamız kurtulsun.”
O günden sonra Risale-i Nur'un iman davasını, davası bilen Bekir Berk ağabey iftiharla şöyle diyecekti: “Ben dâvâmın figüranlığına bile razıyım”
İşte Yavuz Bahadıroğlu'nun o yazısı:
Avukatım Bekir Berk
1950 öncesinin “Zindan ve hicran devri”nden 1950 sonrası çok partili döneme de bulaşan tortular, jakoben zihniyetin yönetimindeki “oligarşik bürokrasi” marifetiyle kendi halinde dindarlara da yönelmiş, özellikle Risale-i Nur talebeleri, kâh “şeriat devleti kurmaya çalışmak”la, kâh “dini, siyasete alet etmek”le, kâh “gizli cemiyet kurmak”la suçlanarak zindanlara atılmıştı.
İşte o günlerde, Demokrat Parti milletvekillerinden Dr. Tahsin Tola aracılığıyla durumdan haberdar olan genç bir avukat yerinden fırladı ve: “Zalimin zulmü varsa mazlumun Allah’ı var!..” diyerek Ankara’ya koştu.
Bediüzzaman Said Nursi’nin “Gençlik Rehberi” isimli eserini bastırıp dağıttıklarından dolayı tutuklanan Risale-i Nur talebelerine ulaştı. Demir parmaklıklar arkasında tutukluydular. Önce şunu sordu:
“Davanızı mı savunayım sizi mi? Sizi savunursam hemen çıkarsınız. Davanızı savunursam iş uzayabilir, hatta sonu mahkûmiyet bile olabilir.”
“Davamızı savunun!..” dediler ağız birliği içinde, “biz kıyamete kadar cezaevinde kalmaya razıyız, yeter ki davamız kurtulsun.”
Cesaret ve mertliğe tutkun olan Bekir Berk, bu tek cümle ile müvekkillerini sevdi ve davalarına bağlandı. Artık o Bediüzzaman ve talebeleri başta olmak üzere tüm “din mazlumları”nı savunacaktı.
Onu tanıdığımda müthiş enerjisinin ve kendini paralarcasına koşturmasının kaynağını keşfedebilecek yaşta değildim. Fakat insanı kuşatan enerjisine, davalardan bahsederken yoğunlaşan heyecanına, hiçbir ayırım yapmaksızın her insana “insanca” davranmasına ve savunmalarını yalnızca avukatlık yeteneğiyle değil, imanlı yüreğiyle de yapmasına hayran kalmıştım.
Tanıdıkça ondan etkilendim, onunla kuşatıldım, adeta bütünlendim. Nihayet onunla birlikte çalışma keyfini ve stresini (çok titizdi, her şeyin mükemmel olmasını isterdi ve bunda da çok haklıydı) yaşadım. Onunla olduktan sonra stres de bir keyifti aslında; bu gerçeği, “onsuzluk”ta daha iyi anlayabiliyorum. Çünkü o bir “Yürek Adam”dı. Bir yürek büyümüş, büyümüş de insana dönüşmüş sanırdınız.
Şartlara asla teslim olmaz, engel tanımazdı. “Çare yok” dendiğinde “nâçar” kalmaz, “Meşru hedefine meşru vasıtayla yürüyen insanın önündeki engelleri Allah kaldırır” diyerek yola çıkar, elinden geleni yapardı.
Bayezid’deki bürosunda herkese göre iş vardı. Kim uğrasa bir iş verir, koştururdu. Kimseyi boş oturtmazdı. Onun yanında gereksiz şeyler konuşamaz, kimseyi çekiştiremez, geçmiş başarılara nostalji takılamazdınız. Çünkü buna izin vermezdi. Kendisi günü yaşarken, hep geleceğe yaşar, gelecek hakkındaki düşüncelerinden, projelerinden söz ederdi. Etkilenir, kaynağı iman olan hayat felsefesine hayran kalırdınız…
Zaman oldu bir duruşmaya yetişmek için katırla Zigana Dağları’nı aştı, zaman oldu yolunu kesen sel sularının içine atladı. İspanya fethi sırasında karşısına okyanus çıkınca atını denize sürerek “Beni durduramazsın!” diye bağıran Tarık bin Ziyad’a benziyordu.
Trabzon’da bir duruşma sırasında neden cübbesinin eski olduğunu düşünmekten kendimi alamamıştım. Sonra yağmurlu bir günde arkasından yürürken ayakkabılarından birinin delik olduğunu fark ettim. Oysa tanıdığım herkesten fazla çalışıyordu. Aynı enerjiyi dünya işlerine hasretse kuşkusuz Türkiye’nin en zengin avukatı olabilirdi. Fakat o dünyayı seçmemişti.
İngiltere’ye kanser tedavisine gittiğinde ben Almanya’daydım. Türkiye’ye dönüşünde, yıllar sonra ilk defa görüştük. Tanıdığım Bekir Berk’ten geriye ateşli bakışları ve secde izi bulunan geniş alnı kalmıştı. Ama bir süre sonra toparlanacak, iki seneyi aşkın bir zaman daha hizmet yolunda tavizsiz koşacaktı. “Ben dâvâmın figüranlığına bile razıyım” diyordu.
•
Bir gazetede çeyrek sayfa, yarım sayfa, tam sayfa bir ölüm ilanı okuduğumda, iman ve düşünce ufkumuzdan bir şeyin eksilip eksilmediğini düşünürüm...
Eğer birinin ölümü, iman ve düşünce ufkumuzda, gökyüzünde her yıldız kayması sonrasında oluşan karanlık boşluklara benzer bir boşluk oluşturmuşsa, o kişinin ölümüne bir kez değil, binlerce kez yanarım...
Avukat Bekir Berk’in ölümüne (15 Haziran 1992) de işte bu yüzden hâlâ yanıyorum. Çünkü o sıradan bir avukat değil, dindar maznunları avukatların bile terk ettiği bir korku dünyasının cesaret âbidesiydi. Allah rahmet eylesin.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.