Ben Hanîf olarak yüzümü, gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim

Ben Hanîf olarak yüzümü, gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), En'âm Suresi 76-83. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

76 . Derken (İbrâhîm,) üzerini gece (karanlığı) kaplayınca bir yıldız gördü (ve kavmine): “Bu rabbimdir (öyle mi?)” dedi. Fakat (bir süre sonra o yıldız) batınca: “Ben batanları sevmem!” dedi.(1)

77 . Daha sonra (gecenin bir vaktinde,) doğmakta olan ay’ı görünce: “Bu rabbimdir (öyle mi?)” dedi. Sonra (o da) batınca: “Yemîn olsun ki, eğer Rabbim beni hidâyete erdirmezse, mutlakā dalâlete düşen kimseler topluluğundan olurum!” dedi.

78 . Nihâyet doğmakta olan güneşi görünce: “Bu rabbimdir; (öyle mi?) bu daha büyüktür!” dedi. Fakat (o da) batınca: “Ey kavmim! (Bilin ki) doğrusu ben, (sizin Allah’a) ortak koşmakta olduğunuz şeylerden uzağım!” dedi.

79 . “Şübhesiz ki ben, Hanîf (hakka yönelmiş) olarak yüzümü, gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve ben (sizin gibi) müşriklerden değilim!” (2)

80 . Kavmi ise, onunla tartıştı. (Onlara) dedi ki: “Beni gerçekten hidâyete erdirmişken, Allah hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? (Ben sizin) O’na (Allah’a) ortak koşmakta olduğunuz şeylerden korkmam; ancak Rabbimin (bana) bir şey dilemesi müstesnâ. Rabbim, herşeyi ilmen kuşatmıştır. Hiç ibret almaz mısınız?”

81 . Hem, size hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri gerçekten siz Allah’a şirkkoşmaktan korkmazken, (ben) şirk koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım? Öyle ise iki tarafdan hangisi (korkudan) emîn olmaya daha lâyıktır? Eğer biliyorsanız (haydi söyleyin)!

82 . Îmân edip de îmanlarını bir zulümle (şirkle) bulaştırmayanlara gelince, işte onlar var ya, kendileri için (ebedî azab korkusundan) emîn olmak vardır ve onlar hidâyete erenlerdir.

83 . Ve işte bunlar (bizim) delillerimizdir ki, onları kavmine karşı İbrâhîm’e verdik.(3) (Biz) dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Şübhesiz ki Rabbin, Hakîm (her işi hikmetli olan)dır, Alîm (herşeyi hakkıyla bilen)dir.

1- “Güzel değil batmakla gāib (kayıp) olan bir mahbub (sevgili)! Çünki, zevâle (ayrılığa) mahkûm hakîkî güzel olamaz. Aşk-ı ebedî (ölümsüz bir aşk) için yaratılan ve âyine-i Samed (Samed olan Allah’ın aynası) olan kalb ile sevilmez ve sevilmemeli. Bir matlûb (taleb edilen şey) ki, gurûbda gaybûbet etmeye (batmakla kaybolmaya) mahkûmdur; kalbin alâkasına, fikrin merâkına değmiyor. Âmâle (emellere) merci‘ olamıyor. Arkasında gam ve kederle teessüf etmeye lâyık değildir. Nerede kaldı ki, kalb ona perestiş etsin (çok sevsin) ve ona bağlansın kalsın. Bir maksud (maksad olan şey) ki, fenâda (yoklukta) mahvoluyor; o maksûdu istemem. Çünki fânîyim, fânî olanı istemem; neyleyeyim? Bir ma‘bud (ibâdet olunan) ki, zevâlde defnoluyor (gömülüyor); onu çağırmam, ona ilticâ etmem (sığınmam). Çünki nihâyetsiz muhtâcım ve âcizim. Âciz olan, benim pek büyük dertlerime devâ bulamaz. Ebedî yaralarıma merhem süremez.” (Sözler, 17. Söz, 71)

2- Hz. İbrâhîm (AS)’ın babası ve kavmi putlara taptıkları gibi güneşe, aya ve yıldızlara da taparlardı. O’nun yıldız, ay ve güneşten bu sûretle bahsetmesi, öyle inandığındandeğil, kavmini îkaz ve irşâd içindir. Yani onlarla alay ederek ve onların zanlarını inkâr niyetiyle “Sizin bâtıl zannınıza göre bu rabbimdir” veya “Bu benim rabbimdir, öyle mi?” demek istemiştir. (Nesefî, c. 2, 30)

3- Bu âyet-i kerîmedekiحُجَّةٌ kelimesinden maksad; Hz. İbrâhîm Aleyhisselâm’ın yıldız, ay ve güneşin batışından Allah’ın birliğine dâir deliller getirmesidir. (Celâleyn Şerhi, c. 2, 389)