Hüseyin KARA
‘Bence’nin kullanılabileceği tek yer
Lemaat ekseninde duygu çağrışımları(31)
Yalnız bana ait anlayışı, tekelcilik ya da yeni deyişle benmerkezcilik olan “zihniyet-i inhisar”, üstü kapalı nefis sevgisinden kaynaklanan insanın zaaflarından biri. Sünuhat’ta geçen “inhisar zihniyeti” de bu anlama gelmektedir. Bireyde başlayan ve sonra toplumun değişik katmanlarına yaygınlaşan bu tutum bir tür hastalıktır; en azından psikolojik bir hasatlık.
İsterseniz basit bir örnekten hareket edelim. Sayalım ki ortak bir konuda eşit haklara sahip iki kişinin fikri doğrultusunda bir yol haritası çizilecek. Ama bunlardan biri yalnız doğru olarak kendi fikrini kabul ediyor ve diğerinin görüşüne hiç itibar etmediği gibi az da olsa onu hesaba katmıyor. Oysa birini ilgilendiren konu diğerini de aynı oranda ilgilendirmektedir. Uzun açıklamalara gerek görmeden burada başta hak ihlali, özgürlük kısıtlaması, tek görüşlülük, baskı gibi bireyin sahip olması gerektiği temel haklar ortadan kalkıyor. Ortak akıl denilen bir meşveret ortamı ve birlikte hareket hiçe sayılıyor. Tüm bireyleri ilgilendiren temel haklar savsaklanıyor. Toplumu toplum yapan değerler altüst oluyor. Geçerli ve doğru olan yalnız ve yalnız birinin fikriyse diğeri tartışmasız yanlış oluyor. Böylesi değerlerin yok olduğu yerde bir kargaşanın olması ise kaçınılmaz. Bu sonuca sebep olansa inhisar zihniyeti, yani tekelcilik, tek fikirlilik, benmerkezcilik…
Oysa biri bireyse diğeri de bireydir ve asla biri diğerinden üstün değildir. O da dünyada yaşayan insandır. Bir önceki gibi doğmuş ve ölmeye mahkûmdur. Birinin ötekine imtiyazı yoktur. Din de hakikat da ve insanlık da bunu gerektirmektedir. Biri için olan diğeri için de olabilir. Dolayısıyla hiç kimsenin birilerini dışlama gibi bir hakkı olamaz. Müslümanlar buna daha çok özen göstermeliler.
Bu bağlamda Asrın Adamı Bediüzzaman Lemaat adlı eserinde kaosları ortadan kaldıran son derece önemli bir ölçüden söz eder: “Her Müslim kendi meslek, mezhebine demeli: ‘İşte bu haktır; başkasına ilişmem. Başkaları güzelse, benim en güzelidir.’ Dememeli: ‘Budur hak; başkaları battaldır. Yalnız benimkidir güzeli; başkaları yanlıştır, hem çirkindir.’”
Aslında insanın hiç yapmaması gereken tek doğrusunda direnmedir. Çünkü doğru tek değil ki! Doğru görecelidir. Birine göre olan doğru bir başkasına göre doğru olmayabilir. Doğru insandan insana farklılık gösterebilir; bir ilaç birinin hastalığına deva olurken diğerinin hastalığını azdırabilmesi gibi. Hiç kimse ilaç ilaçtır diyerek birini iyi yapan ilacı kullanma kolayına kaçamaz; kaçarsa bedelini hayatıyla öder. Her insan bir dünyadır; herkesin bir bakış açısı vardır ya da bir penceresi, olaylara o pencereden bakar ve penceresinden gördüklerine, algılayabildiklerine inanır.
Değişik yaratılışlara sahip insanlara uygulanacak terbiye yöntemleri de elbette farklı olmalıdır. İnsanlar kadar farklı terbiye usullerinin olması fuzuli değildir. Bu yüzdendir ki tek şey iki amaç için kullanılabilir; hem zehir ve hem de panzehir olarak. Değişik psikolojik ekollerin varlığının kaynağı da insandır; her insanın değişik mizaçta olması. Hiç kimse de ekolünün dışındaki diğer ekolleri yok sayamaz. Kendi ekolü insanın bir yanına değiniyorsa diğer ekoller diğer yanlarına. Belki bütün ekoller insan için bir nebze fikir verebilir; çünkü insanın henüz çözülmemiş tarafları var.
İslam tarihinde hak mezhep kurucuları da hükümlere son derece geniş bir açıdan bakmışlar; mesela sınırlayıcı olmamışlar, birilerini zorlamamışlar ve en güzeli de hükümlerini genellememişler. Aksine bir taassubun ortaya çıkmaması düşünülemezdi. Sonradan taassup gösterenler olsa da bunu en azından kurucular için söyleyebiliriz. Çıkan mezhep tartışmalarını ise en büyük zaaf olan cehalete bağlayabiliriz. Tutuculuktan uzak biri çıkıp söylediğini başkasına dayatmadan ve genelleştirmeden uygulamışsa şayet, bundan daha güzel bir şey olabilir mi? Dayatma ve genellemeler elbette kaosa sebeptir.
Bu açıdan bakıldığında çok fikirlilik aslında bir zenginliktir. İslam toplumu bu fikir zenginliğini tarihin seyri içinde yumuşak şekilde halletmiştir. Hıristiyan dünyasının ortaçağı boydan boya kaplayan kanlı mezhep savaşlarına benzer bir kaosu yaşamamıştır. Şüphesiz bunun en büyük sebebi de insana çok yönlü bakmasını bilen ve üyelerine bu tür bakış açısını kazandıran Kur’an’dır. Hak olan dört mezhep, dini yaşamada ayrı bir kolaylıktır. Fikir noktasında değerlendirildiğinde doğrunun tek değil çok olduğunun en büyük delilidir. Mezhepler arasında bir ayırım da yok, olsa olsa bir tercih sebebi olur; bu da bireyin özgürlüğünün gereğidir.
Kur’an çok gayeler güder. Bütün insanlığı kucaklar, inhisara asla sıcak bakmaz. Bu yüzden toplumun her katmanı Kur’an’dan kendine göre anlamlar çıkarmış. Kur’an bir müfessirin açıklamasına da mahsus kalmamış. Kur’an’ın muhteşem kapsayıcılığı tefsirlerin çokluğunu gerektirmiştir. Tercümesinin aslının yerini tutmaması da bu açıdandır. Allah kelamı ile sıradan beşer sözü arasındaki en belirgin fark budur. İnsan söylediğiyle bir ya da iki şeye işaret edebiliyorsa Kur’an bir ayetle çok şeyleri bir anda amaçlar. Sürekli “hâlâ düşünmüyor musunuz?” demekle onu okuyana değişik anlamlar çıkarmasını teşvik eder gibidir. Kur’an alternatif düşüncelere her zaman açıktır. “Ve işlerde onlarla istişare et!” ve “Onların aralarındaki işleri istişare iledir.” gibi ayetler tek görüşlülüğü ortadan kaldırmaya, ortak aklın kapsayıcılığını insanlar arasında yaymaya ve toplumun önemli bir ilkesi haline getirmeye yöneliktir. Tek görüşten hareket, özgürlüğün en büyük engeli olduğu gibi despotizmin de temelidir.
Bediüzzaman yine Lemaat’ta “Zihniyet-i inhisar, hubb-u nefisten geliyor” diyerek, tek görüşlülüğü başka insanları hiçe saymaktan kaynaklandığına değinir ve egonun en büyük tuzaklarından biri olduğuna işaret eder. Ene kendini belli bir düzeye çıkaramamış her insanda var olan bir gerçek. Biri kendini başkasını hesaba katmadan seviyorsa bir diğeri de aynı şekilde kendini sevebilir. Bir kaosun meydana gelmemesi için yapılması gereken egonun “doğru olan yalnız benin fikrimdir” dayatmasına temkinle yaklaşmak ve her şeyden önce kendi gibi olan diğer insanların düşüncelerine saygı duymak. İfade edilmesi gereken durumda doğru olan, birey kendi düşüncesini savunurken, “bence” ya da “bana göre” demeyi unutmaması. Sanırım “bence”nin kullanıldığı tek yer burasıdır. Bu sözcüğü kullandığında başkasına da hak vererek ve egonun oyununu bozarak, “ene”ler arasındaki kavgaya son vermiş oluyor. Bütün savaşların kaynağı da “ene”dir, “ene”nin bu özelliğidir.
“Hak ve hakikat inhisar altına alınmaz” kuralı toplum düzeninin önemli kuralıdır. Herkes buna uysa kaos da olmaz.
Böyle olunca toplum düzeninin püf noktası insanın tanınmasında düğümlenmiş olur; Ene’yi yani egoyu tanımak.
İnsan kendini tanımıyorsa kendine saygı duyamaz ve kendine saygı duymayansa başkasına da saygıda bulunamaz.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.