Bilim şaşırdı: Okyanusun dibinde bile yaşam var
Derin denizlerin en derin noktaları, kesinlikle ölü bölgeler değil
Rebecca Morelle'nin haberi:
Dünyanın su altındaki en derin noktası Mariana Çukuru'nda mikroskobik düzeyde yaşam bulunduğu tespit edildi. Uluslararası bir bilim insanları topluluğu, Büyük Okyanusun 11 kilometre derinliğindeki çukurda hareketli bir misroskobik hayat bulunduğunu keşfetti.
Araştırmayla ilgili makale, Nature Geoscience adlı bilimsel dergide yayımlandı. Daha önce, Mariana Çukuru adı verilen su altı kanyonundaki koşulların herhangi bir organizmanın yaşamasına izin vermediği düşünülüyordu. Ancak araştırmayla, bazı canlıların donma seviyesine yakın sularda, büyük basınç altında ve tam bir karanlıkta yaşayabileceğini gösteren kanıtlara, bir yenisi daha eklenmiş oldu. Araştırma makalesinin yazarlarından Dr. Robert Turnewitsch, "Derin denizlerin en derin noktaları, kesinlikle ölü bölgeler değil" dedi.
Bilim insanları üç yıl önce büyük sualtı kanyonuna insansız bir denizaltı yolladı ve araç çeşitli numuneler topladı. Numulerdeki oksijen düzeyleri, çok sayıda mikroskobik organizmanın varlığını ortaya çıkardı. Dr.Turnewitch, "Bu mikroplar bizim gibi solunum yapıyor. Oksijen tüketimi de, bu topluluktaki faaliyet düzeyinin dolaylı bir ölçümü" dedi. Üstelik çalışmaya göre, okyanusun 11 kilometre dibindeki tek hücreli, ilkel canlılar 6 kilometre derinliğindeki yakındaki bir bölgede yaşayanlara göre iki kat daha aktif.
Tek hücreli canlıların, suyun yüzeyinden derine doğru inen ölü bitkiler ve organizmalarla beslendiği belirtildi. Bilim insanları, Mariana Çukuru'nda bulunan büyük canlı miktarının, dünyadaki karbon döngüsünde ve iklimlerin düzenlenmesinde önemli bir rol oynayabileceğini söylüyor. Geçen yıl da ünlü yönetmen James Cameron, tek kişilik bir denizaltıyla Mariana Çukuru'na inmiş ve son 50 yılda bunu yapan ilk insan olmuştu.
BBC
RİSALE-İ NURDAN:
Güneşin ateşinde dahi
Denilebilir ki, hayat olmazsa, vücut vücut değildir, ademden farkı olmaz. Hayat ruhun ziyasıdır. Şuur hayatın nurudur. Madem ki hayat ve şuur bu kadar ehemmiyetlidirler. Ve madem şu âlemde bilmüşahede bir intizam-ı kâmil-i ekmel vardır. Ve şu kâinatta bir itkan-ı muhkem, bir insicam-ı ahkem görünüyor. Madem şu biçare, perişan küremiz, sergerdan zeminimiz bu kadar had ve hesaba gelmez zevilhayat ile, zevil’ervah ile ve zevil’idrak ile dolmuştur. Elbette sadık bir hads ile ve kat’î bir yakin ile hükmolunur ki, şu kusûr-u semâviye ve şu buruc-u sâmiyenin dahi kendilerine münasip zîhayat, zîşuur sekeneleri vardır. Balık suda yaşadığı gibi, güneşin ateşinde dahi o nuranî sekeneler bulunur. Nar, nuru yakmaz. Belki ateş ışığa medet verir. (Yirmi Dokuzuncu Söz, Birinci Maksat, Birinci Esas)
Mütehayyir takdir edicilerin enzârını ister
Hakikat ve hikmet ister ki, zemin gibi semâvâtın da kendine münasip sekeneleri bulunsun. Lisan-ı şer’îde, o ecnâs-ı muhtelifeye “melâike ve ruhaniyat” tesmiye edilir.
Evet, hakikat öyle iktiza eder. Zira, zemin, küçüklüğü ve hakaretiyle beraber, zîhayat ve zîşuur mahlûklardan doldurulması ve ara sıra boşaltılıp yeniden zîşuurlarla şenlendirilmesi işaret eder, belki tasrih eder ki, şu muhteşem burçlar sahibi müzeyyen kasırlar hükmünde olan semâvât dahi zîşuur ve zevi’l-idrak mahlûklarla doludur. Onlar dahi, ins ve cin gibi, şu âlem sarayının seyircileri ve şu kâinat kitabının mütalâacıları ve şu saltanat-ı Rububiyetin dellâllarıdırlar. Çünkü, kâinatı had ve hesaba gelmeyen tezyinat ve mehâsin ve nukuş ile süslendirip tezyin etmesi, bilbedâhe, mütefekkir istihsan edici ve mütehayyir takdir edicilerin enzârını ister.
Evet, hüsün elbette bir âşık ister. Taam ise aç olana verilir. Halbuki, ins ve cin, şu nihayetsiz vazifeye, şu haşmetli nezarete ve şu vüs’atli ubûdiyete karşı milyondan birisini ancak yapabilir. Demek bu nihayetsiz ve mütenevvi vezaife ve ibâdâta, nihayetsiz melâike envâı ve ruhaniyat ecnâsı lâzımdır.
Bazı rivâyâtın işârâtıyla ve intizam-ı âlemin hikmetiyle denilebilir ki, bir kısım ecsâm-ı seyyare, seyyarattan tut, ta katarâta kadar, bir kısım melâikenin merâkibidirler. Onlar bunlara izn-i İlâhî ile binerler, âlem-i şehadeti seyredip gezerler.
Hem denilebilir ki, bir kısım ecsâm-ı hayvaniye, hadiste “tuyûrun hudrun“ tesmiye edilen Cennet kuşlarından tut, ta sineklere kadar, bir cins ervâhın tayyareleridirler. Onlar, bunların içine emr-i Hak ile girerler, âlem-i cismâniyâtı seyran edip o cesetlerdeki hasselerin pencereleriyle cismânî mucizât-ı fıtratı temâşâ ederler.
Elbette, kesafetli topraktan ve küdûretli sudan mütemadiyen letafetli hayatı ve nuraniyetli zevi’l-idraki halk eden Hâlıkın, elbette ruha ve hayata münasip şu nur denizinden ve hattâ zulmet bahrinden bir kısım zîşuur mahlûkları vardır. Hem çok kesretli olarak vardır. Melâike ve ruhaniyatın vücutlarına dair Nokta namında bir risalemde ve Yirmi Dokuzuncu Sözde iki kere iki dört eder derecesinde bir kat’iyetle ispat edilmiştir. Eğer istersen ona müracaat et. (On Beşinci Söz)