Himmet UÇ
Bir hanımefendi göçtü, Mübeccel Okay
“İnsanın ailesi onun bir cennetidir” der Bediüzzaman. Prof. Orhan Okay ve Mübeccel Okay Hanımefendi’nin cennet hanesi evlerinden ebedi hayata , ruhun meydanı cevelanı olan asıl cennete bir hanımefendi hoca uçtu . Şu çile ve meşakkat ve gölgelik olan dünya, meydanı tayeranı ervaha bir öğretmen, ömrünce hep iyiyi, doğruyu, güzeli, faydalıyı, insaniyi, hassasiyeti, öğrencilerinin dertleriyle dertlenmeyi öğreten ince ruhlu bir bayanı asıl dünyaya gönderdi. Erzurum‘da 1970’in başında üniversiteye edebiyat fakültesine kaydolduk. Orhan Okay bir zerafet abidesi, hassas ve dengeli bir öğretmen olarak karşımıza çıktı. Bizim gibi doğunun kış kıyamet ikliminde büyümüş hamasi duygularla yaşamış insanlara bir metin incelemesini, ondaki estetik derinliği, sanatı, edebiyatı öğretiyordu. Çobansı bir hayattan fakülte koridoruna gelen biz, onların karşısında buzlar gibi eridik, ruhumun tohumları o sularla büyüdü. Dünya ne imiş, sanat ne imiş, fikir ne imiş, onlardan öğrendik. Yıllar böyle geçti, o munis ve okşayıcı sesli hocamızın beyefendi tavırları ile İstanbul sanki Erzurum’a taşınmıştı.
Daha sonra yüksek lisans ve doktora yıllarımıza geldi. Elimize geçen metinleri okur, hocamızın önüne koyardık. Bir gün de evine gittik, orada Mübeccel Hanımefendi ile tanıştık. Bize bir anne şefkatiyle yaklaştı, o günden sonra adeta evladı idik biz onun, Orhan Bey de bizim manevi babamız. Entelektüel kişiliğimizin mimarı idi, aynı zamanda ahval ve etvarı ruhumuza insaniyet üflüyordu. Saygıyı, sevgiyi ondan öğrendik. Kavak misal ruhumuz meyveli bir ağaca değişiyordu onları dinledikçe.
Mübeccel Hanım, Orhan Bey’den geri kalmayan inanılmaz hassas bir insandı. Ben bazen bu kadar hassas bir insan nasıl bu hayatı götürebilir diye hayret ederdim. Bize hep temkin ve hassasiyet telkin ederdi, ama akademik hayatın, o dönemlerdeki akademik yükselmenin eşindeki tezahürlerini görünce içten içe bize üzüntüsünü hissettirirdi. Hatta bir gün “bir eve bir akademisyen yeter” diye akademik hayat karşısındaki tavrını ortaya koyardı. Hocamız Erzurum’dan Adapazarı’na gitti, oradan emekli oldu. Mübeccel Hanım hastalandı, uzun bir süre hastalığın ilerlemesi karşısında hem kendi hem de ailesi çileli yıllar geçirdiler. Peygamberimiz (asm) çilenin iman ile doğru orantılı olduğuna işaret eder. “Allah sevdiği kullarını büyük imtihanlardan geçirdikten sonra ahiretine alır yolundaki” sözleri ile Mübeccel Hanım bu dünyadan, bu darı meşakkatten saadet mekanına göçtü.
Bediüzzaman insan hayatı ile ölüm arasındaki münasebeti tabiattan örneklerle anlatır. “Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi katiyetinde gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecek”. İşte değişti, insan yaşı ilerledikçe ölümün haklılığını ve zaruretini, vazgeçilmezliğini anlıyor. Yahya Kemal Süleymaniye için bir bayram sabahı “ulu mabed seni ancak şimdi anlıyorum” der. İnsan ölümü yaşayınca, yanında yöresinde dolaşınca anlıyor ve ölümün o büyük hitabet kürsüsünden hayata daha sıcak bakıyor. Yine Bediüzzaman, Meyve Risalesi ikinci meselede “ölüm o kadar kati ve zahirdir ki bugünün gecesi ve bu güzün kışı gelmesi gibi ölüm başımıza gelecek.” der.
Mübeccel hanım Erzurum’da kırk yılı aşkın bir süre hocalık yaptı. Üniversitede öğrencilere dil öğretti. Bediüzzaman “eğer imkanım olsa her öğretmene günde on altın veririm” der. “Bir öğretmen yüz imam değerindedir” der. Mübeccel Hanım hep güzel duygular ve sorumluluklar telkin eden bir büyük insandı. Bediüzzaman, en zor zamanlarda askerler ve öğretmenleri programını bozar ve onları kabul ederdi. “Kardeşim öğretmen ya alayı illiyin ya da esfeli safilindedir, ortası yok” der. Hem Orhan Bey, hem de Mübeccel Hanım o öğretmenlerdendir. Allah bu manevi anne ve babamızdan, entelektüel kimliğimizi oluşturan insanlardan razı olsun. Onlar olmasa idi bizim gibi köylü çocukları nasıl edebiyat ile tanışır, buluşur ve öğretirlerdi. Bu fani dünyada en güzel şeyleri yaptı Mübeccel Hanım. Saf Anadolu çocuklarına düşünmeyi, yorumlamayı, insanlığı öğretti. Şimdi ahirette yaptıklarının meyveleri ile buluşmaya gitti. “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum” diyen Hazreti Ali (RA) sözüne göre binlerce insana binlerce harf öğreten bu insan ve benzerleri Allah katında ne kadar makbuldürler, var kıyas eyle.
Cenaze İstanbul’da defnedildi. Bediüzzaman kabri “alemi ahirete açılan bir kapıya” benzetir. O kapı açıldı ve ahiret alemine bir hanımefendiyi götürdü. “Kabir ön ciheti azap, arka ciheti saadettir” der Bediüzzaman. Çile bitti şimdi saadete gitti. Cenazede talebeleri profesörler, Mustafa İsen Beyefendi, Mehmet Tekin, Abdullah Uçman, Osman Gündüz gibi profesörler bulunurlar. Duayı Yusuf Ziya Kavakçı Beyefendi yapar. Uzun ve tesirli bir duadır.
Bediüzzaman’ın ölüm hakkındaki birçok cümlelerinden şunu nakledelim. “Ve yümit. Mevti veren O‘dur. Yani hayat vazifesinden terhis eder, fani dünyadan yerini tebdil eder, külfet-i hizmetten azat eder. Yani Hayat-ı faniyeden seni hayatı bakiyeye alır, işte şu kelime fani cin ve inse bağırır. Sizlere müjde, Mevt idam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedi değil, adem değil, tesadüf değil, failsiz bir inidam değil. Belki bir Fail-i Hakim-i Rahim tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekandır. Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslilerine bir sevkiyattır. Yüzde doksandokuz ahbabın mecmaı olan alem-i berzaha bir visal kapısıdır.” (Mektubat 226)
Allah Merhumeye rahmet, ailesine ve Hocamız Orhan Okay Beyefendiye ve çocukları Fuat ve Cüneyt ve gelinleri hanımefendiye güzel sabır versin. Edebiyat camiasının başı sağ olsun.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.