Selahattin GEZER
Göz göre göre görmemek
Geçmiş zaman, aklımda kaldığı kadarıyla anlatmaya çalışacağım: Ayşe 7 yaşında ve görme engelliydi. Gazetede çalışırken bir vesile ile Görme Engelliler Okuluna gitmiştim. Siyah pırıl pırıl iri gözleri ile aslında hayatın ta içine bakıyor gibiydi. Oturduğu sıraya onun yanına ilişmiş ve tanımak istemiştim. Bir süre konuştuktan sonra samimiyetim ona güven vermiş birden bana:
“Abi bana renkleri anlatır mısın” demişti.
Şaşkınlıktan kalakalmıştım. Ne anlatacaktım, nasıl tarif edecektim. Karanlık bir dünyada olana siyah bile anlatılamazdı ki. O an siyahı tanımanın bile ne büyük bir nimet olduğunu anlamıştım. Meğer görme nimeti içinde gözümüze perdeler inmiş. Yine de o cıvıl cıvıl ve aydınlık yüz sahibi Ayşe’ye kendimce bir şeyleri anlatmaya çalıştım. Benim ki sadece onun hayal dünyasına yaşadıklarıyla bağlantı kurması için yardımcı olmaktı; ya da kendi kör oluşumu itiraftı.
Dedim ki:
“Kırmızı, annenin seni sevgiyle yanaklarından öpmesidir, hani sıcaklık hissedersin ya, hafifçe kan toplar yanakların; işte o kırmızıdır. Sarı, ayrı kalışında sevdiklerini özlersin ya, işte onun hüznüdür. Yeşil, babanın seni kucağına aldığında hissettiğin rahatlıktır, güvendir.”
Ayşe’nin yüzü gülmüş, içerden gören gözleri, dışarıdaki bir noktada sabitlenmiş gözlerine ilgi parıltıları göndermişti... Heyecanla sordu:
“Siyah nedir?”
“Bilinenin zıttı dır, kapkara bir bilinmezdir. Siyah umutsuzluğa düşersin ya, ya da ne olacağı hakkında bir bilgin olmaz ya işte o siyahtır. Seni sevindiren şey de onun zıttı beyazdır, çünkü gerçekleşen dilekler tertemiz beyazlıktır. Lacivert, ilgilenen sırt okşayan ve sahipsiz bırakmayan devlettir. Mor, ayağını kolunu bir yere çarptığında, acın için koşan, seni acınla baş başa bırakmayan; onarmak için yoğunlaşan kandır” demiş ve derin düşüncelere dalmıştım… Küçücük bir kız gözlerimi açmıştı sanki. Suçluluk duygusu, beni içeriden kamçılıyordu. Anlattıklarımın doğru olup olmaması değil, Ayşe’nin sevinci beni mutlu etmişti.
Kim bilir? Görmeye görmeye hayatın anlamını karanlık âlemlerinden çözmeye, hislerinin keskin nazarıyla sahibi kâinatı anlamaya şikâyet etmeden çalışan nice görme engelli olup, dinamik ruh halinde ne kadar insan vardır. Görenler, görmenin hakkını yeterince şükür ile yerine getirmiyorsa bakar suçlu vasfına sahip olmuş demektir. Sizler görmeden Allahın büyük bir sanatkâr olduğuna kanaat ettiniz, görenler içinden ise göz göre göre büyük kudreti idrak edemeyen, gereken şükrü yerine getiremeyenler çıktı...
Bir çiçeği görebilme nimetine kaç kez Allahu ekber, kaç kez süphanallah, kaç kez maşallah demek gerekir? Sevdiğimiz bir insanın yüzünü, dağların heybetini ve zeminin hayat fışkıran faaliyetli çehresini görmeye, tanımaya başı kaç kez şükür için secdeye götürmek gerekir? Güneşi, dolunayı, bulutu görmek, ışığı hatta karanlığı görmek nasıl bir nimettir? Bütün bunların içerisinde olup görmek ve görmenin ne büyük ilahi bir armağan olduğunu anlamamak nasıl bir sorumluluğu sırtımıza ve göz bebeklerimize yüklüyor. Görüpte anlamamak; anlayıpta şükrün kapısına sığınmamak görünen âlemin, masnuatın gözümüzün yakasına sarılmasına, davacı olmasına nasıl göre göre teslim olunur ki? Görürken anlamamak, görmeden anlayanlara ne büyük bir ihanet.
Göz göre göre anlamamak, sanatkârı anlamaya çalışmamak, hiç görülesi bir şey değil. Arı gördü bal yaptı, insan gördüğünü anlayarak bala çeviremez ise görmek neye yarar ki? Eserde sanatkârı görmeden yaşamak, yaşamak mıdır? Asıl görme engeli olmak, güzelliklerin arkasında ki büyük kudret sahibini tanımamaktır. Acaba her gün kaç kez görebiliyoruz?
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.