Bir harfe dokunmayı günah telakki ediyorum

Bir harfe dokunmayı günah telakki ediyorum

Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim

Bu uzun fıkra Hulûsi Beyindir.

(2)  وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ  (1)  بِاسْمِهِ
(3) اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ الْمَلَكِ وَاْلاِنْسِ وَالْجَانِّ

Eyyühe’l-Üstadü’l-Azîz,

Yirmi Sekizinci Mektubun Dördüncü Meselesini dört gün evvel, İkinci ve Üçüncü Meselesini ve melfuflarını dün almakla bahtiyar oldum.

Evvelâ: Muhterem Sabri Efendinin, hakk-ı âcizîde ibraz buyurduğu azîm teveccüh ve takdîr-i Üstadâneleriyle de müsbet tevazuları münasebetiyle birkaç söz söylemeye müsaadenizi rica ediyorum. Şöyle ki:

Bu fakir-i pür-taksir kardeşinizde, çok mükerrem ve muazzez tanıdığı Üstadının bazı hasletlerinden denizden katre nisbetinde vardır. Bu cümleden olmak üzere üç halimi arz edeceğim:

Birisi: Tâ küçük yaştan beri lûtf-u Hakla Kur’ân’ın hakikatine merak etmiş ve taharrî-i hakikat yolunda bulunmuş. Nihayet aradığımı Eğirdir’de Üstad-ı Muhteremimin neşre vasıta olduğu Sözler ünvanlı nurlarda bulmuşumdur. Bu buluş, beni evvelemirde çirkâbdan selâmete, felâketten saâdete, zulmetten nura çıkardığı için, Nurlara ve Hazret-i Kur’ân’a ve bu nurların izn-i Hakla nâşiri, mübelliği, vâizi, dellâlı olan Üstadıma o andan itibaren ruhumda lâyetezelzel bir muhabbet ve bir alâka ve bir merbutiyyet hasıl olmuştur. Yüz bin kere hamd ve şükürler olsun. Nurlarla alâkadar olduğum zamanlarda, dünyevî bütün lezzetlerin fevkinde büyük bir zevk ve havâssımda azîm bir şevk hissediyorum.

İkincisi: Ubudiyetin iktiza ettiği ve bu Nurlardan aldığım derslerin delâlet ettiği vecihle bütün kusurları, tekmil fenalıkları nefsimden ve iyilikleri, iyi şeyleri Allah’tan biliyorum. Nurlara ve Kur’ân’a hizmeti hasbî olarak arzu ediyorum ve neşrine muvaffak olamadığım için mü’minler hesabına çok müteessir oluyorum. Bu halime de şükürler olsun.

Üçüncü hal ve hakikî şahsiyetim: Bunu tarif etmeye cidden hicap duyarım. Hemen Cenâb-ı Allah’tan dilerim, beni ve bütün kardeşlerimizi nefis ve cin ve ins ve şeytanların mekrlerinden muhafaza eylesin ve dalâlete sapanlardan eylemesin. Âmîn.

Benim kardeşlerim, (HAŞİYE) Üstadımın kardeş ve talebeleri olan zâtlar, şüphesiz birinci ve ikinci hali ruhlarında hissederler. Öyleyse, beşerde, bilhassa mü’minlerdeki hâsselerin inkişafı tahdit edilemiyeceği için, tevfik-i Hüdâyla bir kere bu yola girenler, nefis ve şeytanlarına bu âciz, fakir ve biçare kadar mağlûp olmayacakları cihetle, terakki ve istifadeleri de o nisbette ziyade olur. Muhterem Üstadım bu kusurlu talebesine teveccühü, insanlara, mü’minlere, mü’minlerin bilhassa benim gibi muhtaçlarına derece-i şefkatine ve benim ihtiyacımın en çok olduğuna delil ve misaldir.

Hülâsa: Bana liyâkatimin çok fevkinde hüsn-ü zan eden ve teveccüh gösteren aziz ve muhterem ve mütevazi Sabri kardeş, bil ki çok günahkâr, çok âciz, fakir, müflis, ümmet-i Muhammed’den (a.s.m.) bir abdim. Dualarınıza çok muhtacım. Acz ve fakr arzuhalini kabul ettirerek hazine-i hâssa-i Kur’ân’dan âleme muhtelif nam ve tarz ve şekillerde cevherler teşhirine muvaffak olan dellâl-ı Kur’ân’ın kudsî hizmetinde kendisine yardım en büyük emelim ve en ciddî temennim, en mukaddes niyetimdir. Bu niyetim sebebiyle Nurlarla meşgul olmak saâdetine mazhar olduğum dakikalarında, hilâf-ı memul bazı sözler kendiliğinden kalbime ve kalemime gelmektedir ki, bu marifet benim değil, elbet, muhakkak ve mutlak Hazret-i Kur’ân’dan lemeân eden Nurlara aittir. Öyleyse, asıl üstad Kur’ân’dır. Üstad-ı muhteremimiz, elyak ve elhak muarrifi, mübelliği ve müderrisidir. Biz muhtaçlar fırsatı ganimet bilmeli, cevherleri almalı, kalbimize, dimağımıza nak-şetmek, dâreynde medar-ı saâdetimiz olacak olan bu Nurları alâ kadri’t-tâka neşre çalışarak muhafazasını kuvvetleştirmeliyiz. (4)  وَمِنَ اللهِ التَّوْفِيقُ

Saniyen: Mektubat’ın küçüklerinden on üçünü hâvi hususî mektuplar mecmuasını aldım. Bu vesileyle de mâziyi hal yerine koyarak, derin mânâlı, şirin sohbetinizi bir kere daha şevkle dinlemiş oldum. Zâten ben o vakitlerin mâzide kalmasına razı değilim; her vakit hal gibi mütalâa ediyorum. Mâzi, hal, müstakbel-bunlar da itibarî birer taksim değil mi? Ehl-i zevk için bu taksime ihtiyaç kalmıyor.

Salisen: Yirmi Sekizinci Mektubun Sekiz Meselesinden Birincisi, bana ait rüya hakkında kıymetli bir ders vermiş. (5) وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتًا âyetine güzel bir tefsir, nihayet mânâsı zahir olmuş rüyaya hoş bir tabir olmuştur. Nevme ait âyeti pek âli ve münasip bir surette tefsirinizle, başta herkesten ziyade muhtaç Hulûsi’niz olduğu halde bütün Risale-i Nur ve Mektubâtü’n-Nur müstemilerine ve karilerine faideli, zevkli, esaslı, ciddî, veciz ve beliğ bir ders daha vermiş oldunuz.

Şuraya bir işaret etmek isterim: Kur’ân’ın kerametine bir nokta, bir zerre daha ilâve ediyorum. Gerek Eğirdir’de, gerek burada bazan zihnime birşey gelir ve kendisiyle hayli meşgul ettirir. Hemen ilk mektubunuzda benim zihnimi işgal eden bu şeyin cevabını bulurum. (HAŞİYE 1) Bu birde, beşte kalmadı, çok taaddüt etti. Onun için diyorum ki, keramet-i Kur’âniyedendir.

İkinci mesele, güzel ve ilmî bir ders olmakla beraber bir cihet daha hatıra geliyor. Hizbü’ş-şeytanın avanesi tâ buralardan dolaşarak sahte ve şaşırtıcı hareketlerle arkadan çevirmek istemeleridir. Bu sebeple şifâhâne-i Kur’ân’ın anahtarı, inâyet-i İlâhiyle elinde bulunan sevgili Üstadımızın bu zehirlere de ilâç yetiştirmesi ve silâhhâne-i Kur’ân’dan aldığı acip silâhlarla mübareze etmesi nev’inden güzel ve bedî üslûpla ve harika temsilâtla bulunuşu hakikaten şâyân-ı menn ü şükrandır. Allah sizden çok razı olsun.

Üçüncü mesele, hakikaten çok güzel, çok hoş, çok vâzıhtır. Bu meseleyi beş noktaya ayırmakla sanki İslâmın beş rüknünü hatırlatmış, selâmet için beş esası göstermişsiniz. Hem bunu dostlarınıza ve kalben sizden birşey bekleyenlere, sual-i mukaddere cevap nev’inden kaleme almışsınız. Fakat hüsn-ü zanna mesağ veriyorsunuz. Niyetle me’cur ve faide-mend olacağını ihtar ediyorsunuz. Sâil buna da razı. Otuz İkinci Sözün Üçüncü Mevkıfı zâten bu derde ilâç vermekte, bu yaraya merhem vurmakta ve bu arzuya çare bulmaktadır.

Sözler’le kuvvetü’z-zahr olduğunuz mü’minler, bataklıktan çıkardığınız mütehayyirler, ayılttığınız sarhoşlar, iade-i şuur ettirdiğiniz divaneler, şu zamanda Kur’ân’dan iyi mürşid olamayacağına inandırdığınız hakikaten müştak insanlar, ilzam ettiğiniz münafıklar, mülhidler, hattâ kaçırdığınız şeytanları her gözü olan ve bakan gördü, akıldan nasibi olan anladı, kalbi bozulmayan inandı. Bu azîm muvaffakiyâtın sırrı, acz yolunun rehberi olan Kur’ân’ın ve Nurların dellâlının gösterdiği hakikî acze karşı Hâlıkın ihsanındadır.

(6) وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ âyet-i celilesine istinaden, her ne matlubunuz varsa Kur’ân’dadır. Buna muvaffak olmak için, Nurlarla alâkadar olmak, Kur’ân’a hâdim olmak, Allah’a karşı haddini ve acz-i tam içinde bulunduğunu anlamak ve bütün mevcudiyetiyle kabul etmekle olur diye mütemadiyen mü’minleri bu kestirme, selâmetli ve saâdetli yola çağıran Üstadımızdan Allahü Zülcelâl Hazretleri ebeden razı olsun. Dünyevî, uhrevî bütün muradlarını hasıl etsin. Ümmet-i Muhammed’e bağışlasın. Âmin bihurmeti Seyyidi’l-Mürselîn.

Duanızın cümlemiz muhtacı ve duanızda bulunmak hepimizin borcudur. Sabri Efendi kardeşimiz ne güzel takdir etmiş; mâşâallah, mâşâallah! Kimin haddidir ki, bu Nurlarda yanlışlık bulsun. Evet, bazı ibareler belki edebiyat denilen şeye tam muvafık düşmüyormuş. Bunda da isabet var. Çünkü edebiyat satılmıyor, Kur’ân’dan nurlar gösteriliyor. Bu fakir kardeşiniz bu Sözler’i okuduğum zaman Üstadımı temsil eder bir hal alıyorum. Tâbiratınızla, şivenizle okumak bana o kadar zevkli, lezzetli geliyor ki, tarif edemem. Onun için bir harfe dokunmayı azîm bir günah işliyorum telâkki ediyorum. Bazan verdiğiniz salâhiyetin manevî kuvvetiyle namınıza olarak bir harfin yerini değiştiriyor veya kaldırabiliyorum. İşte bendeki telâkki ve tesir bu mahiyettedir.

Bu mektubu müsvedde ettiğim vakit tam bu anda müezzin minarede “Allahu Ekber” demişti. Ben de “Allahu Ekber (Celle Celâlühü)” ile mukabele etmiştim. Bu hal, işteki kudsiyete açık bir işaret değil mi?

Dördüncü hususî mesele: Eski Said lisanıyla da olsa ne kadar muvafık istimal-i silâh ediyorsunuz, bârekâllah! Mânevî taşlarınız

(7) وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ وَلٰكِنَّ اللهَ رَمٰى âyet-i kerîmesinde işaret buyurulduğu üzere hedeflerine isabet ettiğine kaniim. Allah böylelerinin şerlerini kudret kılıcıyla kessin. Böylesi hâin ve zâlimleri Kahhâr ismine tevdi ederiz. Hizmette füturum yok; fakat mânilerin hadd ü pâyânı yok. Fakat dünyayı sırtıma yükleseler, her tarafımı ateşle sarsalar, bu ulvî düşünceme mâni olamazlar. Amma buna gönül razı değil, çok şeyler arzu ediyor. Ne çare, nefis ve cin ve ins şeytanları müthiş topuzlarla karşıma dikildiklerinden, ister istemez mücadeleye mecburum, hakikî hizmetten geri kalıyorum. Buna ne kadar müteessif olsam azdır. (Barla Lahikası)

(8) وَاٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

Hulûsi

1) Allah’ın adıyla.
2) “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.
3) Meleklerin, insanların ve cinlerin sayısınca Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
4) Muvaffakiyet de Allah’tandır.
5) “Uykunuzu bir dinlenme vasıtası kıldık.” Nebe’ Sûresi, 78:9.
6) “Yaş ve kuru ne varsa ap açık bir kitapta yazılmıştır.” En’âm Sûresi, 6:59.
7) “Attığın zaman sen atmadın, ancak Allah attı.” Enfâl Sûresi, 8:17.
8) “Onların duaları şöyle sona erer: Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.” Yûnus Sûresi, 10:10.
(HAŞİYE) : HAŞİYE Sabri gibi talebelere hitap ediyor.
(HAŞİYE 1) : HAŞİYE Bu keramet-i Nuriye, Hulûsi’de olduğu gibi çoklarda dahi tezahür etmiş ve ediyor.

SÖZLÜK:
alâka : ilgi
alâkadar : alâkalı, ilgili
arz etmek : söylemek, ifade etmek
azîm : büyük, çok fazla
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
çirkâb : çirkin su, pis su, çirkef
delâlet etme : işaret etme
dellâl : duyurucu, ilân edici
dünyevî : dünyaya yönelik
evvelâ : ilk olarak, öncelikle
evvelemir : ilk önce
fakir-i pür-taksir : kusurlarla dolu fakir anlamına gelen, tevazu ifadesi olarak “ben” yerine kullanılan ifade
fenalık : kötülük
fevkinde : üstünde
hakikat : gerçek, esas
hakikî : asıl, gerçek
hakk-ı âcizî : âciz olan kendim hakkında
hamd : minnet ve övgülerini sunma
hasbî : karşılıksız; sırf Allah rızası için
hasıl olmak : meydana gelmek
haslet : huy, özellik
havâss : his ve duygular
hicap duymak : utanmak
ibraz buyurma : gösterme, ortaya kıyma
iktiza etme : gerektirme
izn-i Hak : herşeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah’ın izni
katre : damla
lâyetezelzel : sarsılmaz
lûtf-u Hak : herşeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah’ın ihsanı, yardımı
merbutiyyet : bağlılık
muazzez : çok aziz, çok değerli ve şerefli
muhabbet : sevgi
muhterem : saygıdeğer
muvaffak olma : başarma
mü’min : iman eden, Allah’a ve Onun gönderdiği şeylere inanan
mübelliğ : tebliğ eden, bildiren
mükerrem : şerefli, hürmet edilen
münasebetiyle : sebebiyle
müsbet : olumlu; sabit olan
müteessir olmak : üzülmek
nâşir : neşreden, yazıp yayan
nefis : insanı kötüye yönelten duygu
neşir : yayma
nihayet : sonunda
nisbetinde : oranında
Nurlar : Risale-i Nur Külliyatı
saâdet : mutluluk
selâmet : esenlik, güven
Sözler : Risale-i Nur için kullanılan diğer bir ad
şevk : şiddetli arzu ve istek
şükür : nimeti veren Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme
taharrî-i hakikat : hakikatin araştırılması, incelenmesi
takdîr-i Üstadâne : siz Üstadımın övgüsü
tekmil : bütün, tam
tevazu : alçakgönüllülük
teveccüh : iltifat
ubudiyet : Allah’a kulluk
ünvanlı : adlı
Üstad-ı Muhterem : saygıdeğer Üstad
vâiz : nasihat veren
vecih : yön
zulmet : karanlık
abd : kul
âciz : güçsüz; tevazu ifadesi olarak “ben” yerine kullanılan söz
acz : âcizlik, güçsüzlük
âmîn : kabul eyle ey Allah’ım
arzuhal : isteklerini bildirme; dilekçe
aziz : izzetli, çok değerli
beşer : insanlar
biçare : çaresiz, zavallı
bilhassa : özellikle
cevher : değerli taş
cihet : yön
cin ve ins : cinler ve insanlar
dalâlete sapma : hak yoldan sapkınlık, inançsızlık, inkâr
dellâl-ı Kur’ân : Kur’ân’ı ilân eden, tanıtan
derece-i şefkat : şefkat derecesi
elhak : en yakın olan
elyak : en lâyık olan
emel : arzu, istek
fakir : muhtaç; tevazu ifadesi olarak “ben” yerine kullanılan söz
fakr : fakirlik, muhtaçlık
fevkinde : üstünde
hâsse : duyu, his
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
hazine-i hâssa-i Kur’ân : Kur’ân’a ait olan özel hazine
Hazret-i Kur’ân : Kur’ân-ı Kerim
hilâf-ı memul : beklenenin aksine, umulanın tersine
hitap etmek : konuşmak
hülâsa : özet, öz
hüsn-ü zan : birisi hakkında güzel zan, düşünce sahibi olma
inkişaf : gelişme, açılma
istifade : faydalanma
kudsî : kutsal
lemeân : parlama, parıldama
liyâkat : lâyık olmak
mağlup olma : yenilme
marifet : bilgi; beceri
mazhar olma : elde etme, erişme
mekr : hile, aldatma
misal : örnek
muarrif : târif eden
muhafaza eylemek : korumak
muhakkak : gerçekliği kesin olan
muhtelif : çeşitli, farklı
muhterem : saygıdeğer
mukaddes : her türlü çirkinlik ve eksiklikten arınmış, kutsal
mutlak : kayıtsız, sınırsız
muvaffak olan : başaran
mü’min : iman eden, Allah’a ve Onun gönderdiği şeylere inanan
mübelliğ : tebliğ eden, bildiren
müderris : ders veren
müflis : iflas etmiş
mütevazi : alçakgönüllü, gösterişsiz
nam : isim, ünvan
nefis : insanı kötüye yönelten duygu
nisbet : oran
Nurlar : Risale-i Nur Külliyatı
saâdet : mutluluk
tahdit edilme : sınırlandırılma
temenni : dileme, isteme
terakki : yükselme, ilerleme
teşhir : sergileme
teveccüh : ilgi, yönelme
tevfik-i Hüdâ : Allah’ın yardımı
ümmet-i Muhammed : Hz. Muhammed’in ümmeti
Üstad-ı Muhterem : saygıdeğer Üstad
ziyade : fazla
alâ kadri’t-tâka : takatin yettiği kadar, güç yettiği kadar
âli : yüce, yüksek
avene : yardımcı
beliğ : sözün düzgün, kusursuz, yerinde; hâlin ve makamın gereğine göre söylenmesi
cevher : değerli taş
cihet : yön
dâreyn : her iki dünya; dünya ile âhiret
dimağ : akıl, bilinç
ehl-i zevk : Allah’a yakınlıkla ve uyanık kalple iman eden ve Kur’ân hakikatlerinden zevk alanlar
fırtası ganimet bilmek : fırsatı değerlendirmek
hâl : şimdiki zaman
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
hâvi : içine alan
hizbü’ş-şeytan : şeytanın taraftarları
hususî : özel
ilmî : ilimle ilgili
itibarî : gerçekten var olmadığı hâlde var sayılan; öyle olmadığı hâlde öyle kabul edilen
kari : okuyucu
keramet : Allah’ın bir ikramı olarak verilen olağanüstü hâl ve özellikler
keramet-i Kur’âniye : Kur’ân’a ait keramet
keramet-i Nuriye : Risale-i Nur’a ait keramet
mânâ : anlam
maziyi hâl yerine koyma : geçmiş zamanı şimdiki zaman yerine koyma
mecmua : belli bir konuda kaleme alınan yazıların toplandığı eser
medar-ı saâdet : mutluluk kaynağı
Mektubatü’n-Nur : Risale-i Nur mektupları
muhafaza : koruma
münasip : uygun
müstakbel : gelecek
müstemi : dinleyici
mütalâa etme : dikkatli okuma, inceleme
nakşetmek : işlemek
neşir : yayma
nevm : uyku
nihayet : sonunda
Nurlar : Risale-i Nur
salisen : üçüncü olarak
saniyen : ikinci olarak
suret : şekil, biçim
taaddüt etmek : çoğalmak, artmak
tabir : açıklama, yorum
taksim : bölüştürme
tefsir : açıklama, yorum
tezahür etmek : görünmek
veciz : kısa ve özlü söz
zahir olma : görünme, ortaya çıkma
ziyade : fazla
acip : hayret verici
acz yolu : çok güçsüz olduğunu ve her an Allah’ın yardımına muhtaç olduğunun bilmek suretiyle Allah’a varma yolu
acz : güçsüzlük
acz-i tam : tam bir acziyet, güçsüzlük
alâkadar : alâkalı, ilgili
âyet-i celile : yüce, yüksek âyet
azîm : çok büyük
bedî : eşsiz güzel
dellâl : duyurucu, ilân edici
divane : akılsız, şaşkın
faide-mend : faydalı, yararlı
hâdim : hizmetçi
hakikaten : gerçekten
hakikî : asıl, gerçek
Hâlık : her şeyi yaratan Allah
hüsn-ü zan : birisi hakkında güzel zan, düşünce sahibi olma
iade-i şuur : bilincin iadesi, geri verilmesi
ihsan : bağış
ihtar etmek : hatırlatma
ilzam etme : susturma
inâyet-i İlâhî : Allah’ın inâyeti, yardımı
istinaden : dayanarak
kalben : kalp yoluyla
kuvvetü’z-zahr : dayanak, yardımcı kuvvet
matlub : istek, arzu
me’cur : sevaplı, karşılığı olan
mesağ vermek : müsaade etmek, izin vermek
mevcudiyet : varlık
mevkıf : bölüm, kısım
muvaffak olmak : başarmak
muvaffakiyât : başarılar
mü’min : iman eden; Allah’a ve Onun gönderdiği şeylere inanan
mübareze : karşılıklı mücadele, çatışma
mülhid : dinsiz
münafık : iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen
mürşid : doğru yol gösteren
müştak : arzulu, istekli
mütehayyir : şaşkın
mütemadiyen : sürekli olarak
nev’inden : türünden
Nurlar : Risale-i Nur
rükün : esas, şart
saâdetli : mutluluk veren
sâil : soran
selâmet : esenlik, güven
silâhhâne-i Kur’ân : Kur’ân cephanesi
Sözler : Risale-i Nur için kullanılan diğer bir ad
sual-i mukadder : gelecek, gelmesi beklenen soru
şâyân-ı menn ü şükran : minnet ve şükre lâyık
şifâhâne-i Kur’ân : Kur’ân’ın şifâ dairesi
temsilât : temsil, örnekleme yoluyla anlatmalar, analojiler
vâzıh : açık, aşikâr
Allahu Ekber : “Allah en büyüktür”
Allahü Zülcelâl : sonsuz heybet ve haşmet sahibi olan Allah
âmin bihurmeti Seyyidi’l-Mürselîn : Peygamberlerin Efendisi hürmetine duamızı kabul et Allahım!
âyet-i kerime : şerefli âyet; Kur’ân’ın herbir cümlesi
azîm : çok büyük
bârekâllah : Allah hayırlı ve bereketli kılmış
Celle Celâlühü : Allah’ın şânı yücedir
cin ve ins : cinler ve insanlar
dünyevî : dünya ile ilgili
ebeden : sonsuza kadar
fakir : muhtaç anlamında, tevazu ifadesi olarak “ben” yerine kullanan söz
fütur : usanç, gevşeklik
hadd ü pâyân : son sınırı
hasıl etmek : meydana getirmek
hususî : özel
ibare : cümle, paragraf
istimal-i silâh : söz silâhını kullanmak
Kahhar : herşeye her zaman mutlak galip gelen ve kahretmeye gücü yeten Allah
kani : kanaat sahibi, ikna olmuş
kudret : güç, iktidar
kudsiyet : kutsallık
lisan : dil
mahiyet : nitelik, özellik
maşaallah : Allah dilemiş ve ne güzel yaratmış
mukabele etmek : karşılık vermek
murad : istenen, dilenen
muvafık : uygun
müsvedde etme : temize çekilmek üzere yazma
namınıza : adınıza
nefis : bütün zevk ve lezzetlerin kaynağı olan ve insanı kötülüğe yönelten duygu
Nurlar : Risale-i Nur’un konuları
salâhiyet : yetki
Sözler : Risale-i Nur için kullanılan diğer bir ad
şer : kötülük
şîve : lehçe; aynı dilin ayrı kullanışlarından herbiri
tabirat : tabirler, ifadeler
takdir etme : beğenip belirtmek, değer vermek
telâkki etme : algılama
tesir : etki
tevdi etme : bırakmak, havale etmek
uhrevî : âhirete yönelik
ulvî : yüce
Ümmet-i Muhammed : Hz. Muhammed’in ümmeti