Funda DEMİRER
Bir kalplik muhabbet ki…
Mahbubiyete giden yolda eşyadan Esma'ya, Esmadan eşyaya ubudiyet imtihanı…
Zatını, Esmasını sevdi. Sevdirmek için Var etti, Var ettiğini sevdi. Sevdiğini göstermek, göreni sevdirmek istedi. En Sevgili eyledi. O istedi kâinat dedi, ins dedi. O istedi “haydi Cennete” dedi. Hâsılı Var etti muhabbet. Sonsuz salât ve selam olsun ki muhabbetten hâsıl oldu Muhammed…
Pervane ışığa âşıktır, ışığa kavuşma sevdasıyla etrafında döner durur. Onun kendisine zarar vereceğinin farkında mıdır bilinmez, ama aşkına biraz daha yaklaşmak için gittikçe sıklaştırır kanat çırpmalarını, ta ki ışığın koynunda yanıncaya dek… İnsanoğlu da öyle değil midir? Kalbi muhabbet duyduğu her şeyin, herkesin etrafında çırpınır. Sevdalısı görmese de, bilmese de o kalp, o sevdanın ateşinde yanar da yanar.
Çoktur sevgisi insanın, çünkü kalbine bütün kâinatı içine alacak kadar muhabbet derc edilmiş. Ama öyle bir muhabbet ki, Hakiki Sahibine verilse dünyası ve ahireti için huzura dönüşecekken, sadece yaratılmışlara sarf edilerek ayrılık, acı, gözyaşı, hüzünle bu fani dünyada fani mahbuplara hapsedilmiş. Yani eşyanın Sahibine duyulup da, eşyanın da mana kazanacağı ve ikram ve ihsana medar olacak muhabbet, eşyanın kendisiyle azaba müstahak olmuş (aşk uğruna çekilen acılar düşünülünce). Ne insanın kendisine, ne muhabbet ettiğine faydası olmayan bir ticarete dönüşmüş (çünkü aşk karşılık bekler, bulunmadığında da nelere yol açtığının örnekleri dolu gazetelerde ve TV programlarında) ki zarar üstüne zarar.
Öyle ki pervanenin ateşe olan aşkıyla hayatının ateşte son bulması gibi; her anı hikmetlerle dolu mertebeler kat edeceği hayatını fani, geçici, elemli bir sevdanın ardında harcar.
Muhabbetin mekânı kalptir, imanın da mahalli kalptir. Yani "emin" olmanın üssü, merkezi, çıkış noktası kalp iken insan kendine güven vermeyen mahbupların sahte ışıklarında yakar kalbini. Peki, neden Muhabbeti Yaratana, Muhabbetle Yaratana sarf edip dünya ve ahireti Cehennemden Cennete çevirmesin? Bu nokta da akla şu soruda geliyor; fıtrat gereği her şeyle alakadar olan insan hiçbir şeyi sevmeyecek mi, ya da nasıl sevebilir, bu dengeyi nasıl kurmak gerek?
Otuz ikinci Söz - İkinci Mevkıf’da Bediüzzaman Hz'lerine soruluyor bu soru; Diyorsunuz ki: “Muhabbet ihtiyarî değil. Hem, ihtiyac-ı fıtrîye binaen, leziz taamları ve meyveleri severim. Peder ve valide ve evlâtlarımı severim. Refika-i hayatımı severim. Dost ve ahbaplarımı severim. Enbiya ve evliyayı severim. Hayatımı, gençliğimi severim. Baharı ve güzel şeyleri ve dünyayı severim. Nasıl bunları sevmeyeceğim? Nasıl bütün bu muhabbetleri Cenâb-ı Hakkın zât ve sıfât ve esmâsına verebilirim? Bu ne demektir?”
Yine ezber bozan bir bakışın gölgesinde buluyoruz, bizim de zaman zaman sorduğumuz soruların cevaplarını; "Muhabbet çendan ihtiyarî değil. Fakat, ihtiyar ile, muhabbetin yüzü bir mahbuptan diğer bir mahbuba dönebilir. Meselâ, bir mahbubun çirkinliğini göstermekle, veyahut asıl lâyık-ı muhabbet olan diğer bir mahbuba perde veya âyine olduğunu göstermekle, muhabbetin yüzü mecazî mahbuptan hakikî mahbuba çevrilebilir."
Evet, muhabbet elimizde değil belki, ama muhabbeti layık olmayandan layık olana çevirmek iradesi insanda mevcut; Leziz nimetleri, onları Yaratanı düşünerek sevmek, Cenab-ı Hakkın Rahman ve Mün'im isimlerini sevmektir diye nazarımızı, muhabbetimizi tefekküre çeviriyor. Ana- babaya duyulan muhabbet Cenab-ı Hak hesabına olursa, ihtiyarladıklarında onlara göstereceğimiz saygı ve şefkati hatırlatarak, muhabbetimizi bir hürmet sevabına davet ediyor.
Evladını Zat-ı Rahim-i Kerim'in bir emaneti olarak sevip, vefatında isyan etmemeyi öğütleyerek muhabbeti teslimiyete ekliyor. Dost ve ahbaba duyduğumuz yakınlık, eğer onlarda iman yolunda iseler, o muhabbeti Cenab-ı Hakka veriyor. Hayat arkadaşını, "rahmet-i İlâhiyenin mûnis, lâtif bir hediyesi olduğu cihetiyle sev ve muhabbet et." deyip hemen ardından geçici, dünyaya ait güzelliğine bağlanma sadece diye uyarıyor "Ve en kıymettar ve en şirin cemâli ise, ulvî, ciddî, samimî, nuranî şefkatidir."diyerek muhabbeti ziyadeleştirmenin yolunu gösterdiği gibi, bu konuda en fazla mağdur olan hanımların haklarının da bu şekilde korunacağını bildiriyor. Ve yine enbiyaya, evliyaya, hayata, gençliğe, bahara, dünyaya duyduğumuz muhabbeti nasıl Cenab-ı Hak hesabına duyacağımızı anlatırken Hz.Üstad, bu duyguyu layık olana vererek bir şükre de çevirebileceğimizi bildiriyor.
Belki her biri ayrı ele alınıp, sayfalar dolusu yazılacak olan bütün sevdiğimiz güzellikleri bunlara kıyas ederek Muhabbetin kaynağına ulaşmanın, kim bilir daha da ötesi "Mahbubiyet " kapısına varmanın formüllerini veriyor bize, Otuz ikinci Söz'ün Üçüncü Mevkıfında. O Mahbubiyet ki, var edilenin ardında perdelenmiş Esma' ya bağlanarak; aşk tan da üstün merhameti celbeden, acz - fakr - şefkat - tefekkürü izhar edebileceğimiz şu muhabbet imtihanında saklı belki de...
Eğer, o Nur'un etrafında dönmenin bizi nasıl bir aydınlığa kavuşturacağını hakkıyla bilseydik, nasıl da hergün hergün yeniden yanmayı göze alırdık, ışığa müştak pervane misali…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.