Alaettin TAŞKIN
Bir Sine-i Millet Sesi Olarak Bediüzzaman’da Türk Kürt Kaderdaşlığı
Cumhuriyet tarihiyle yaşıt ve son 30 yılı şiddet olaylarıyla dolu bir geçmişe sahip bir mesele Kürt Sorunu. Son dönemde artan terör olaylarıyla Çözüm Süreci'nin inkıtaa uğraması ve akabinde Terör örgütünün hendekli kır destekli şehir savaşlarıyla bir iç isyan tablosu milletimizi derinden üzmüştür. Gelinen aşamada bir yandan devlet güvenlik güçleriyle isyan hareketlerini bastırmaya, kamu düzenini sağlamaya azâmi önem gösterirken bir yandan da toplumda endişeli bir bekleyiş sürmektedir. Bölge halkı ise -terörün en büyük mağduru olarak- iç isyan hareketlerinin etkisiyle içler acısı perişaniyetler içinde yaşamaya çalışıyor.
Biz, büyük ve güçlü Türkiye ancak Türk - Kürt kardeşliğinin ve ittifakının tam anlamıyla sağlanmasıyla olacağına inanıyoruz. Ayrıca Ortadoğu ve İslam dünyasında barış ve huzur ortamının tesisine bu kardeşlik ve ittifakın ciddi bir temel oluşturacağını düşünüyoruz.
Ancak girişte kısaca resmetmeye çalıştığımız tablo içimizi oldukça karartmaktadır. "Çok kararan gecelerin sabahı çok yakındır" sözünü düşünüp ülkemizin bu temel yarasına bir çare olarak ne yapabiliriz, elimizden ne gelir diye kendimize bir vazife addettik.
Bu meyanda daha 'Kürt Sorunu' doğmadan Kürtlerin sorunlarıyla hemhal olan, aynı zamanda başta Türkiye toplumu olmak üzere İslam dünyası ve tüm insanlığın imanının kurtarılması ve kuvvetlenmesi için Risale-i Nur'u telif eden Bediüzzaman Said Nursi'nin Kürt Sorunu bağlamındaki görüşlerini kamuoyu ve halkımız ile paylaşıyoruz. Böylece Kürt toplumunun sinesinden çıkmış Anadolu’nun sinesinde eserler vermiş, yankı bulmuş olan Bediüzzaman’ın görüşlerinin hakiki 'sine-i milleti' yansıtacağını düşünüyoruz.
BEDİÜZZAMAN'A GÖRE MİLLİYET MESELESİ
'Mill' kökünden türeyen bir kelime olan "Millet" kelimesi kök manası olarak bir çizgi üstünde yazıyı imla etmekten hareketle bir düşünce, bir iz üstünde bir araya gelen, birleşen ve birlik olan insan topluluklarını ifade eder. Yani kitleler halinde yaşayan insan topluluklarını birbirine bağlayan, bir amaç etrafında birleştiren temel etmene milliyet denir. (Ragıp EL- İsfehani: 2008; Şamil İslam Ansiklopedisi).
Bediüzzaman Kur'an'dan aldığı dersle insanların farklı ırklar, farklı etnisiteler halinde yaratılmasını " tearüf[tanışma] içindir, teavün [yardımlaşma] içindir.. tenakür [yok sayma] için değil, tahasum [düşmanlık] için değildir!..” der. Yani insanların farklı kabileler, ırklar ve etnisiteler halinde yaratılması yardımlaşma için, tanışma içindir. Birbirini yok sayıp düşmanlık etmek için değildir. (Mektubat: 322)
Hakiki Milliyetimiz İslamiyettir!
Milliyeti özellikle ilk eserlerinde kök manası ve Kur'anî terminolojiye uygun bir şekilde yorumlayıp kullanan Bediüzzaman zamanla milliyet kavramının seküler ve dışlayıcı manada kullanıldığına şahit olunca milliyet kavramını ikiye ayırır.
"Menfi Milliyet" olarak olumsuzladığı milliyetçiliğin ırkçılık yapmak ya da mensub olduğu etnik grubunu esas ve üstün kabul ederek diğer ırklar ve etnik grupları dışlayan, yok sayan ve mümkün olduğunca düşmanlaştıran bir yapısı vardır.
"Irçılık bütün bütün tehlike-i azîmedir. "( Emirdağ Lahikası: 222) olduğunu vurgulayan Bediüzzaman menfi/dışlayıcı milliyetçiliğin ve ırkçılığın ne kadar büyük zararı olduğuna işaret etmiştir.
Bediüzzaman bu dışlayıcı ve düşmanlaştırıcı ulusçuluk ve ırçılık manasındaki menfi milliyetçilik anlayışına Avrupa'nın bir nevi 'Frenk illeti' olarak bir 'zehr-i kâtil'[öldürücü zehir] nazarıyla bakmıştır.
"Hususan dessas Avrupa zalimleri, bunu İslâmlar içinde menfî bir surette uyandırıyorlar; tâ ki, parçalayıp onları yutsunlar.” (Mektubat: 322)
Bediüzzaman'a göre dil, din ve vatan bir ise tam bir milliyet olur. Eğer bunlardan biri eksik olsa da yine milliyete dâhil ederek milliyeti olabildiğince kuşatıcı, kapsayıcı ve çoğulcu bir şekilde ele alır. Bediüzzaman İslam'ın kuşatıcı milliyet anlayışını “müsbet milliyet” tabiriyle ulus devlet ortamına bu şekilde kapsayıcı ve çoğulcu bir şekilde uyarlar. "Milliyet bir vücûddur. Ruhu İslâmiyet, aklı Osmaniyet, cismi sizde Türklük ve Kürd'lüktür. (Asar-ı Bediiyye : 346)" sözüyle Bediüzzaman İslamiyetin müslümanlar içinde milliyet olmayı sağlayacağını söyler. Yani birlik olmayı ve gayretle kalkınma arzusunu İslamiyetin temin edebileceğini ifade eder. (Mektubat: 441)
Yine "kuvvetli ve kudsî İslâmî milliyetimiz" (Asar-ı Bediiyye : 391) ifadesi bu manayı vurgular.
"Mevcudiyet-i milleti göstermek lâzımdır. Milliyetimiz de yalnız İslâmiyet'tir. Zîrâ Arab, Türk, Kürd, Arnavut, Çerkez ve Lazların en kuvvetli ve hakikatlı revabıt ve milliyetleri, İslâmiyet'ten başka bir şey değildir. Nasılki az ihmal ile tavaif-i mülûk temelleri atılmakta ve onüç asır evvel ölmüş olan asabiyet-i cahiliyeyi ihya ile fitne ikaz olunmaktadır. Ve oldu, gördük..." (Asar-ı Bediiyye : 520)
Bu alıntıladığımız pasajla birlikte ele aldığımızda Bediüzzaman milliyeti Kuranî bir zeminde nasıl anlaşılacağını gayet acık bir şekilde ortaya koyar.
TÜRK KÜRT İTTİFAKI: BÜYÜK SAADET!
Bediüzzaman Türk, Kürt ve Arabın dünya ve ahiret saadetini birbirine bağlar. ( Asâr-ı Bediyye: 389)
Bediüzzaman Münazaratta bu meseleyi daha keskin bir vurguyla şöyle der:
" Emin olunuz, biz Kürdler başkasına benzemiyoruz. Yakînen biliriz, içtimaî hayatımız Türklerin hayat ve saadetinden neş'et eder[çıkar](Asar-ı Bediiyye : 360) Yani Kürtlerin ve Türklerin saadetleri hatta varlıkları birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğunu belirtir.
AYRILIKÇILIK MI BİRLİK OLMAK MI!
Prens Sabahaddin gibi "adem-i merkeziyet" yani özerklik gibi uygulamaları savunanların fikirleri -Allah korusun- farklı mecralarda gelişerek bölünmenin, parçalanmanın, bağımsız devlet olup Avrupa'nın/Batının hegemonyasına girmenin sebebi olacak. Aslında Prens Sabahaddin'in fikirleri güzel, düşünülüp tartışılabilir. Ancak bizim toplumun yapısına uygun olan temel çözüm öncelikle milli birliği sağlamalıyız. Böyle bir birliği ve beraberliği sağladıktan sonra daha demokratik uygulamaları, fikirleri tartışarak ortak akılla buluruz. (Asar-ı Bediyye: 466)
"Bize lâzım Türklerle ittihad edeceğiz. "(Asar-ı Bediiyye : 476)
Kürt toplumunun kalkınma ve eğitim olarak geri kalmışlığını ve perişaniyetini gören Bediüzzaman burdan hareketle müthiş bir öngörüyle uzak geleceği görerek şöyle der:
"Kürtler için müstakbelde bir darbe-i müthişe hazırlıyor gibi ehl-i bâsîreti dağdar etmiştir. " (Asar-ı Bediiyye : 481)
Bediüzzaman Kürt halkına geleneklerine, kültürüne, inançlarına ters bir şekilde riyaset etmeye, Kürtleri kendi isteğince yönetme peşinde olanlara "Sun'i Kürt"[sahte Kürt] der ve Kürt halkının meşru reisi halkın seçtiği hükûmet olduğuna dikkat çeker.
Bediüzzaman der ki " Kürdler camia-i İslâmiyeden ayrılmaya asla tahammül edemezler."
(Asar-ı Bediiyye : 548) Bediüzzaman İslam'ın uhuvvet-i İslama/İslam kardeşliğine münafi olan ırkçılık davasını reddettiğini söyler.
Bediüzzaman'a göre Kürtleri müslümanlıktan ayırmaya çalışanlar beş on kişiden ibarettir. Ancak hakiki Kürtler hiç kimseyi kendilerine vekil ya da avukat edinmediğini söyler ve şu tesbiti yapar: " Kürdistan'a verilecek muhtariyetten bahsediliyor. Kürdler, ecnebî himayesinde bir muhtariyeti [özerkliği] kabul etmektense, ölümü tercih ediyorlar." (Asar-ı Bediiyye : 549)
Bediüzzaman Kürtlere şöyle seslenir: "Ey Kürd Milleti!
İttifakda kuvvet, ittihadda hayat, kardeşlikte saâdet ve hükümette selâmet vardır. İttihadın ipini (zincirini) ve muhabbetin şeridini iyi tutun ki, sizi belâdan halâs etsin." (Asar-ı Bediiyye : 485)
Bediüzzaman Müslümanlar içinde birileri tarafından kışkırtılan etnik milliyetçilik hakkında gizli planlari açığa çıkaran şu ifadei kullanır: "şimdi de uhuvvet-i İslâmiyeye [islam kardeşliğine] karşı istimal edilebilir ve istirahat-ı umumiye[dünyanın genel huzuru] düşmanları gizli dinsizler, yine o ırkçılıkla büyük zarar vermeğe çalıştıklarına emareler görünüyor." (Emirdağ-2 : 222)
Bediüzzaman Türkiye'de hem Türkçülük esaslı politikaların, hem de diğer etnik grupları esas alan etnik milliyetçi politikaların sonunun ne olacağını bakın ne kadar güzel söylüyor:
"Türk milleti aleyhine bir milliyetçilik tarafgirliği meydana gelecek, o vakit hakikî Türkler'i ecnebiler boyunduruğu altına girmeye mecbur edecek. Veya Türkleşmiş sair unsurdan olan ve bu vatanda mevcud ırkçılık ve unsurculuk damarıyla bir ecnebiye istinad ile masum Türk milletini tahakkümleri altına alacaklar. Bu durum ise dehşetli, tehlikeli olduğundan... " (Emirdağ-2 : 207)
KÜRTLERİN TALEPLERİ
Bediüzzaman Kürtlerin karakterini, tabiatını nazara almadan bir yönetim, bir idare yapmanın yanlış olacağını vurgular. Bu manada Hükûmetin yerel halkın adetlerine göre yönetim, lisanına göre eğitim, istidatlarına/yeteneklerine göre uygulama yapmasını önerir. (Asar-ı Bediyye: 485)
Genel olarak İslam ümmeti, Osmanlı devleti ve özelde de Kürt toplumunun temel sorunlarını üç kelime ile ifade eden Bediüzzaman, çözümü de yine üç kelime ile dile getirir. Bu üç temel sorunumuz, "fakirlik", "cehalet", "ihtilaf"[ayrılıkçılık]. Bu üç düşmana karşı çare olacak silahımız ise, "marifet"[bilim ve eğitim], "sanat" [sanayi ve teknoloji] ve "ittifak"tır. (Asar-ı Bediyye: 420)
Bu bağlamda Bediüzzaman Kürt toplumunun eğitim ihtiyacı üzerinde ısrarla durur. Hatta sadece Kürt toplumunun değil, bütün Ortadoğu ve Asya halklarının eğitim - bilim, sosyo-kültürel ve siyasal ihtiyaçlarına çare olabilecek bir üniverste olarak "Medresetüz Zehra" projesini geliştirir. Bediüzzaman bu projenin hayata geçmesi için Padişaha kadar gider. Bir üniverste projesi olan Medresetüz Zehra bütün detaylarıyla incelenip hayata geçirilmeyi hâlâ bekliyor. (Emirdağ Lahikası: 186-224; Asar-ı Bediyye: 360)
Kürt toplumunun -genelde bütün müslüman toplumların- eğitim ihtiyaçlarına değinirken Bediüzzaman, bilimlerin İslamî ilimlerle birlikte yani bilimleri İslamî ilimler ve imanî bir perspektifle okunması gerektiğini ısrarla söyler. Bediüzzaman dini ilimler esaslı ve dünyevi bilimlerin de dini ilimler ve imanî bir perspektifle okutulacağı eğitim kurumlarını Anadolu’nun ve özellikle de Doğu ve Güneydoğunun kalkınması için bir anahtar olarak görür. Hatta bütün Ortadoğu'nun barışı ve genel huzurunda bu eğitim kurumlarının anahtar rolü olacağını ifade eder. (Emirdağ Lahikası: 246)
Bediüzzaman eğitimde özellikle ilk eğitimin anadilde olmasını gerektiğini önemli bir nokta olarak vurgular. ".. Ben dahi fen[bilim] afyonunu ibtida[başlangıçta] onların lisanlarının zarfında[anadiliyle] sonra da lisan-ı resmiye ifrağ ederek[çevirerek] veriyorum. " (Asar-ı Bediiyye :308)
Bu tesbitinden sonra Bediüzzaman eğitim pedagojisi açısından çok ciddi incelemeyi hak eden şu tesbitiyle anadilde eğitimin ne kadar önemli olduğunu belirtir:
"Lisan-ı mâderzâd [anadil] ise; tabiî olduğundan elfaz [kelimeler] -davet etmeksizin- zihne geliyor. Alışveriş yalnız mânâ ile kaldığından zihin çatallaşmaz.. Ve o lisana giren maarif[bilgiler "nakş-ı alelhacer"[taşa kazınan yazı] gibi bakî kalır. Ve o zeyy-i lisan-ı milli[toplumsal anadil] ile görünen her ne olursa me'nûs olur [kolay benimsenir]. "(Asar-ı Bediiyye :447)
ORTAK GELECEĞİN İNŞASI: YA HEP YA HİÇ!!
Bediüzzaman bir hatıra anlatır. Van’da medresesinde bir talebesine sorar. “Sen Türkler hakkında ne düşünüyorsun?” der. Talebe der ki, ” ben bir namazlı Türkü, babam da olsa namazsız bir Kürde tercih ederim.” Sonra bu talebe İstanbul’a gider. Orada sırf seküler eğitim veren okullara gider. Aradan geçen dört yıldan sonra Bediüzzaman bu eski talebesini İstanbul'da yine görür ve ona sorar "Sen Türkleri nasıl görüyorsun?" Talebe der ki, - bu seküler eğitimin neticesi olarak- ben şimdi namazsız da olsa bir Kürdü hoca da olsa bir Türke tercih ederim. " der. Bu cevap üzerine Bediüzzaman bir hafta çalışarak o talebeyi kurtarır. Böylece talebenin eski haline döndüğünü aktarır. İşte bu hatıra müslüman toplumlarda, Türkiye'de ve özellikle Doğu - Güneydoğu vilayetlerinde eğitimin dinî ilimler esaslı olmasının vatan millet selameti için ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. (Emirdağ Lahikası: 224)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.