Vehbi KARAKAŞ
Bir suçlu varsa o da benim!
Bir zamanlar Mısır’da çok şiddetli bir kuraklık ve kıtlık olmuş. Halk, gayb gözü açık olduğuna inanılan Mısırın evliyasından Zinnun-i Mısrî’nin başına toplanmış. Demişler ki:
-Efendim, içimizde bir günahkâr varmış, onun yüzünden rahmet gelmiyor ve yağmur yağmıyormuş. Lütfen onu bir tesbit etsen, bize versen de, biz onu Mısırdan kovsak, rahmete kavuşsak! Kıtlıktan kurtulsak.
Bunun üzerine Zinnûn:
-Öyle mi canlar, demiş, onları savdıktan sonra başını alıp Mısır’dan çıkıp gitmiş. Hayli zaman sonra yağmur gelmiş, Mısır’ın topraklarında bereket kaynamaya başlamış, halkın yüzü gülmüş, o ara Zinnûn da Mısır’a dönmüş. Bunu duyan halk Zinnûn’un başına toplanmış:
-Nerelere gittiniz efendim, sizi hayli zamandır arıyoruz, bulamıyoruz, demeleri üzerine Zinnûn cevap vermiş:
-Evladım, duydum ki içinizde bir günahkâr varmış, onun yüzünden ülkenize yağmur gelmiyormuş. Ben de aradım, taradım, içinizde benden daha büyük günahkârını bulamadım. Başımı aldım, çıktım ki siz rahmete, berekete kavuşasınız.
Kıssadan çıkaracağımız hisse şudur: Keşke herkes birbirini suçlayacağına, suçu herkes üzerine alsa: “Bir suçlu varsa, o da benim” dese, Yusuf Peygamber gibi: “Ben nefsimin pak olduğunu iddia edemem. Onun işi hep kötülükleri emretmektir.” dese, nefsini kardeşlerinin arasındaki sevgiye, dayanışmaya feda etse, işte o zaman rahmet, bereket, huzur, afiyet ve cennet arkamızdan koşarak gelir. Allah bizi, nefsin avukatlığını yapmaktan muhafaza eylesin.
Biri gelmiş Mevlana’ya sormuş:
-Sen demişsin ki ben yetmiş iki buçuk milletle beraberim, doğru mu? Mevlana:
-Evet, demiş. Adam Mevlana’ya saymaya başlamış:
-Vay seni gidi … … …
Bu ifadeler karşısında Mevlana’dan aynı şiddette hakaretlerle karşılık beklenirken, o tersini yapmış, kendisine hakaret eden adamın tarafına geçmiş:
-Ey bana bu kötü sıfatları layık gören, nefsime haddini bildiren kardeş, bu düşüncelerinde seninle de beraberim, yerden göğe kadar haklısın, demiş.
Bu beklenmedik güzellik karşısında adam pişman olmuş, özür dilemiş. Had bildirmeye kalkmışken, densizliğini anlamış, haddini bilen bir adam haline gelmiş.
Üstad Bediüzzaman boşuna mı, “Nefis cümleden edna, Vazife cümleden a’lâ” yani, nefis herkesten aşağı, hizmet herkesten yukarı, demiş, eserlerinde. “Nefs-i emareme bir sille-i te’dip!” diyerek tokatlarını ve tokmaklarını önce kendi nefsine indirmiştir. Yine büyüklerimizden biri:
“Herkes yahşi ben yaman/ Eller buğday ben saman” demiş.
Bu örneklerden sonra herkes şu insaf çizgisine gelse ve, “Büyükler böyle derse, benim gibi küçüklerin de her halde şöyle demesi gerekir: Ey imana ve Kur’an’a hizmet eden kardeşlerim! Hepiniz yahşisiniz ben yamanım, hepiniz buğdaysınız ben samanım.” dese, “içinizde bir kötü varsa o da benim!” diye itirafta bulunsa, kusuru, kabahati üzerine alsa, gücendirdiklerinden özür dilese, affını istese, gücenenler de affetme faziletini gösterse acaba problem diye bir şey kalır mı?
Hizmetin gelişmesine ve şahlanmasına engel görünen bütün nefs-i emareler, egolar, enaniyetler ve benlikler Kur’an’a, ve imana hizmet yolunda Allah rızası için çırpınanlara feda olsun, kurban olsun. Olsun ki, Allah’ın kelamı yeryüzünde sahipsiz, kuvvetsiz, çaresiz ve cemaatsiz kalmasın. Müslümanların ve hizmet gruplarının birliktelikleri bozulmasın. Kuvvetleri azalmasın, yok olmasın. Düşmanlar ve şeytanlar sevinmesin.
Sevgili Peygamberimiz, dine hizmet yolunda taşlandı, haşlandı yine de kimseye sitem etmedi. Ona bu zulmü reva görenler müşrik ve kâfir olmasına rağmen onlara beddua etmedi. Destek beklerken, karşılaştığı kösteklerden sonra hiç kimseyi suçlamadan, sitem etmeden Allah’a döndü, çaresizliğini, yalnızlığını Ona arz etti, kendisine acı çektirenlere dua etti. Bu güzel ahlakı Allah, onun nâçiz ümmeti olan bizlere de nasip eylesin!
Kuraklıktan dolayı yağmur duasına çıkan Hz. Ömer: “Allahım! Ömer’in günahları yüzünden Ümmet-i Muhammed’i (s.a.v) cezalandırma!” dediği gibi imana ve Kur’an’a hizmetin için de bulunan herkes: “Benim yüzümden bu güzel kardeşlerimin hizmetlerini, emeklerini, boşa çıkarma, beni ve onları zayi etme. Meşgul olduğumuz hayır kurumlarına ve tüm hizmetlerimize malıyla, canıyla destek veren kardeşlerime ve bütün dostlarımıza ummadıkları yerden bereket kapılarını aç, rahmetini üzerlerine saç, diye dua etmelidir.
Herkeste böyle bir ahlakın varlığını ve herkesten herkese böyle bir duanın yükseldiğini bir düşünün. Böyle insanların yaşadığı dünya cennet olmaz mı?
Okuduğumuz Kur’an’da ve kıldığımız namazda da bu ahlak ve bu dualar var. Kur’an, öylesine kudsî, öylesine mübarek bir kitap ki, namaz öylesine kudsî ve öylesine mübarek bir ibadet ki hepimizi, hepimize, bütün mü’minleri, bütün mü’minlere dua ettiriyor ve her gün, her vakit şöyle dedirtiyor: “Ey bizim Rabbimiz! Hesap gününde beni, anamı-babamı ve bütün mü’minleri bağışla!” (İbrahim, 14 / 41)
Birbirlerine küsmüş olan mü’minler bile, işte böyle namazda birbirlerine dua etmektedirler. Namazı farz kılan, bizi birbirimize dua ettiren, dualarımızı kabul edip bizi huzuruna alan Allah’a sonsuz şükürler, bu edebi ve bu terbiyeyi bize getiren şanlı Peygamberine de sonsuz salat ve selamlar olsun. Âmîn.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.