Bir yazar, varım demekten ziyade ayna olmalı

Bir yazar, varım demekten ziyade ayna olmalı

Yazar Oğuz Düzgün, yeni kitabı “Kabirden gelen mektuplar” kitabıyla okurlarının karşısına çıktı

Risale Haber-Haber Merkezi

Yazar Oğuz Düzgün, yeni kitabı “Kabirden gelen mektuplar” kitabıyla okurlarının karşısına çıktı. Risale Haber’deki yazılarından da tanıdığınız Oğuz Düzgün, yeni kitabını anlattı.

Kimdir Oğuz Düzgün, sizi tanıyabilir miyiz?

Oğuz Düzgün, öncelikle kendisini tanımaya çalışan bir hakikat yolcusudur. Zıdların cem olduğu şu kesret/çokluk gölgeliğinde bir müddet misafir olacak ve kendi özüne doğru yolculuğuna sonsuzluk boyunca devam edecek bir yolcu... Varım demekten ziyade, gösterdim demenin telaşında bir aynadır sonra. Yazar değil, yansıtan olma arzusundadır yani. Bütün yaratılmışlar gibi Mutlak Öznesini göstermenin derdindedir.

Peki, bu yolculukta ne zaman ben artık yazarım diyebildiniz? Ya da kendinizi ‘yazar’ olarak tanımlıyor musunuz?

Az önceki cevabımdan anlaşılacağı gibi bu yolculukta ne “ben”, diyebildim, ne de “yazar” olduğumu iddia edebildim. Şu tapusu bana ait olmayan varlığımla, beni var edeni örtmek istemem zira. Bir kitap kendisi adına değil yazarı adına anlamlıdır daha çok. Ben de bir kitabım. Yazdıklarım ise zaten Sonsuz Yazar tarafından yazılmış bir kitabın nokta ya da virgüllerinden ibarettir. Hakiki yazar ben değilim yani. Mecazi bir yazar olup olmadığımıza ise, sanırım günün birinde okurlarımız karar verecek...

Önceki romanlarınız daha çok fantastik kurgu ya da politik kurgu türlerinde. Ancak bu son romanınızda dini mesajlar hakim. Neden böyle bir yol seçtiniz?

Öncelikle şunu anlayalım. Din tek boyutlu bir doğrusal çizgi değildir. Belki bir küp gibi pek çok boyutu olan ve hayatla iç içe geçmiş, onu tüm yönleriyle kuşatan ilâhi bir yapıdır. Son kitabımız dinin bir yönünü yansıtıyorsa, diğer kitaplarımız da başka yönlerini yansıtıyor desek daha doğru olur kanaatindeyim. Aslında seküler-dindar ayrımı yapılmaksızın bütün yazarları kapsayan bir yorumdur bu. Yani insanlar isteseler de istemeseler de Kitab’ın âyetlerini yaşarlar ve her defasında onları yeniden tefsir ederler.  Mesela her dönemde Ebu Leheb’e karşılık gelecek birileri vardır. Mesela Firavunlarla mücadele eden Musalar hiçbir zaman eksik olmamıştır. Bizim kitaplarımız da kendilerini anlatmaktan ziyade aslında tüm sözlerin kaynağı olan Kitab’ı anlatıyorlar. Mesela Göksel İhtilal ve Büyük Dünya Birliği adlı romanlarımız dinin medeniyet anlayışını yansıtırlarken, Kabir’den Gelen Mektuplar dinin itikadi cephesini yansıtıyor. Önceki kitaplarımı da Menkıbe Kurgu olarak adlandırmıştım zaten. Dinle dünyayı birbirinden ayırıp hakikatten uzaklaşma alışkanlığı yakın zamanların hastalığıdır. Aslında müminin nazarında din ve dünya ayrılması imkansız bir bütündür. Alt-üst, sağ-sol, yazı-tura kavramları gibi birbirini gerektirir bu kavramlar.

kabir_kitap.jpgSon kitabınız Kabirden Gelen Mektuplar... Neden Kabirden Gelen Mektuplar?

Bilineni anlatmaya gerek olmadığı için desem... Yani merak edilen, şüphe duyulan, anlaşılmayan çoğunlukla meçhuldür. Beton yığınları arasında ruhları boğulan insanların, sonsuzluğu anlamak gibi bir derdi de yok haliyle. Kabristanları bile hayatın merkezinden uzaklaştırıp şehirlerin en meçhul mevkilerine kurduğumuz günlerden bahsediyorum. Hatta “ölüm”den bahsetmenin bile hakaret kabul edildiği günlerdeyiz. Bu bilinçli bir Ahir Zaman seçimi... Meçhul olduğunu sandığımızın bize zarar vermeyeceğini düşünüyor olmalıyız. Modern zamanların basit bir deve kuşu taktiği bu. Halbuki avcı çok uyanık ve ne zaman, nereden geleceği belli değil. O halde kainatın en kesin gerçeğine karşı uyanık olmalı, çevremizi uyandırmalıyız. Şaka değil bu. Yüz yıl yaşasak da bir gün bu dünyadan çekip gideceğiz. O gittiğimiz yer neresi olacaksa sonsuza kadar orada kalacağız. “Kabirden Gelen Mektuplar” bu sonsuz yolculuğun kılavuzlarından birisi. Seyahate çıkarken gideceğimiz yerde lazım olacak miktarda parayı yanımıza alırız, sonra haritaya bakarız, internete gireriz ve gideceğimiz yerin özelliklerini iyiden iyiye araştırırız. Sonsuz süreli bir yolculuktan bahsettiğimize göre; bu yolculuk için hazırlık yapmamak sonsuz bir yanlış olurdu. İşte elinizdeki bu kitap, insanları o kaçınılmaz yolculuğa hazırlanmaya davet eden bir davetiyedir gerçekte.

Kitaplarınızı ne kadar sürede yazıyorsunuz? Başka bir deyişle bir romanın ortaya çıkması ne kadar sürer?

Her şey kalbe doğan bir kaç cümleyle başlıyor aslında. Bu cümleleri “tohum cümleler” olarak adlandırmak istiyorum. Daha sonra o tohumları suluyorum, besliyorum titiz bir bahçıvan edasıyla. Yani yazacağım o konuda kendimce araştırmalar yapıyorum önce. Daha sonra hikaye genişliyor, ete kemiğe bürünüyor. Bunun için belli bir süre tayin etmek çok zor. Kimi hikayeler kelebeklerin ömrü kadar kısa sürelerde başlayıp biterken; kimileri de kaplumbağa seyrinde ilerliyor. Bir gecede onlarca sayfa yazdığım gibi, bir kaç sayfayı oluşturabilmek için bir yıl beklediğim de olmuştur mesela.

Yazmak yetenek işi midir? Yoksa öğrenilebilir bir iş midir?

Yazmak yetenek işi olsa da öğrenilmesi gereken bir faaliyet alanıdır. Yetenekli olmak ve öğrenmek birbirinin zıddı olan kavramlar değil, birbirlerini destekleyen kavramlardır. Yetenek elbette olmazsa olmaz ama yeteneği olan insan da yazacaklarını nasıl yazması gerektiğini öğrenmek zorunda. Sadece öğrenmek de yazmak için yeterli değil. Yeteneğiniz yoksa eğer, nasıl ya da kimden öğrendiyseniz öyle yazmaya bir ömür devam edersiniz. Eğer yazdıklarınız öğrendiklerinizi taklitten ibaret değil de özgün eserlerse, o halde yeteneğiniz de var demektir. Yani öğrenerek de yazılır ama o yazılan “özgün” bir eser olmaz. Yetenek, yazılanı diğer yazılanlardan ayıran özgün bir ruhtur desek sanırım daha doğru olacak.

Sonsuzluğundan kanamalı bir hasta gibi yatmıştım gafletime...” cümlesinden hareketle, son kitabınızın kalbi hastalıklarımızın tedavisi konusunda oldukça iddialı olduğunu söyleyebilir miyiz?

oguz_duzgun.jpgDaha başlangıçta söylemiştim sanırım. İddialı olmaktan pek hoşlanmıyorum. Sadece yazarken kendi tecrübelerimi; yenilgilerimi ve zaferlerimi duygular boyutunda yeniden yaşıyorum. Tecrübelerini yansıttığım o reçeteler beni iyileştirdi çoğu zaman. Sadece beni değil, milyonları iyileştiren kalbi ve imani reçetelerden bahsettiğimi söyleyebilirim. Halbuki biz kendimiz için yaşayıp kendimiz için ölemeyiz. Hakikati anlatmak zorunda olduğumuz bütün bir insanlık var mesela. Bu kitabı okuyup ondan istifade ettiğini düşünenlere şunu söylemek istiyorum. Lütfen bu kitabı başkalarına da ulaştırın. Çünkü mühim bir kalp ehlinin dediği gibi; “Eğer bu millet cennete giderse cennete,  bu millet cehenneme giderse, cehenneme gideceğiz.” Tabii ki şifayı ve hidayeti vermek Allah’a mahsus. Biz ise vazifemizi yapmakla mükellefiz.

Bu kitapta bize anlatabileceğiniz ilginç bir öykü var mı?

Herkesin derdine göre farklı öyküler var kitapta. Aşk derdine ayrı bir ilaç, vesveseye ayrı bir çözüm, iman zayıflığına farklı bir tedavi... Tırtılın öyküsü var mesela... Hocanın, Şairin, Düşünürün öyküleri var. Bütün bu hikayelerde bambaşka yaraların, çok farklı hastalıkların tedavi yöntemleri paylaşılmış durumda. Herkes kendine hitap eden hikayeyi okuyacak ve kendi dermanını bulacaktır. Bu konuda okurları yönlendirmek doğru olmaz kanaatindeyim.

Kitabınızın benzer konularda yazılan diğer kitaplardan farkı nedir?

Öncelikle şunu söyleyeyim ki, Kabirden Gelen Mektuplar bir “feryat ya da şikayet” kitabı değil; “tebessüm ve ümit” kitabıdır. İçine düştüğümüz bir sıkıntıdan kurtulduğumuzda yüzümüzde beliren tebessüm gibi... Elektrikler gittiğinde kapkaranlık olan odamızın aniden aydınlanışı gibi... Kaybettiğimiz bir mücevheri bulduğumuz andaki sevincimiz gibi... Bu kitabı okuyup bitirenleri böyle bir tebessüm bekliyor. Ayrıca okuyanlar, kitabın etkileyici, vurucu ve diriltici bir üsluba sahip olduğunu söylüyorlar. Ben de onların bu samimi dualarına “âmin” diyorum.

Son olarak okurlarınıza neler söylemek istersiniz?

Bu noktada okur adaylarıma bir gerçeği itiraf etmek istiyorum. Aslında “Kabirden Gelen Mektuplar”ı ben yazmadım. Evet yanlış duymadınız... Hatta bu kitap henüz yazılmadı desek, bu da yalan olmaz. Çünkü okunmayan bir kitap henüz yazılmamıştır bana göre. Okunan kitap ise, her okunduğunda yeniden yazılmış demektir. Gelin bu kitabı birlikte yazalım diyorum okurlarıma. İki cilt arasına sıkıştırılmış harfler yığını olarak kalmasın... Şuurunuzla gerçek anlamına kavuşturun bu kitabı. Seslerini bizlere duyurmak isteyen ötelerin sakinlerine de vefa borcumuzdur bu. Kimbilir kaçının izleri sindi satırlarının arasına, kimbilir hangi yakınınızın kokusunu bulacaksınız paragraflarında. Betonlaşmış kozamızdan sıyrılalım ve anlayalım sonsuz gerçeği. Bir de okurlarımız dua etsinler bizim için ki, hakikati yansıtmaya bir ömür devam edelim. Onların duaları olmazsa mürekkebimiz de kurur çünkü. Son/suz olarak bu fakire “dua edin” demek istiyorum okurlarıma. 

KİTABA ULAŞMAK İÇİN:
Tel: 0212 5128664 www.azkitap.com [email protected]