
Misafir Kalem
Bir Zerreden Her Şeyin Hâlkına Dair Bir Tefekkür-i İmanî
Fatih Kandaz
Nasıl ki Cenâb-ı Hak, bir tek cevher-i basit olan toprak nev’inden, hadsiz enva ve âlemleri, nihayetsiz çeşit ve nakışları halk ederek, kudretinin azametini ve ilm-i muhitinin ihatasını gösteriyor. Aynen öyle de, bir zerreyi, bir atomcuğu veya bir elektron parçasını, nihayetsiz bir kudretin ve nihayetsiz bir hikmetin emrine vermekle, her anda ve def’aten çok cihetli ve çok hikmetli işler gördürür.
Evet, bir tek zerreye, aynı anda binler iş gördürmek, binler faaliyeti onda cem etmek; ancak ve ancak, her şeyin dizgini elinde, her şeyin anahtarı yanında olan bir Zât’ın tasarrufu ile mümkündür. Bu keyfiyet, Risale-i Nur’da “Hüve Nüktesi” olarak beyan edilen azîm bir sırra işaret eder. Evet, Amerika’da konuşulan bir kelâmın aynı anda bizim kulağımıza ulaşması, bu zerrenin hükmünde olan havaya, aynı anda, aynı kelâmı çok noktalarda taşıttırmakla mümkündür. Bu hâl, bir emirle yüz bin işi birden görebilen bir kudretin cilvesidir.
Aynı şekilde, çift yarık deneyi namıyla meşhur olmuş bir fen hadisesinde; bir elektron, aynı anda birden çok yarıktan geçiyor gibi bir netice arz eder. Bu ise, bir elektronun maddî kayıtlardan münezzeh bir emr-i İlâhî olduğunu, bir emir tahtında aynı anda çok yerde bulunabileceğini işmam eder. Bu da bize gösteriyor ki: Zerre hükmündeki mahlûklar, bizzat değil, belki bir Hâkim-i Mutlak’ın emir ve iradesiyle memur mahlûklardır.
Evet, kainatta görünen bir nizam, bir intizam, bir kudret, bir hikmet vardır ki; her şeyde bir maksat, her işte bir gayet yüksek fayda görülmektedir. Demek ki: Cenâb-ı Hak, bir tek zerre ile her şeyi yapabildiği gibi, her şeyi de bir tek zerreye yaptırabilir.
Kaldı ki, bizler zaman ve mekânla mukayyed olduğumuzdan, o hadsiz kudretin yalnız bizim nasibimize düşen kısmını müşahede edebiliyoruz. Tıpkı, bütün menfezlerden gelen nurun yalnız bir pencereye düşen hissesini görmek gibi. Bu mânâ, “şehadetimiz mahdut, müşahedemiz kayıtlıdır” hakikatine işaret eder. Herkesin aynı şeyi görüyor olması, herkesin nazarına aynı perdeden baktırılmasındandır. Nitekim enbiyalar, hususan Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm, nasibine daha fazlası isabet ettiğinden, daha dünyadayken kıyameti müşahade etmiş, kaza ve kaderi yazan kalemin sesini işitmiş, meleklerin cenneti imarını görmüştür.
Bu sırra binaendir ki: Allah’ın kudretine vasıf ve kabiliyet isnad etmek değil, belki o vasıfları birer tecellî-i Esma suretinde görmek gerektir. Bizler yalnızca sebep perdesi arkasından nazar ettiğimizden, icraatı bizzat müşahede edemeyiz. Eğer perdesiz görsek, bu hâl mucize olur ve imtihan sırrı zayi olur.
Aynen Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm’ın Belkıs’ın tahtını bir anda getirtmesi gibi; ışınlanma, çok noktalarda bir anda bulunma gibi hârikalar, kudret-i İlâhiyenin zaman ve mekân kaydından münezzeh bir tecellîsiyle mümkündür. Risale-i Nur’da geçtiği üzere:
“Her bir zerre, hadsiz bir hikmetle hareket etmekte; sanki, ilim sahibi, irade sahibi, kudret sahibi gibi görünmektedir. Hâlbuki, o zerre, ilimden, iradeden, kudretten mücerreddir. Demek, o hikmetli icraat, bir Müdebbir-i Hakîm’in emriyledir.” (Sözler, Otuzuncu Söz)
Cenâb-ı Hak bizleri, zerrelerden dahi kudretini tanıyan basiretli kullarından eylesin. Âmin.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.