Birisinin cinayetiyle akrabaları mesul olamaz

Birisinin cinayetiyle akrabaları mesul olamaz

Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim

İslâmiyetin pek çok kanun-u esasîsinden birisi,

وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى âyet-i kerîmesinin hakikatıdır ki, “Birisinin cinayetiyle başkaları, akraba ve dostları mesul olamaz.” Halbuki, şimdiki siyaset-i hâzırada particilik taraftarlığıyla, bir câninin yüzünden pek çok mâsumların zararına rıza gösteriliyor. Bir câninin cinayeti yüzünden taraftarları veyahut akrabaları dahi şenî gıybetler ve tezyifler edilip, birtek cinayet yüz cinayete çevrildiğinden, gayet dehşetli bir kin ve adaveti damarlara dokundurup kin ve garaza ve mukabele-i bilmisile mecbur ediliyor. Bu ise, hayat-ı içtimaiyeyi tamamen zîr ü zeber eden bir zehirdir. Ve hariçteki düşmanların parmak karıştırmalarına tam bir zemin hazırlamaktır. İran ve Mısır’daki hissedilen hâdise ve buhranlar bu esastan ileri geldiği anlaşılıyor. Fakat onlar burası gibi değil; bize nisbeten pek hafif, yüzde bir nisbetindedir. Allah etmesin, bu hal bizde olsa pek dehşetli olur.

Bu tehlikeye karşı çare-i yegâne: Uhuvvet-i İslâmiyeyi ve esas İslâmiyet milliyetini o kuvvetin temel taşı yapıp, mâsumları himaye için, cânilerin cinayetlerini kendilerine münhasır bırakmak lâzımdır.

Hem, emniyetin ve âsâyişin temel taşı yine bu kanun-u esâsîden geliyor.

Meselâ, bir hanede veya bir gemide bir mâsum ile on câni bulunsa, hakikî adaletle ve emniyet ve âsâyiş düstur-u esasîsi ile, o mâsumu kurtarıp tehlikeye atmamak için, gemiye ve haneye ilişmemek lâzım—tâ ki mâsum çıkıncaya kadar.

İşte bu kanun-u esasî-i Kur’ânî hükmünce âsâyiş ve emniyet-i dahiliyeye ilişmek, on câni yüzünden doksan mâsumu tehlikeye atmak, gazab-ı İlâhînin celbine vesile olur. Madem Cenâb-ı Hak, bu tehlikeli zamanda bir kısım hakikî dindarların başa geçmesine yol açmış, Kur’ân-ı Hakîmin bu kanun-u esasîsini kendilerine bir nokta-i istinad ve onlara garazkârlık edenlere karşı siper yapmak lâzım geldiğini, zaman ihtar ediyor. (Emirdağ Lâhikası-21(102 )

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:
ahali-i Müslime : Müslüman ahalî, halk
âlem-i İslâm : İslâm âlemi
Başvekil : Başbakan
beyan etmek : açıklamak
bilâd-ı Arab : Arap beldeleri, ülkeleri
bilâd-ı İslâmiye : İslâm beldeleri
ecnebî : yabancı
esas : temel husus, ana konu
garb : batı
hareket-i İslâmiye : İslâm hareketi
hasene : iyilik
hizmet-i Kur’âniye : Kur’ân hakikatlerini yayma görevi
hükûmet-i demokrasi : demokrasi hükûmeti
intişar etmek : yayılmak
iştiyak : çok arzu ve istek
kemâl-i ferah : mükemmel bir rahatlama, rahatlık
kudsî : kutsal
madde-i esasiye : temel madde, ana unsur
mikyas : ölçü, örnek
muhkem : sağlam
mukavemet : dayanma, karşı koyma
mücahede : cihad etme, mücadele
risale : kitap; Risale-i Nur’un bölümlerinden herbiri
surî : görünüşte, şeklen
tahsin : güzel bulma
takdir etme : beğeniyi dile getirme
takdir : övgü
tesirat : tesirler, etkiler
tesis etmek : kurmak, oluşturmak
vaziyet : durum, hâl
adalet : her hak sahibine hakkının tam ve eksiksiz verilmesi
adavet : düşmanlık
âsâyiş : bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunması durumu, güvenlik
buhran : bunalım
celb : çekme
Cenab-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
çare-i yegâne : tek çare
düstur-u esasî : temel prensip, esas düstur
emniyet-i dahiliye : iç güvenlik
esas : temel, meselenin özü
garaz : kötü kasıt
garazkârlık : kötü niyetlilik, kin gütme
gazab-ı İlâhî : Allah’ın gazabı, kahrı
gıybet : başkalarının arkasından hoşlanmayacağı şekilde konuşma, çekiştirme
hakikat : asıl, gerçek mahiyet
hariç : dış
hayat-ı içtimaiye : sosyal hayat
himaye : koruma
kanun-u esâsî : ana prensipler, ana esaslar; anayasa
kanun-u esasî-i Kur’ânî : Kur’ân’ın ana prensipleri, ana esasları
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
mukabele-i bilmisil : ayniyle mukabele etmek, karşılık vermek
münhasır : ait, sınırlı
nisbet : oran, kıyas
nokta-i istinad : dayanak noktası
siyaset-i hâzıra : şimdiki siyaset, geçerli olan siyaset
şenî : kötü, çirkin
tezyif : alay etme, küçük düşürme
uhuvvet-i İslâmiye : İslâm kardeşliği
zemin : ortam
zîr ü zeber : alt üst, karma karaşık, darmadağınık
acip : acayip, tuhaf
adalet : her hak sahibine hakkının tam ve eksiksiz verilmesi
cereyan : hareket, akım
ecnebî : yabancı
enaniyet : benlik, gurur
esas : temel
hadis : Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış
hakikat : gerçek
hakikî : asıl, gerçek
hâkimiyet : egemenlik, hükmü ve idaresi altına alma
hukuk-u ibad : kul hakları, insan hakları
hukukullah : Allah’ın hakkı
hürriyetperver : hürriyetçi
icap : gerekli olan, gerekli görülen
istibdad-ı mutlak : sınırsız baskı, zulüm
kanun-u esasî : temel hüküm, kural; anayasa
memuriyet : emir altında olma
mezkûr : anılan, sözü geçen
milliyet-i kudsiye : kutsal İslâm milliyetçiliği
muhalefet etmek : aykırı davranmak
muhalif : aykırı
müdahale : karışma
müstebidâne : zorla, despotça
mütekebbirâne : kibirlenerek, büyüklenerek
nefis : bir kimsenin kendisi; insanı daima kötülüğe, yasak olan zevk ve isteklere sevk eden duygu
nefsanî : nefse ait
noksaniyet : eksiklik
sair : diğer
suret : şekil
tahakküm : baskı, zorbalık
terbiye-i İslâmiye : İslâm terbiyesi
ubudiyet : kulluk
unsur : millet, ırk
vaziyet : durum, hâl
zafiyet : zayıflık
zahiren : dış görünüş açısından
zîr ü zeber : alt üst, karma karaşık, darmadağınık
acip : acayip, tuhaf
adâvet : düşmanlık
âsar : eserler
câzibedar : çekici
Cenâb-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
cüz’î : ferdî, küçük
çâre-i yegâne : tek çâre
dahil : içeri
dua-yı umumî : herkesi içine alan dua
elzem : çok gerekli
galebe eden : üstün gelen
hadis-i şerif : Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, fiil veya davranış
hakikat : gerçek, doğru
hakikat-i Kur’âniye : Kur’ân’ın hakikati, gerçeği
hakikî : asıl, gerçek
hariç : dışarı
hayat-ı içtimaiye : sosyal hayat
kanun-u esasî : ana prensip, anayasal kanun
menfaat : çıkar, fayda
meydan-ı muaraza : sözle mücadele meydanı
mezkûr : anılan, sözü geçen
muarız : karşı gelen
muhafaza eylemek : korumak
mukabil : karşı
muvaffak : başarılı
necip : soyu sopu temiz, nesli pak olan kimse, asil
nokta-i istinad : dayanak noktası
saâdet-i ebediye : sonsuz mutluluk
Sahabe : Hz. Peygamberi (a.s.m.) dünya gözüyle görüp onun yolundan giden Müslümanlar
şakird : talebe, öğrenci
tahakkuk etmek : gerçekleşmek
tahribat : tahripler, yıkıp bozmalar
taife : grup, topluluk
uhrevî : âhirete ait
bedevî : çölde yaşayan, göçebe
beyan etmek : açıklamak
dahil : iç
dalâlet : hak yoldan sapkınlık
fısk : günah, günahkârlık
fikr-i siyasî : siyasete ait fikir
gaddar : acımasız
gıybet etmek : başkalarının arkasından onların hoşlanmayacağı şekilde konuşmak, çekiştirmek
hâdisât : hâdiseler, olaylar
hakikat : gerçek, doğru
hâkimiyet-i İslâmiye : İslâmiyetin hâkimiyeti
hariç : dış
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
hodfuruşluk : kendini beğendirmeye çalışma
hürriyetperver : hürriyetçi
içtimaî : toplumsal
iktifa etmek : yetinme
kanun-u esasî : ana prensip, anayasal kanun
keyfî : keyfe ve arzuya göre
küfür : inkâr, inançsızlık
mâzur : özürlü, mazeretli
menfaat : fayda, yarar
muhalif : aykırı, taraf
nokta-i esasiye : temel nokta
rahmet okutmak : İlâhî şefkat ve merhamet gelmesi için dua etmek
Ramazan-ı Şerif : şerefli, değerli Ramazan ayı
sâlih : iyi işler yapan, dinin emirlerine uyan kimse
senâ etmek : övmek, yüceltmek
su-i istimal : kötüye kullanma
şeâir-i İslâmiye : İslâma sembol olmuş iş ve ibâdetler
tahrik : harekete geçirme
tâife : grup, topluluk
tarafgirane : taraftar olur bir şekilde
teessüf : eseflenme, üzülme
tekfir : bir kişiyi küfürle itham etmek
tesanüd : dayanışma
zındık : dinsiz
zîr ü zeber : alt üst, karma karışık, darmadağınık
zuhur eden : ortaya çıkan, görünen