Özkan ERDEM
Biz mi Risaleler’i okuruz, Risaleler mi bizi?
Sürekli ‘okumalar’dan bahsedilir. Nur talebelerinin birçok ‘okuma’ çeşidinin olduğu dile getirilir.
Bireysel/şahsî okumalar, katılımlı/umumî ders okumaları, birlikte/müzakereli okumalar, dönerli okumalar, sabah namazı okumaları, namaz dersi okumaları bunlardan birkaçı.
Kendimiz de eylemsel olarak çoğu zaman yaşamışızdır bu okuma anlarını.
Peki, biz mi Risaleler’i okuruz, yoksa Risaleler mi bizi?
Esasında talebelik vasfı ile Risaleler’e muhatap olup sadece kendimiz Risaleler’i okuduğumuzu ‘zan’nederiz. Oysaki Risaleler de bizi okur. Çünkü biz Risaleler’i seçmeyiz, seçemeyiz; öyle bir hakkımız yoktur. Ama Risaleler’in seçme hakkı vardır; Risaleler dost seçer, kardeş seçer, talebe seçer kendine.
Tabii seçmeden önce bir imtihandan geçirir Risaleler; “Necisin, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun, nereye sevk olunuyorsun?”, “İnsanlık nedir?”, “Okullarda muallimler Allah’tan bahsetmiyorlar; Allah’ın varlığı nasıl anlaşılır peki?” türünden sorular sorar. Bu sorulara her bir muhatap kendi zihin dünyasında bir ön cevap aramaya başlar.
Daha sonra Risaleler olması gereken, gerçek cevabı verir; Kim olduğunu, nereden geldiğini ve nereye gittiğini…
Okurun kendi zihin dünyasında verdiği ‘cevap’ ile Risaleler’in verdiği ‘gerçek cevap’ arasında bir ‘paralellik’ var ise veya Risaleler’deki gerçek cevaplar okura mantıklı geliyor, okur bu cevapları kabul edip sahipleneceğinin ‘sözünü’ veriyor Risaleler tarafından kendine dost/kardeş/talebe seçilmiş demektir. Risaleler’in bizi okuma işlemi bitmiş demektir. Artık sıra bizim Risaleler’i okumamıza gelmiştir.
Aksi durum da söz konusu olabilir. Sorulara bir cevap vermemiş olmak veya gerçek cevap ile paralellik arz etmeyen cevaplar vermiş olmak yahut Risaleler’deki gerçek cevapları sahipleneceğine dair söz vermemek demek (dostluk, kardeşlik, talebelik) imtihanı(nı) kaybetmek demektir.
Risaleler’deki bu gerçek cevaplar birer ‘hakikat’tir. Bu hakikatleri sahiplenmemek demek; sahipleneceğine dair söz vermemek demek Risaleler’i bir nevi muhatap almamak demektir. Risaleler’i muhatap almayanı Risaleler de muhatap almaz; ne dost edinir kendine ne kardeş kılar ne talebeliğine kabul eder.
Bir de, bizim de dostlarımız, kardeşlerimiz var, değil mi?
Peki, neye göre seçeriz onları?
Bize karşı davranışlarına, bizim ile olan iletişimlerine, sadakatlerine, bize gösterdikleri sevgiye-muhabbete, merak edip de sorduğumuz sorulara verdiği cevaplar gibi durumlara göre, biz de dostlarımızı, arkadaşlarımızı, kardeşlerimiz seçeriz değil mi?
İşte, Risaleler de benzer süzgeç ve filtrelerden geçirir bizleri.
Kendisine/Risaleler’e olan saygıyı, sadakati, muhabbeti test eder önce. Kendi/Risale dili ile olan iletişimimize dikkat eder. Risaleler ile muhatap olduğumuz zamanlardaki davranışlarımız, oturmamız, kalkmamıza da bakar. Tüm bunları değerlendirir ve kendisini/ Risaleler’i sahiplenip sahiplenemeyeceğimiz yönünde bir kanı oluşur Risaleler’de. Bu kanıya göre kendisi de bizi ya sahiplenir; bizi kendine ya dost, ya kardeş, ya da talebe olarak görür; ya da sahiplenmez bizi, açılmaz bize, anlatmaz o derin imani mesajları, ahlaki hakikatleri.
Yazar, Cenk Enes Özer ‘Hizmetkâr Kim?’ adlı kitabında “Bu kapının girişi içeridendir” diye bir cümle kullanır. Bu söz esasında Risale okumalarımız için de geçerlidir bence. Yani, bizler Risaleler’e gönül kapımızı ardına kadar aralamazsak, yani içtenlikle samimiyetle Risaleler’e sarılmazsak Risaleler bize neden açılsın? Bu da gösteriyor ki çift taraflı bir okuma söz konusudur; Biz Risaleler’i okurken esasında Risaleler de bizi okur.
Biz Risaleler’e ne derece iyi birer dost/kardeş/talebe olabilirsek, Risaleler de bizi o ölçüde sahiplenir; bizim dostumuz olur, bir kardeş gibi yakın durur bizi talebeliğine kabul eder.
“Risaleler, bütün dünya milletlerinin hayatlarını muhafaza ve müdafaa için sarıldıkları ve güvendikleri atom ve emsali bomba ve silahların fevkinde muazzam bir tesire sahiptir” der Bediüzzaman. Burada, üzerinde durmak istediğim anahtar kelimeler; ‘muhafaza, müdafaa’ ile ‘sarılmak ve güvenmek’tir. Bir insanı ya dostu ya da kardeşi ‘muhafaza ve müdafaa’ eder, değil mi? Ama siz, o dostunuza veya kardeşinize ‘sarılıp güvendiğiniz’ ölçüde o bunu yapar.
İşte, Risaleler kendisine ‘sarılıp güvenen’ kişilerden seçtiği dost ve kardeşlerini ‘muhafaza ve müdafaa’ eder. Buradaki belirleyici kıstas ‘sarılıp güvenmek’tir. Risaleler’e sarılmak, Risaleler’e güvenmek demek, ne demek? Bu iki soruya cevap verebilenler zaten şuan Risaleler tarafından ahirzamandaki dehşetli bela ve musibetlere karşı vereceğimiz cevaplar, birazcık da bizim enfusi alemimiz ile alakadar olup Risaleler’e olan muhatabiyetimizin ölçüsünü belirler. Bu muhatabiyet ölçüsünde Risaleler bizi dost/kardeş/talebe dairesine alarak ‘muhafaza ve müdafaa’ eder.
Bediüzzaman, Risaleler’in bir yerinde “Risaleler benim malım değil, Kur’an’ın malıdır” diyor. İşte asıl bu düşünce, Said Nursi’yi Risaleler’e dost, kardeş veya talebe kılmıştır.
Risaleler sorar; “Ben kimin malıyım kim beni sahiplenecek?” diye. Risaleler’i kendi malı sanıp, üzerinde sadeleştirme, oynama gibi salahiyeti bulanlar Risaleler’in dostluğundan, kardeşliğinden mahrum kalmışlardır. Ama Risaleler’i Kur’an’ın malı olduğunun bilincinde olanlar ve sahiplenenler ise imtihanı kazananlardır. Risaleler de o kimseleri muhafaza eder, sahiplenir. Söz gelimi, Risaleler’in Kur’an malı olduğunu söyleyen Said Nursi’yi Risaleler sahiplenmiştir; onlarca zehirlenmeler, sürgünler, idam sehpaları, esaretler, zindanlara karşı Risaleler Said Nursi’yi muhafaza ve müdafaa etmiş, düşmanlarının onu Risaleler’den ayırmasına izin vermemiştir. Demek ki, Said Nursi Risaleler’e iyi bir dost, iyi bir kardeş, sadakatli bir talebe olabilmiştir.
Peki, ya biz?
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.