Nurdan HUYUT
Biz sadece Risale-i Nur okurduk
Çocuktum… Doğu’nun küçük bir ilinde, mütevazı bir lojman dairesinde kalıyorduk. Evin salon bölümünde bir duvarı baştanbaşa kaplayan bir kitaplığımız vardı. İçinde Risale-i Nurlar, peygamberin hayatını anlatan kitaplar, dini çocuk romanları, dergiler ve nurculuk adına yazılmış onlarca kitap vardı. Koltuk, kanepe faniydi. Kitaplarımız evimizin en değerli eşyalarıydı…
Lojmanın arka tarafında dağlar vardı. Akşam olunca çatışma sesleri başlardı. Evden biri: “Yere yatın!” Diye komut verince, tuhaf bir ürpertiyle yere yatardık. Bazen de çatışmaların farkına bile varamazdık. Öylesine alışkındık ki, sabah olurdu ve biz okula giderdik.
Dünya da onlarca mesele meydana gelirdi. Twitter yoktu, Facebook yoktu. İnternet bile yoktu. Kitaplarımız vardı bizim. Kırmızı kitaplarımız… Evet, ülkede baskılar yaşanmıştı, darbeler olmuş, yüzlerce insan ölmüştü. Hem, kırmızı kitapları okumak sakıncalı(!)ydı da. Birilerine bahsetmek bile tedirginlik oluştururdu. Ama bilirdik ki bu kitaplar gözyaşıyla, çileyle, hapis ve işkence zulmüyle yazılmıştı. Sadece din için, Allah için, peygamber içindi davası. İşte o yüzden bizim evde Risale-i Nur okunurdu. Babam okurdu, annem okurdu, biz dinlerdik. Okumayı öğrenince kendimizi de, Risale-i Nur okurken bulmuştuk. Çatışma olurdu, Türkiye çalkalanırdı. Şöyle olacak, böyle olacak diye bin türlü söylenti… Biz Risale-i Nur okumaya devam ederdik. Onunla teselli bulurduk. Onunla sükûnete kavuşurduk.
Sonra Güneydoğuya Halil İbrahim’in diyarına tayin olduk. Kitaplarımızı da getirdik yanımızda. Orada Risale-i Nur okuyan onlarcasını bulduk. Ve aniden 28 Şubat dönemi çaldı kapımızı… Hep korkutulduk, hep sindirilmeye çalıştık. Ama siyasetle işimiz olmazdı ki bizim. Biz sadece ve sadece Risale-i Nur okuyorduk.
Elimizde topuz yoktu. Olmamalıydı… Nur vardı elimizde. Kimi incitebilirdik ki? Hem zaten hiç incitmedik ki… Menfaatlerimiz için Risale-i Nur’u kullanmadık. Ele vermedik onu. İyi niyetlerimiz uğruna bile harcamadık. Muhtaç gönlümüzü ve muhtaç gönülleri aydınlatmak için okuduk sadece, okuduk ve Nurla boyandık.
Çocukken de, yetişkin olduğumuzda da “Bu risaleleri hiç anlamıyoruz” demedik biz. Serabımızdı Risale-i Nurlar. Susuzluğumuzun çeşmesiydi. Şu harfin yerine şu harfi, şu kelimenin yerine şu kelimeyi, şu cümlenin yerine şu cümleyi koyalım diye de hiç düşünmedik biz. Mesela “Miraç” muazzam bir kelimeydi gönlümüzde. Onun yerine “Merdiven” kelimesine asla tenezzül etmedik. Bilirdik ki eğer buna tenezzül etseydik, Nur’un şefkat tokadı yakalardı bizi…
Bugün hala çalkantılı günler yaşanıyor âlemde. Bunlar kıyamete doğru hızla sürüklenen bir gezegenin, dünyanın vaveylası, kışırı, gürültüsü, patırtısı… Bu güne dek hep oldu, hep olacak… Bence yine Risale-i Nur okuma zamanı… Onu okumaya devam etmeli, kıyıda köşede kalmış kitaplıkları yeniden karıştırmalı. Yoksa da, bir kitaplığınız mutlaka olmalı. Biliyorum… Dünyada olup bitenlerin bir ucu, mutlaka gelip size de dokunuyor. Kâh içinizi acıtıyor, kâh öfkelendiriyor, kâh ağlatıyor… Fakat dünya hangi halde olursa olsun, ruhun imani hakikatlere olan ihtiyacı daimi kalıyor.
Hani diyor ya Üstad Hazretleri: “Sen burada misafirsin. Ve buradan da diğer bir yere gideceksin. Misafir olan kimse, beraberce getiremediği bir şeye kalbini bağlamaz. Bu menzilden ayrıldığın gibi, bu şehirden de çıkacaksın. Ve keza, bu fâni dünyadan da çıkacaksın. Öyle ise, aziz olarak çıkmaya çalış. Vücudunu Mûcidine feda et. Mukabilinde büyük bir fiyat alacaksın.” Madem böyledir. Öyleyse biz yine her zamanki gibi sadece ve sadece Risale-i Nur okuyalım. Risale-i Nur’un kalesine sığınalım. Onunla sükûnet bulalım. O bizi sahil-i selamete çıkaracaktır inşallah…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.