Mustafa ÖZCAN
Dua ile beddua arasına sıkışanlar
Dua ile beddua arasında mevzilenenler olduğu gibi kalanlar ve sıkışanlar da var. Bu süreçler oldukça gerilimli süreçlerdir. Bundan dolayı gelinen noktada ‘bitaraf olan bertaraf olur’ mantığı yürütülmekte veya egemen olmaktadır. Hak veya haksızlık bağlamında elbette meselenin birçok kategorisi ve boyutu bulunmaktadır. Bu nedenle, indirgeme hükümler yanıltıcı olabilir. Mühim olan taraf olmak değil, haktan yana olmaktır. Bir tek meselede bile hakkın ve hakikatin birçok mertebesi ve şıkkı bulunabilir. Mesele zımni olarak veya laşuuri bir biçimde Hocaya masumiyet karinesi giydirilmesinden, yüklenilmesinden kaynaklanıyor. Bundan dolayı da dua veya beddua meselesi dallanıp budaklanıyor. Kimileri ona yakıştıramıyor. Tevile başvuruyor. Yoksa kimsenin dua edenlerin duasına veya beddua edenlerin bedduasına aldırdığı yok. Yalnız Hocanın beddua meselesini itiyat haline getirdiği anlaşılıyor. Lakin mezkur Hocanın bedduaları tutarsa elbette ki bütün Türkiye ve bölge sallanır. Neticesi vahim olur. Belki bu nedenle biraz şok edici olmuştur. Şurası muhakkak ki, Hocaya bağlı mekanizmanın gizli olan tarzlarının bu kadar afişe olması ve ayyuka çıkması herkesi şaşırttı. Bu kadar letafet içinde bu kadar pervasızlık ve ateş saçan beddualar herkesi şaşırtmanın ötesinde şok etti. Olimpus Dağının zirvesinde ve eteklerindeki ateş tanrısı Promotheus’un öfkesinden lavlar saçması gibi Hoca da adeta beddua üzerinden etrafa ateşler saçıyor. Burada mesele zannedildiği gibi beddua değildir. Verilen görüntü ile ona uymayan davranışlardır. Yoksa beddua gıda gibi değil, ilaç gibidir. Tavsiye edilmemekle birlikte yer ve makama göre istisnaen başvurulabilir.
*
Celal mesleğinden olan Nuh Aleyhisselam Allah’tan yeryüzünde deyyar veya gezgin bir kafiri bile bırakmamasını istemiştir. İstediği gibi de olmuş ve Adem’den sonra Tufan’la birlikte beddua üzerinden insanlığın ikinci atası haline gelmiştir. Yunus Aleyhisselam ise kavminin yola gelmemesi üzerine beddua yerine görev yerinden, nöbet yerinden ‘firar ederek’ denize açılmıştır. Lakin burada Hazreti Adem’in zellesi gibi izinsiz bir yolculuğun hikmete açılan latif bir nüktesi tecelli etmiştir. İşte bu salih adam serkeş kavmini terk etmesinden dolayı denize atılmış ve balıklara yem olmuştur. Orada içten yakarışlarla birlikte Allah onu balığın karnından tekrar zemine iade etmiştir. Ve mesele mutlu sonla bitmiştir. Belki de kavmi alışkanlıktan ve ünsiyetten dolayı Yunus Aleyhisselam’a kulak vermemekteydi. Onun dönüp dolaşarak gelmesi kavmini insafa getirmiş ve mesele mutlu bir sonla kapanmıştır. Celal ve cemal durakları farklıdır. Adamın birisi irşat maksadıyla Abdulmelik Bin Mervan’ın huzuruna gelmiş ve çok ağır konuşmuş. Bunun üzerine Abdulmelik Bin Mervan şöyle çıkışmış: ”Yavaş ol! Ne sen Musa’dan daha faziletlisin ne de ben Firavun’dan daha kötüyüm…” Lakin bu son örnekte Hoca beddua ettiği Başbakanı Abdulmelik Bin Mervan’dan daha beter görmekte ve Firavun ile eşitlemektedir.
Şah-ı Geylani naz makamında olmasına rağmen Bağdat’ta Rıbatında devlet ricali hakkında nasihatte bulunurken bazen çevresine de sorarmış: ”İnşaallah zülfiyare dokunmadık, kantarın topuzunu kaçırmadık?”
Hoca bedduayı itiyat haline getirmiş. Erbakan Hoca’nın yakın çalışma arkadaşlarından Nevzat Laleli'nin paylaşımına nazaran 1970’li yılların gergin siyasi atmosferinde Demirel ile Erbakan’ın atışmaları karşısında da Hoca istifini bozarak meseleye karışmış ve Demirel lehine ve Erbakan aleyhine bedduada bulunmuş. Evet, buradan iki husus anlaşılmaktadır. Hoca’nın bedduaları yeni değildir. İkincisi muayyen kesimlere yöneliktir. Rakip konumda gördüğü ya da tarz farklılığı içindeki bulunduğu kesimlere beddua etmektedir.
Zaman zaman haksızlıklar karşında kalan insan çaresizlikle beddua silahına sarılmaktadır. Lakin beddua da kıvam aslında Allah’a havale etmek ve tefviz makamında bulunmaktır. Bununla birlikte zaman zaman eslaftan beddua örnekleri aktarılmıştır. Kitaplarının yakıldığını duyması üzerine İmamı Gazali’nin İbn Hamdin’e beddua ettiği mervidir. (Mehmet Fatih Birgül, İbn Rüşd’de Burhan, s: 20, Ötüken Yayınları).
İbni Teymiye celal sıfatı ağır basan tarihi şahsiyetlerden birisidir. Çabuk öfkelenmesi ve parlaması ve muhaliflerine olan keskinliği ile maruftur. Hiddeti ile meşhurdur. Bununla birlikte bu noktayla münhasır olarak Bediüzzaman’ın seleflerinden birisi olarak dilini bedduadan sakınmıştır. İbn Teymiye uğradığı mezalim karşısında şunları söylemiştir: ”Bana zulmü, düşmanlığı veya iftirası nedeniyle kimsenin muahaze edilmesine gönlüm razı olmaz. Ben bütün Müslümanlara hakkımı helal ediyorum. Bütün Müslümanlar için hayır diliyorum. Kendim için istediğim her hayrı bütün Müslümanlar için de istiyorum. Bana iftira atan, zulmedenlere hakkımı helal ediyorum. Hukukullah konusu ise ayrı bir bahistir. O, kendisine tevbe edenleri bağışlar. Bana sıkıntı verenlere ve çile çekmeme neden olanlara ise aslında bir teşekkür borcum var. Sayelerinde dünya ve ahret saadetlerine nail oldum. Lakin nimetlerine şükredilecek tek varlık Cenab-ı Hak’tır. (İbni Teymiye, Batalu’l Islah ed Dini, Muhammed Mehdi İstanbuli, Daru’l Marife s:29)
Bediüzzaman da aynı makamda şunları söylemektedir: “Ben Risâle-i Nur mesleğinin esâsı ve otuz seneden beri bir düstûr-u hayatım olan şefkat i’tibârıyla, bir mâsuma zarar gelmemek için, bana zulmeden cânilere değil ilişmek, hattâ bedduâ edemiyorum. Hattâ, en şiddetli garazla bana zulmeden fâsık, belki dinsiz zâlimlere hiddet ettiğim halde, değil maddî, belki bedduâ ile de mukabeleden beni o şefkat men ediyor. Çünkü o zâlim gaddarın, ya peder ve validesi gibi ihtiyar biçarelere veya evlâdı gibi mâsumlara maddî ve mânevî darbe gelmemek için, o dört mâsumların hatırına binâen, o zâlim gaddara ilişmiyorum, bazen helâl ediyorum. ”
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.