Boşadığınız kadınlara nafakayı şuna göre verin
Ayet meali
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Talak Sûresi 4-7. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
4-Kadınlarınızdan hayızdan kesilmiş olanlar ile (henüz) hayız görmemiş olanlar(ın bekleme müddetleri) husûsunda şübheye düşerseniz, o takdirde (bilin ki) onların bekleme müddetleri üç aydır. Hâmile olanların bekleme müddeti ise, yüklerini bırakmalarına (çocuklarını doğurana) kadardır. Artık kim Allah’dan sakınırsa, (Allah) ona kendi işinden bir kolaylık kılar.
5-Bu, Allah’ın emridir ki, onu size indirmiştir. Kim Allah’dan sakınırsa, (*) (Allah) onun kötülüklerini örter ve onun için mükâfâtı büyütür.
6-(Boşadığınız) o kadınları gücünüz nisbetinde kendi oturduğunuz yerin bir bölümünde oturtun; onları sıkıştırmak (ve bir an önce çıkmalarını sağlamak) için kendilerine zarar verme(ye kalkışma)yın!
Eğer hâmile iseler, artık yüklerini bırakıncaya kadar onlara nafaka verin! Sonra sizin için (çocuğunuzu) emzirirlerse, onlara ücretlerini de verin! (Bu hususta) aranızda güzel bir şekilde anlaşın! Eğer (anlaşmakta) zorluk çekerseniz, o zaman (çocuğu) onun (babanın) hesâbına başkası emzirecektir.
7-Eli geniş olan kimse, genişliğine göre nafaka versin! Rızkı kendisine daraltılmış olan kimse de Allah’ın ona verdiği (kadarı)ndan versin! Allah, kimseyi ona verdiğinden fazlasıyla mükellef tutmaz. Allah, bir zorluktan sonra bir kolaylık verecektir.
(*) “İşte ey nefis ve ey arkadaş! İnsanın havfa (korkuya) ve muhabbete (sevgiye) âlet olacak iki cihaz, fıtratında (yaratılışında) derc olunmuştur (konulmuştur). Alâküllihâl (her hâlde) o muhabbet ve havf, ya halka veya Hâlık’a (yaratıcıya) müteveccih olacak (yönelecek). Hâlbuki halktan havf ise, elîm bir beliyyedir (belâdır). Halka muhabbet dahi, belâlı bir musîbettir. Çünki sen öylelerden korkarsın ki, sana merhamet etmez veya senin istirhâmını (ricânı) kabûl etmez. Şu hâlde havf, elîm bir belâdır.
Muhabbet ise, sevdiğin şey ya seni tanımaz, Allah’a ısmarladık demeyip gider; gençliğin ve malın gibi. Ya muhabbetin için seni tahkīr eder (aşağılar). Görmüyor musun ki, mecâzî (ilâhî olmayan) aşklarda yüzde doksan dokuzu, ma‘şûkundan (sevdiğinden) şikâyet eder. Çünki Samed âyinesi olan bâtın-ı kalb (herşeyi varlıkta tutanın Allah olduğunu, en iyi hisseden latîfe olan kalbin iç yüzü) ile sanem-misâl (put gibi) dünyevî mahbublara (sevgililere) perestiş etmek (tapar gibi sevmek), o mahbubların nazarında sakīldir (ağırdır) ve istiskāl eder, reddeder. Zîrâ fıtrat (yaratılış), fıtrî (yaratılıştan) ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar. Şehvânî (şehvetten gelen) sevmekler, bahsimizden hâriçtir.
Demek sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkīr ediyor, ya sana refâkat etmiyor. Senin rağmına (arzunun zıddına) müfârakat ediyor (ayrılıyor). Mâdem öyledir; bu havf ve muhabbeti, öyle birisine tevcîh et (yönlendir) ki, senin havfın lezzetli bir tezellül (tevâzû‘) olsun! Muhabbetin, zilletsiz (alçalmadan) bir saâdet olsun!” (Sözler, 24. Söz, 146)